Ölüm karsisinda acemiyiz hepimiz. Onu, önceden deneme imkanimiz yok çünkü. Bir kereligine gelir ve biter her sey.
Herkes ölüme yalniz gider… Yaninda kimi-kimsesi olmaz bu yolculukta, en fazla mezarliga kadar eslik eder es-dost. Sonrasinda da bir yalnizlik: Koyu.
Ve tüm ölümler tek kisiliktir. Herkes yalniz dogar, yasar ve ölür… Tek kisilik bir oyun hayat ve ölüm. Birbiriyle baglantili ama birbirinden ayri. Insanlarin tamaminin tattigi/tadacagi seydir ölüm ama herkesin ölümü farklidir, özeldir.
Ölümü düsünmek bize dayatilanin, rutin olanin disina çikmaktir: Her seyin böyle sürüp gidecegi kuruntusunun disina çikmaktir ölümü düsünmek. Ölümü çokça düsünmek ve ara sira hissetmeye çalismak.
Zaman zaman ölümü hissettigim olur. O demlerde hayattan nasil sogudugumu, dünyaya ait ne varsa nasil anlamsizlastigini, esyanin nasil deger yitimine ugradigini tarif etmem imkansiz. Sadece soguk bir hava eser ruhumda, her sey biter bir an için ve mutlak gerçekle yüzyüze gelirim sanki.
O anlarda sunu anlarim: Ölüm hayattan daha gerçek, daha elle tutulur. Yani ölüm daha somut.
Ve ölüm Rasulullah’in ifadesiyle uykudan uyanmaktir: Çünkü “insanlar uykudadir, öldüklerinde uyanirlar”. Yasadigimiz bir yönüyle gerçek degil, gördüklerimiz bir açidan bakildiginda birer rüya. Öldügümüzde rüyadan uyanacagiz yani.
***
Ölüm karsisinda acemiyiz hepimiz. Onu, önceden deneme imkanimiz yok çünkü. Bir kereligine gelir ve biter her sey.
Herkes ölüme yalniz gider… Yaninda kimi-kimsesi olmaz bu yolculukta, en fazla mezarliga kadar eslik eder es-dost. Sonrasinda da bir yalnizlik: Koyu.
Ölüme dair söylenen ve yazilanlarin tümünü yan yana getirsek, bir ölümü yasatamazlar bize. Yeryüzünde, ölüme dair üretilmis ne kadar malumat varsa, tamami bir ölüm etmezler. Kismen o hissi verebilirler ama onu hakkiyla yasatamazlar. Bundan dolayi da hiç kimse ölüme hazirlikli degildir. Yani hangi safhalardan geçecegimizi bilmiyoruz ölmeden.
Bir bakima ölüm bir muamma, herkes öldükten sonra çözüyordur muhakkak bu bilmeceyi ama is isten geçmistir. Geriye dönüp biz dünyada kalanlara yasadiklarini tarif etme, deneyimlerini aktarma imkanina sahip degildir gidenler. Bundan dolayi da tüm insanlar onu anlama noktasinda yalnizdirlar, vahyi disarida tutarsak, oraya dair sihhatli bir bilgiye sahip degiliz hiçbirimiz.
Filozoflarin, düsünürlerin ölüme dair aforizmalari, tahminleri, ölüme hazirlik anlaminda bize hiçbir sey vermiyor, bilakis ölümü daha çetrefilli ve içinden çikilamaz hale getiriyor. Yazilan ve söylenenler ölümü hissetme anlaminda bize bir isik sunmuyor, bilakis o muammayi daha da derinlestiriyorlar ruhumuzda.
Eger metafizige kulak vereceksek –ki kulak verelim derim-bu mesele hallolmustur: Insanlar yoktu, beser yoktu, hayat yoktu, kainat yoktu. Yüce Rabbimiz kainati yaratti, insani var etti, ona hayat bahsetti, ona nefes verdi. Ve bir gün gelecek, onu yoktan var ettigi gibi, ondan tüm bunlari alip onu öldürecek… Ama o noktadan sonra da ebedi bir hayat baslayacak. Ölümün, tükenmenin ulasamadigi bir ebedi hayat.
Ve ölüm gelir, roller biter, maskeler iner.
“Lezzetleri bölen ölümü çokça hatirlayiniz.”
Ölümü çokça düsünmek ve arasira da olsa onu hissetmeye çalismak, bu hayatimiza da bir anlam verecektir.
Ölmeden önce ölmek: Müslümanin tüm meselesi bu…
Ve gerçek su ki:
Ölüm karsisinda acemiyiz hepimiz. Onu, önceden deneme imkanimiz yok çünkü. Bir kereligine gelir ve biter her sey. Herkes ölüme yalniz gider… Yaninda kimi-kimsesi olmaz bu yolculukta, en fazla mezarliga kadar eslik eder es-dost. Sonrasinda da bir yalnizlik: Koyu.
Ve tüm ölümler tek kisiliktir. Herkes yalniz dogar, yasar ve ölür… Tek kisilik bir oyun hayat ve ölüm. Birbiriyle baglantili ama birbirinden ayri. Insanlarin tamaminin tattigi/tadacagi seydir ölüm, ama herkesin ölümü farkli, özel.