Yazmak bir eylem midir, yoksa bir düsünce mi? Bu noktanin altinin desilmesi gerektigi kanaatindeyim. Yani yazi, fiili olarak atilmis bir adim mi, yoksa bir adimin atilmasinin ön hazirligi, plani midir? Bu, sunun için anlamli ve önemlidir: Bir insan yazarak ben üzerime düseni yaptim, diyebilir mi? Eger yazmak bir eylemse, bir yazarin bunu söylemeye hakki vardir, olmalidir. Çünkü yazmak eylemini gerçeklestirmistir o. Ama eger yazmak bir eylem degil bir tasari, bir düsünce, bir eskizse, hiç kimse yazmakla, üzerindeki sorumlulugu atmis olamaz. Nasil ki bir insan, düsünerek ama sadece düsünerek bir sorumluktan kurtulamiyorsa, sadece yazarak da sorumlulugunu yerine getirmis olamaz. Iste bundan dolayi yazinin yalanci avuntusuna karsi uyanik olmak durumundayiz: Insanlarin, yazarak görevlerini yaptiklarina inanma avuntusuna karsi yani. Yazar, yazarak benden bu kadar diyemez kisaca. Bunun için yazi, tek basina hiçbir seydir. Yasamakla desteklenmedigi sürece yazi, bir görevin ifasi anlamina gelmez. Hatta çogu zaman yazmak, bir taahhütnamedir. Yani bizatihi yazmanin insana yükledigi bir ödev vardir. Bu açidan bakildiginda yazmak bir vebaldir çogu zaman ve bu vebalden kurtulmanin biricik kefareti de yasamaktir.
Yazinin insan hayatinda neye tekabül ettigi üzerinde kafa yordugumuzda, bunun sahici bir karsiliginin olmadigini görüyoruz. Yani yazmak, bir nevi bosluga seslenmek gibi bir seydir. Yazmayi anlamli hale getirecek olan ve ciddiye alinabilir kilan tek sey, yazinin paralelindeki yasamaktir, demin de belirttigim gibi. Hayatta kendisine bir uygulama alani bulamayacak olan bir yazi, bir nostaljiden, bir ütopyadan öteye anlam ifade etmez.
Öte yandan yazar, ipin bir ucunda bulunan ve ipin diger ucundakilerle diyalog kurmak isteyen kisidir son tahlilde. Ipin diger ucunda devamli birileri var mi peki? Olsun ya da olmasin ama yazar birilerinin var oldugunu farz ederek mesajini yollar. Bununla birlikte ipin diger ucundakiler, biz buradayiz diye bir tepki verdiklerinde, bu, yazara bir güç verir ve bosluga seslenmedigi noktasinda, onu ikna eder. Yazar, yalniz olmadigini hisseder bir anda. Kendisine bir ortak bulmustur: Kâr ya da suç ortagi.
Yazinin gücüne inanmak; buna evet ama yazinin söz gibi sorumluk getirdigine de inanmak durumundayiz. Çünkü “Agri’dan daha da agir bir dagi yüklenmektir yazmak” Nuri Pakdil’in dedigi gibi. Dolayisiyla nasil ki söylediklerimizden sorumlu isek, ayni derecede, belki daha da fazla (çünkü yazi kalicidir, çünkü söz uçar, yazi kalir deriz) yazdiklarimizdan da mesulüz. Yani, yazinin göz ardi edilemez bir gücü var, bu dogru ama küçümsenemez bir sorumlulugu ve yükümlülügü de var. Dolayisiyla, söz gibi yazi da, ya lehimize ya aleyhimize kullanilabilir.
Yazmak, insanlarin tasalarini paylasima açmasidir bir yönden. Bu demektir ki sadece bir meselesi olanlar yazar/yazabilir. Bir tasasi, bir endisesi olmayanin, bunu paylasima açmak gibi bir çabasi da olamaz dogal olarak. Yazinin ciddiye alinabilirligi, bu tasanin degeri ile çok yakindan ilgilidir. Tasamiz ne kadar büyük ve onun çerçevesi ne kadar genisse, yazdigimiz yazinin ilgi alani da o kadar genis olacaktir. Dolayisiyla her yazi, yazarinin ufkunun ipuçlarini gizler içinde. Ve yazarinin gerçek dünyasinin sinirlarini da gösterir bize her kelime.
Iste bunun için yazi, yazanin kimliginden bagimsiz degildir. Ve bundan dolayi imzasiz bir yazi, ne kadar bizi bastan çikarirsa çikarsin, yine de ona karsi ihtiyatli bir tavir takiniriz. Çünkü biz yazilani yazanla birlikte düsünmek ve ikisini bir arada degerlendirmek isteriz çogu zaman. Ve çünkü sadece yazilana bakarak degerlendirmiyoruz bir metni, yazinin disinda kalan bir çok seyi de hesaba katariz bir metni anlama ugrasi verirken. Çünkü çok zaman yazar, yazarak rahatlamayi amaçlamistir. Yani yazisini kendi için yazmistir her seyden önce. O yazinin olusmasi anina kadar, içinde biriktirdigi her neyse, iste o seyi disariya atmistir, yazarak. Iste bundan dolayi yazari tanimak, yazinin sifresini çözmekte bize yardimci olacaktir.
Evet, her yazi yazari tarafindan kodlanmis ve anahtari sadece yazarinda bulunan bir sifredir. Yani bir yönüyle de yazmak bir itiraftir ayni zamanda, yazarin yasantisina dair bir ipucudur. Ve her yazi özel bir denemenin, bir tecrübenin ürünüdür.
Peki, yazar objektif davranabilir mi? Bu soruya olumlu cevap vermeyecegim. Çünkü her seyden önce yazilmasi gereken onca konu arasinda, paylasilmasi mümkün olan onca mesele arasinda yazarin “bir konuyu seçme”si bile, bu objektifligin önündeki engeldir. Yani yazilmasi gerekenler diye bir liste olusturmak, sonra da bu listeden herhangi bir konuyu seçmek, tamamen subjektif ve kisiseldir. Buradan baslayarak, yazarin yazdigi konuda sunu degil de bunu tercih etmis olmasina kadar bir sürü kisisel tasarrufta bulunmasi, yazinin objektif olmasini engeller. Bunun için de, hiçbir yazinin objektif olamayacagini düsünüyorum. Bir meselede, bir insana tercih hakki birakilmissa ve kisi o meselede bir tercihte bulunuyorsa, orada objektiviteden söz edilemez kanaatini tasiyorum.
Yazi ve sözün benzerlikleri ve farkliliklari vardir. Yazi kalicidir, söz uçucudur. Bunun yaninda yazinin beden dili ve mimikleri yoktur ama bunlar söz için geçerlidir. Yazinin düzeltilme durumu vardir ama söz bir kez agizdan çikti mi geri alinmasi imkansizdir. Geri alirsaniz bile bu söylediginiz, baska bir söz olur.
Yazinin ulastigi son nokta siirdir. Ve siir, peygamberler hariç, beser sözünün vardigi zirvedir de ayni zamanda.
Hayatimiz akarken su gibi, geride ne birakiyoruz acaba, bunun hesabini yapmak durumundayiz. Yazi ve sözün gücüne inanmak yetmiyor, bunlarin sorumlulugunu da akilda tutmak zorundayiz. Kelimelerle kusanmak, sözleri sakinmamak güzel ama onlari israf da etmemek gerek.
Tüm bunlari siraladiktan sonra asil soruyu sorarak yaziya noktayi koyalim: yazmak neyi degistirir, yazinin gücü neye yeter? Bu soruya verilecek sahici ve sihhatli bir cevap, bize bu konuda çok genis bir alan sunacaktir, bir düsünme alani. Tüm mesele, aslinda, bu muammayi çözmek. Gerisi çorap sökügü gibi gelecektir çünkü.