Nefs kelimesi Arapçada insanin bedeni, kendisi, ceset gibi anlamlara gelmektedir. Kur’an’da, Allah’in zati (Taha, 41), insanin ruhu (Fecr, 27), kalp ve sadr (Araf, 205), insanin bedeni (Enbiya, 35) insana kötülügü emreden kuvvet (Yusuf, 53) gibi çok degisik anlamlarda kullanilmistir. Tasavvuf literatüründe ise kendisinde iradi hareket, his ve hayat kuvveti bulunan bir latif cisim olarak tanimlanmis ve daha ziyade insana kötü¬lügü emreden kuvvet olarak kabul edilmistir. Kötülügü emreden nefs, batini Firavun olarak görülmüstür. Sufiler nefs ile nefes arasinda irtibat kurmuslar ve nefesine sahip olamayanin nefsine sahip olamayacagini ifade etmislerdir. Nefesine sahip olmak, her an kulluk bilincinde olmak, nefsin heva ve hevesleri konu¬sunda agah olmaktir. Tebük seferi dönüsünde Hazret-i Peygamberin, “Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz.” seklindeki ifadeleri nefs ile yapilan mücadeleye ve onun zorluguna isaret etmektedir. Iste bu nedenle sufiler, kendi acziyetinin, noksanliginin ve muhtaçliginin farkina varan anlaminda, “Nefsini bilen Rabbini bilir.” sözünü, yollarinin ilkesi olarak görmüslerdir.
Nefs ile ruh bir nesnenin iki yönü gibi kabul edilmistir. Hangisini üste çikarirsan digeri altta kalmaktadir. Bu nedenle tarikatlar da terbiye yöntemi itibariyle nefsani ve ruhani seklinde ikiye ayrilmaktadir. Ruhani tarikatlar, nafile ibadet, zikir, teslimiyet ve rabita gibi manevi gidalarla kalbi tasfiye ederek ve ruhu güçlendirerek nefse alan birakmamayi tercih etmislerdir. Bunlarda çile ve cehri zikir yoktur. Bu tarikatlarin basinda Naksibendiye gelir. Ruhani tarikatlarda letaif mertebelerini geçerek sülûk tamamlanir. Nefsani tarikatlar ise nefsi terbiye ve tezkiye etmek ve böylece Ilahi ruhun kalbin ve bedenin hakimi olmasi için gayret ederler. Nefsin yedi merte¬besine göre yedi esma zikri yapilir. Bu tür tarikatlarin basinda Halvetiye gelmektedir. Necip Fazil Kisakürek Ekber Cihad isimli siirinde nefs ile ruhun mücadelesini çok veciz anlatir...
(Yazinin tamami Ilim ve Irfan dergisi Aralik (2015) sayisinda.)