Yazmak, insanlarin tasalarini paylasima açmasidir bir yönüyle. Bu demektir ki sadece bir meselesi olanlar yazar/yazabilir. Bir tasasi, bir endisesi olmayanin, bunu paylasima açmak gibi bir çabasi da olamaz dogal olarak. Yazinin ciddiye alinabilirligi, bu tasanin degeri ile çok yakindan ilgilidir. Tasamiz ne kadar büyük büyükse, yazdigimiz yazinin ilgi alani da o kadar genis olacaktir. Dolayisiyla her yazi, yazarinin ufkunun ipuçlarini gizler içinde. Ve yazarinin gerçek dünyasinin sinirlarini da gösterir bize her kelime.
Hiçbir yazi, yazarinin kimliginden bagimsiz düsünülemez. Mesela imzasiz bir yazi, ne kadar bizi bastan çikarirsa çikarsin, yine de ona karsi ihtiyatli bir tavir takiniriz. Çünkü biz yazilani yazanla birlikte düsünmek ve ikisini bir çerçeve içinde degerlendirmek isteriz çogu zaman. Ve çünkü sadece yazilana bakarak degerlendirmiyoruz bir metni, onu anlamaya çalisirken yazinin disinda kalan birçok seyi de hesaba katariz. Çünkü çogu zaman yazar, yazarak rahatlamayi amaçlamistir. Yani yazisini kendi için yazmistir her seyden önce. O yazinin olusum anina kadar içinde biriktirdigi her neyse, iste yazarak o seyi disariya atmistir. Bundan dolayi yazari tanimak, yazinin sifresini çözmekte bize yardimci olacaktir. Evet, her yazi yazari tarafindan kodlanmis ve anahtari sadece yazarinda bulunan bir sifredir. Bu yönüyle de yazmak bir itiraftir ayni zamanda, yazarin yasantisina dair bir ipucudur. Ve her yazi özel bir denemenin, bir tecrübenin ürünüdür.
Yazinin insan hayatinda neye tekabül ettigini düsünün, sonuç olarak sahici bir karsiliginin olmadigini göreceksiniz. Yani yazmak, bosluga seslenmek gibi bir seydir. Yazmayi anlamli hale getirecek olan tek sey, yazinin paralelindeki yasamaktir. Yasamaktir yani yaziyi anlamli ve ciddiye alinabilir kilan. Hayatta kendisine bir uygulama alani bulamayacak olan bir yazi, bir nostaljiden, bir ütopyadan öte anlam bir ifade etmez.
Öte yandan yazar, ipin bir ucunda bulunan ve ipin diger ucundakilerle diyalog kurmak isteyen kisidir son tahlilde. Ipin diger ucunda devamli birileri var mi peki? Olsun ya da olmasin, fark etmez, yazar birilerinin var oldugunu farz ederek mesajini yollar. Bununla birlikte ipin diger ucundakiler, ispat-i vucüd edip bir hayat emaresi gösterdiklerinde, bu, yazara bir güç verir ve bosluga seslenmedigi noktasinda onu ikna eder. Yazar, yalniz olmadigini hisseder bir anda. Kendisine bir ortak bulmustur: Kâr ya da suç ortagi.
Yazinin gücüne inanmak, evet, ama yazinin söz gibi sorumluluk getirdigine de inanmak durumundayiz. Nasil ki söylediklerimizden sorumlu isek, ayni derecede, belki daha fazla, yazdiklarimizdan da sorumluyuz. Yani, yazinin göz ardi edilemez bir gücü var, bu dogru ama, küçümsenemez bir sorumlulugu ve yükümlülügü de var. Dolayisiyla, söz gibi yazi da, ya lehimize ya aleyhimize kullanilabilir.
Peki, yazar objektif davranabilir mi? Bu soruya olumlu cevap veremeyecegim. Çünkü her seyden önce yazilmasi gereken onca konu arasinda, paylasilmasi mümkün olan onca mesele arasinda yazarin “bir konuyu seçme”si bile, bu objektifligin önündeki engeldir. Yani yazilmasi gerekenler diye bir liste olusturmak, sonra da bu listeden herhangi bir konuyu seçmek, tamamen subjektif bir tavirdir. Buradan baslayarak, yazarin yazdigi konuda sunu degil de bunu tercih etmis olmasina kadar bir sürü kisisel tasarrufta bulunmasi, yazinin objektif olmasini engeller. Bunun için de, hiçbir yazinin objektif olamayacagini düsünüyorum. Bir meselede, bir insana tercih hakki birakilmissa ve kisi o meselede bir tercihte bulunuyorsa, orada objektiviteden söz edilemez çünkü.