Tefekkür, Aklın Kandilidir
Allah’ın insana verdiği en güzel nimetlerden
birisi akıldır. İnsan, ancak akıl baliğ olunca,
akıl melekesi çalışmaya başlayınca dinimizin
emirleriyle muhatap ve mükellef olur.
Akıl nimeti kendisinden alınmış birinden hem dini
emirler hem de hayata dair sağlıklı fikir ve ameller
bekleyebilir miyiz?
Bir yazar, kitabının adını şöyle koymuştu: Düşünmek
farzdır. Özellikle farz deyince ibadetler ve onların uygulanışı,
yerine getirilişi gündeme geliyor. Peki, Kur’an-ı
Kerim’de tefekkür etmemiz gerektiği, düşünmemiz
gerektiği Rabbimiz tarafından emir ve beyan buyurulmuyor
mu? O zaman, Rabbimizin emrini yerine
getirmemiz yani düşünmemiz akıl sahibi olarak hepimize
ayrı ayrı farzdır.
Alimler, Allah’ın iki büyük kitabından söz ediyor.
Birincisi, kainat ve arkasından gelen ahiret, ikincisi
Kur’an-ı Kerim. Hayatımızın hangi noktası, aklımızın
hangi kısmı bu iki temel hakikatten azade olabilir ki?
Adem peygamberden beri dünya tarihinin akışına
insan yön vermiştir. Kıyamete kadar da bu böyle devam
edecektir. İnsanın bu hayatı kazanmasında ve sonsuz
hayatı için çalışmasında, Allah’ı bilip tanımasında, hatemü’l-
enbiya olan Resulullah Efendimize tâbi olmasında
ve bütün bunları bir ömür taşımasında tefekkürün hiç
yeri ve önemi yok mudur? Elbette, insanı insan eden,
Rabbine kul eden, Resulullah’a ümmet eden en kıymetli
cevher iman ve tefekkürdür.
Tefekkür edelim, hem bir saat hem bir ömür. Akıldan,
zikirden, fikirden, tefekkürden bir an için vaz geçebilir
miyiz? Bu nimetlerin bizden alınacağını, karşılığında
dünyanın tamamının bize verileceğini söyleseler, ne
deriz, neler hissederiz?
Bedenimizdeki göz, kulak, el, ayak nimetlerini bile
paha biçilemez olarak görüyor ve biliyoruz. Ya akıl,
fikir, tefekkür, zikir nimetleri?
Tefekkürde bazı çok mühim meseleler var; Allah’ın
zatını düşünmemek, nimetlerini ve kudretini düşünmek.
Bu temel ilkeden sonra İslam ilim ve irfan hayatı
tefekkürün boyutlarını şu çerçevede değerlendirmiş:
Dünya ve ahiret konusunda düşünmek; işlerin hakikatine
ulaşmak; teorik akıl, bilginin bilinene doğru
sevk edilmesi; düşünen bir toplum olmak; tefekkür-i
mevt: ölümü düşünmek; hikmeti yakalayan ağ: tefekkür;
tefekkür, kalbin cevelan edip dolaşması, fikir ise
kalbin tanıdığı şey üzerinde durup kalması; aklın gayesine
ulaşmasını sağlayacak dilediği şeyi araştırması ve
incelemesi; hayat, varlık, bilgi ve kudret için tefekkür;
tevhidde tefekkür; yarattıklarının inceliğinde tefekkür;
amellerde ve hallerde tefekkür; vaciplerin ilki: tefekkür
ve aklın kandili: tefekkür.
Son derece mühim bir meseleyi hakkını veren, birbirinden
kıymetli yazılarla işledik. O zaman buyurun birlikte
okumaya ve tefekkür etmeye.
Fikir ve Tefekkür
Prof. Dr. Süleyman Uludağ
Fikir (çoğulu: efkar), fikri (çoğulu:
fikriyat)
Asım Efendi fikri; bir nesnede imal-i
nazarda bulunmak yani düşünmek
şeklinde tarif eder ve ifkar, tefkir,
fikret ve fikra da aynı anlama gelir;
fikir sahibi kişiye fikkir, denir, diyor.
(Kamus trc. İstanbul, 1305 cilt 2, s.
611)
Ragıb da fikri; ilmi, maluma yönlendiren
bir kuvvet, (el-Müfredat,
s. 384) şeklinde tanımlar yani elde
mevcut bilgiye dayanarak bir şey
hakkında bilgi edinmeyi sağlayan
nefsin bir kuvveti, şeklinde tanımlar.
Fikir, zihinde sureti hasıl olan
nesneler hakkında kullanıldığından
Allah için kullanılmaz. “Allah’ın
yarattığı şeyler hakkında tefekkür
ediniz, fikir yürütünüz; Allah’ın zatı
hakkında tefekkür etmeyiniz, fikir
yürütmeyiniz.” (Acluni, cilt 1, s. 311)
buyurulmuştur.
Seyyid Şerif Cürcani, “Fikir, bir
şeyin bilgisine ulaşmak için bilinen
hususları, belli bir şekilde düzenlemektir.”
biçiminde tarif eder.
(Tarifat, s. 147)
Bahis konusu tariflerden anlaşılan
şudur: Fikir, mevcut malumatı ve
bilgileri belli bir şekilde kullanarak
bunlardan yeni bilgilere ulaşmaktır.
Onun için, ilim sahibi olmadan fikir
sahibi -mütefekkir- olmak mümkün
değildir. Bu yüzden ilim ve irfan ehli
olanların veya usta ve uzman (ehl-i
vukuf) olanların veya umur görmüş
tecrübeli kişilerin fikirlerine daha
fazla itibar edilir. Çünkü bunlar bilgi
sahibidirler.
Manevi Gelişimde Tefekkürün Önemi
Prof. Dr. Süleyman Derin
Sufiler dünya meşgalelerinin saliki
aşırı meşgul etmesinden dolayı
zaman zaman halvete girmeyi
dervişlere tavsiye ederler, halvet
sayesinde salikin zihnini meşgul
eden şeylerden kurtulacağını düşünürler.
Zira kulak ve göz vasıtasıyla
kalbe his nehirlerinden kirli sular
dökülmekte ve salikin gönlünü
kirletmektedir. Halvet ile mürit
bu kirli ve çamurlu sulardan kurtulur.
(Bkz. İhya, III, 94) Rabbinin
ihsanlarını tefekkür etmeye bunun
karşısında kendi acziyetini anlamaya
vakit bulur. Bu bağlamda İbn
Ataullah’ın, “Kalbe, tefekkür ile
geçen uzlet kadar hiçbir şey fayda
vermez.” (Bahrü’l-Medid, IV, 229)
sözü önemlidir. Bu sebeple hemen
her tarikat zikir kadar saliklerine
tefekkürü de vazife olarak yükler.
Günün belli saatlerini salikler tefekkür-
i mevt, muhasebe, murakabe
içinde geçirirler. Allah’ın kendilerine
verdikleri nimetleri, O’nun
(cc) yaratmasındaki eşsiz sanatını
görür hayranlık içinde kendilerinden
geçerler. Bazen geçmişe seyahat
edip mazilerini bazen de ötelere aşıp
ahiretlerini tefekkür ederler de,
Rablerine daha iyi bir kul olmanın
çaresine bakarlar. Yukarıdaki tefekkür
çeşitlerine ilaveten örnek olması
açısında birkaçını aşağıda ele alalım.
Hikmetin ve Hakikatin Anahtarı: Tefekkür
Doç. Dr. İbrahim Baz
Dünyanın dört bir yanında dertli bir
Müslümanla konuşsanız, İslam dünyası hakkında
hazin bir ruh haline sahip olduğunu
görürsünüz. Günümüz İslam coğrafyası hakkında
neden’lerle dolu birçok soru ve nasıl’larla dolu birçok
cevap arayışı içerisinde olduğuna şahitlik edersiniz.
İşte bütün bu soruların neden’i hakkında söylenecek
sözlerin başında Müslümanların kendilerini yücelten
ve yükselten kadim geleneklerini terk ettiklerini
tespit etmek ve dile getirmek gerekir. Buna verilecek
cevapların nasıl’ı hakkında ise dünyayı yaşanmaz hale
getiren Batı karşısında reaksiyoner -tepkisel- değil bizzat
irfan ve hikmet madenini merkeze alan bir tefekkür
ve aksiyona muhtaç olunduğunu ifade etmek gerekir.
Batı medeniyetinin öğrettiği sahip olmak dürtüsünden
kurtulup, olmak yani kendini gerçekleştirmek peşinde
koşmanın insanın ve insanlığın kurtuluşu olduğunu
yeniden öğrenmek ve öğretmek. Görüntüsü gönlüne
uzak insanların, hayata dair bir mana ve lezzet
üretemeyeceklerini, yaşanmaya değer bir hayat sunamayacaklarını
bilmek. İşte bütün bunları anlamanın ve
gerçekleştirmenin anahtarı, sığlaşmış güncel gündemin
arasında sıkışmaktan kurtaran ve külli bir bakış açısı
sunan tefekkürdür.
İslam alimlerine göre tefekkür, yalnız entelektüel zihni
bir faaliyet olmaktan ziyade aynı zamanda amelin
nazariyesidir. Akıldan çok kalbe aittir. Yaşanan bir
meselenin, krizin yahut buhranın çözümü için bireyin
veya toplulukların arayışını ifade eder. Dolayısıyla
tefekkür, aranan bir cevabın sorusunun peşinden koşmak
yahut içine düşmektir. Bir konuyu tefekkür etmek
için o konunun derdine düşmek ve belli oranda ilmine
sahip olmak gerekir. Zira bilinen anlaşılır. Bu yönüyle
tefekkür, bilineni yahut görüneni anlamanın arayışıdır.
Bilinen ve görünen her şey, bir bütünün parçasıdır.
İnsan da parça parça bilir ve parçaları birleştirerek tefekkürle
kavramaya çalışır. İlim maluma tâbidir ve malum
değiştikçe ilim de değişir.
(Dosya yazılarının tamamı derginin Temmuz sayısında.)