Hicretten hemen sonra baslayan sosyal, siyasi, askeri, iktisadi her alanda yapilan atilim ve devrimlerle on yil gibi kisa bir sürede tüm dünyayi aydinlatamaya ve örnek olmaya namzet bir devlet kuruluyor. Peygamberimizin vefatindan hemen önce Mekke’de gerçeklestirilen Veda Hutbesinde yüz binden fazla insanin katildigi büyük bir miting düzenleniyor ve Efendimizin vefatindan kisa bir süre önce dünyanin en önemli devlet ve toplumlarina davet mektuplari gönderilerek dünyanin gündemine Islam getirilmis oluyor. Peygamberimiz vefat ettiginde Islam devletinin sinirlari iki milyon kilometre kareyi geçmis durumdaydi. Hazret-i Peygamber ölüm döseginde iken Suriye/Bizans üzerine gönderilmek üzere hazirlanmis olan kirk bin kisilik Üsame ordusu yola çikmak üzereydi. Iste bütün bu gelismelerin temelinde hicret gibi muhtesem bir olay vardi. Elbette insanligin, bu Allah’in günlerinden çok önemli biri olan hicrette alacagi çok sey vardi. Zira hicret, yalnizca bir yer degistirme hareketi yahut kuru bir göç degildi. Bir kaçis hiç degildi. Tam aksine hicret, son peygamberin önderliginde ibadet bilinciyle gerçeklestirilen ve kiyamete kadar kesintisiz devam edecek olan bir kiyamin, bir kutsal yürüyüs hareketinin adiydi. Hicrette kisaca özetlemeye çalistigimiz bu degerler manzumesinin hepsi vardi.
Ufuk Peygamberinin su muhacir taniminda hicret, kapsamli evrensel manasini bulmaktadir: “Muhacir, Allah’in yasakladigi kötülük ve günahlari terk eden kimsedir.” (Buhari, Iman 4; Ebu Davud, Cihat 4, Vitir 11) Hazret-i Ibrahim’in tevhid yürüyüsünde söyledigi “Dogrusu ben Rabbime hicret ediyorum.” (Ankebut, 26) sözü de bu manayi teyit etmektedir. Su hadis ise bize hicretin kiyamete kadar devam edecegini haber verir: “Tevbe sona ermedikçe hicret de sona ermez. Günes battigi yerden dogmadikça da tevbe sona ermez.” (Ebu Davud, Cihat 2)
(Yazinin tamami derginin Temmuz 2023 sayisinda.)