Bayram Hakk’ın Halka İkramıdır
Dr. Kübra Zümrüt Orhan
Sevinç ve eğlence günü anlamına gelen bayram
kelimesinin hangi kökten türediği ve hangi dile
ait olduğu net olmasa da kelimenin aslının
bez(m)ram şeklinde Farsça olması muhtemeldir. Buna
göre bayram, Farsçada; yiyip içme, konuşup eğlenme
meclisi anlamına gelen bezm kelimesiyle; hoş ve sevinçli
manasındaki ram kelimesinden oluşmuş bir bileşik
kelimedir. Bayramın karşılığı olarak Arapçada, ıyd/
el-‘ıyd kelimesi kullanılır. Bu kelimenin anlamı ise; adet
halini alan sevinç ve keder, bir araya toplanma günüdür.
Kelimenin aslının tekrar dönmek anlamı taşıyan ‘ıvd
olduğu, bayram günleri her yıl yeni bir sevinçle dönüp
geldiği için bu kökten türediği ifade edilir. Ramazan
bayramının karşılığı olarak Arapçada, oruca son vermek
anlamına gelen fıtr kelimesiyle birlikte ıydü’l-fıtr
tamlaması kullanılır.
Ramazan orucu hicretin ikinci yılında farz kılınmış,
Ramazan bayramı da ilk defa bu sene kutlanmıştı.
Aslında hem Ramazan hem de Kurban bayramı hicretin
birinci yılında belirlenmiş fakat Peygamber Efendimizin
Medine’ye varış tarihi 8 Rebiülevvel olduğundan o senenin
Ramazan ve Zilhicce ayları geçmişti. Dolayısıyla her
iki bayramın da kutlanmasına hicretin ikinci senesinde
başlanmıştı. Bayramların belirlenmesini o dönemin
çocuklarından olan Enes bin Malik (ra) şöyle anlatmaktadır:
“Hazret-i Peygamber Medine’ye geldiğinde halkın
eğlenceyle geçirdiği iki gün vardı. Hazret-i Peygamber,
‘Bu iki günün özelliği nedir?’ diye sordu. ‘Cahiliye döneminde
o günlerde eğlenirdik.’ dediler. Bunun üzerine
Resulullah şöyle buyurdu: Şüphesiz Allah sizin için
o günleri onlardan daha hayırlı olan Kurban ve Fıtr
bayramlarıyla değiştirdi.” Böylelikle Müslümanlar, kendilerini
diğer inanç mensuplarından ayıran ve her biri
bir ibadetle anılan iki bayrama kavuşmuş oldular. Her
iki bayram da özel bir zaman dilimine aitti. Ramazan
ayını oruç ve ibadetle geçiren Müslümanlar, bu ayın
bitiminde sevinçle bayramlarını kutlamışlardı.
Hayatı Zamanla Programlamak
Dr. İbrahim Tozlu
Hazret-i Peygamberin hayat tarzı, bir ömrün
planlı olarak ikame edilmesidir. Zira sünnet;
izlenen yol, örnek alınan uygulamadır. Resul-i
Ekremin yaşadığı yolun anbean takip edilmesi anlamına
gelir. Bu yüzden Efendimizin her anı ümmeti için
önemlidir. Yüce Allah, “Allah’ın Resulünde sizin için
Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok
zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzap,
21) buyururken Efendimizi, en güzel örnek, üsve-i
hasene olmakla tavsif etmiş, dünya ve ahirette O’nun
(sas) örnekliğinde geçirilecek sürece dikkat çekmiştir.
Bu örneklik, her ne kadar dünyada ise de ahiret âleminde
karşılığını ebedi olarak bulacaktır. Rabbimiz
Teala, “Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 35)
ayetiyle bu sonsuz ahiret hayatına işaret etmektedir. Bu
bakımdan şu dünyada ömrün her anı sonsuzluk adına
kıymetlidir. Ne var ki dünyada vakit hızla akıp gitmekte,
sonsuz -ebedi- âlem ise hepimizi beklemektedir.
Zekat Temizler ve Bereketlendirir
Prof. Dr. Ali Akpınar
İslam’ın temellerinden biri olan zekat, temizleme ve artma anlamına gelir. Zekat vereni, alanı, malı ve toplumu temizleyen bir ibadettir. Aynı şekilde zekat malı bereketlendirir, zekat verenin Allah katındaki değerini artırır. Şöyle ki:
Zekat, vereni temizler: Variyet sahibi zengin kişi, zekat vermekle bencillikten, dünyevileşmekten kendisini temizler. Zekat vermekle kalbi yumuşar, diğerkamlık duyguları harekete geçer, gönlü huzurla dolar.
Zekat, alanı temizler: Zekat almak durumunda kalan fakir, zenginleri kıskanmaktan ve onlara düşman olmaktan kendisini temizler. Ayrıca kanaatsizlikten, şükürsüzlükten arınmış olur.
Zengin ve fakir kişiler bilirler ki zenginlik ve fakirlik, şu dünya hayatının sınav sorularından biridir. Tıpkı sağlık ve hastalık gibi. Zengin variyetiyle sınanmaktadır, fakir yoksulluğuyla. Dolayısıyla zengin, zekatını vermekle bu sınavı başarma çabası içerisine girmektedir. Fakir de aldığı zekatla bu İlahi yasayı koyduğu için yüce Allah’a şükrederek, bu İlahi yasaya uyduğu için de zengin kardeşine teşekkür ederek bu sınavı kazanma gayreti içerisinde olmaktadır.
Kurucu Bir Alim: İmam Matüridi
Sami Bayrakçı
En genel ifadelerle Ehl-i sünnet mezheplerinin
önde gelenlerinden Matüridiye mezhebinin
kurucusu, müfessir ve fakih olarak tanımlayabileceğimiz
İmam Matüridi, bugün Özbekistan
sınırları içinde bulunan Semerkand şehrinde dünyaya
gelmiştir. Hayatı hakkında kaynaklarda çok az bilgiye
rastlanmaktadır. Biz bugün kendisini daha çok eserleri
ve fikirleri üzerinden değerlendirebilme imkanına
sahibiz.
Hanefi alimler tarafından; eş-şeyh el-imam ez-zahid
reisü ehli’s-sünnet, imamü’l-hüda, imamü’l-mütekellimin
ve musahhıhu akaidi’l-müslimin gibi unvanlarla
anılmıştır.
Hicri 3-4, Miladi 10. yüzyılda yaşamış olan İmam’ın
bir asra yaklaştığı tahmin edilen ömrü, Abbasilerin
merkezi otoritelerinin oldukça zayıfladığı bir dönemde
siyasi bakımdan hilafete bağlı müstakil beyliklerden biri
olan Samanoğulları dönemine tekabül etmektedir. H.
333, Miladi 944 yılında vefat eden ve Türk olduğuna dair
genel bir kabulün bulunduğu İmam Matüridi’nin mezar
taşına, Hakim es-Semerkandi, şu ifadeleri yazdırmıştır:
“Bu, her şeyini ilme adayan ve ilmin yayılıp gelişmesine
harcayan bu sebeple eserleri övülen, ömrünün meyvelerini
toplayan zatın kabridir.”
Gönülde Açan Bir Aşk Çiçeği
Ahmet Edip Başaran
Konuştuğumuz dilin, Türkçemizin mayası
aşkla karılmış. Hoca Ahmet Yesevi’den Yunus
Emre’ye uzanan tasavvufun o öz suyunda
demlenmiş dil. Sadece dil değil gönül de merhamet de
aynı ocaktan beslenmiş. İnsan diliyle bakar dünyaya,
yani gönlüyle. İrfan ehli olan âşıklar dipdiri bir yürekle
hem dilin hem gönlün ince işçiliğini yapmışlar. İman,
inanç ve o imanın, inancın çerçevelediği bir davranış
güzelliği kuşatmış dört bir yanı. İlmin kuşattığı surlar
irfanla güzelleşmiş, nezaket ve merhamet nakışlarıyla
bezenmiş insanlar. İrfan bir nakış gibi işlemiş
Müslüman coğrafyayı. Dört bir yandan. Bugün içinde
aşk, vecd, merhamet, nezaket, masumiyet geçen bütün
cümlelerimizin dip sularında o büyük ırmağın akıntıları
dolaşmaktadır. Öyle ya da böyle. Dil de gönül de
geçmişin çiçekleriyle demetlenir ve hem bugünü hem
geleceği güzelleştirir.
Tatile Dair Bazı Düşünceler
Kemal Özer
Yaz ve özellikle de bayramlar yaklaşınca
bir tatil edebiyatı başgösterir. Bayramların
tatile çevrilmesi, lüks otellerde büyük bedeller
ödeyerek yiyip-içip yatma bahsine temas etmeden
kelimenin kökenine bakmakta yarar var.
Tatil; hareketsizlik, boş durma, tembellik manalarına
gelen atalet kelimesinden türemiştir. Tatil, faaliyete
ara verme yani durdurma manalarına gelmekte. Evet,
insanın istirahate, gezip görmeye ihtiyacı var. Ancak
burada durup, bunun nasıl olması gerektiğine bakmak
ve kaidelerini tespit etmek gerekiyor.
Hicri 2. asırda Cad bin Dirhem adlı sapık düşünceli
bir kişi, “Allah yarattı ve çekildi, artık tatil yapıyor.”
iftirasında bulunmuştur. Bu iftira için de, boş ve hali
olmak manasındaki atl -utûl- kökünden gelen muattıla
kelimesi kullanılmıştır. Kaynaklarımızda çoğu kez
muattıla yerine ehl-i tatil tabiri geçer.
(Yazıların tamamı derginin 82. sayısında.)
GÜLBAHÇE ÇOCUK EKİ
İlim ve İrfan dergisi Gülbahçe Çocuk ekinde,
Arif Dede
Cesur Küçük
Melih Tuğtağ
Betül Nurata
Ahmet Demir
Seval Şahin Cevizci
Yazı ve çizgileriyle yer alıyor.