Isimler, kendilerine izafe edilen anlamlariyla
birlikte yasar. Anlam, varligin ve olusun temel
bir cüzünü teskil eder. Anlami olmayan hiçbir
sey yoktur yeryüzünde. Çünkü Allah’in sözlü ayetleri
olarak tesmiye edilen kainat basli basina bir anlamdir.
Küçük âlem denilen insanin bizatihi kendisi basli basina
bir anlamdir. Insanin yeryüzündeki uyanisi da öncelikle
bu anlama dogmasiyla gerçeklesir. Anlama dogan
insan, kulluk bilincinin ve acziyetinin daha bir suuruna
erer. Bu suur, insanda idrak hissini besleyen en temel
kaynaklardan birisidir. Idrak bir irmak gibidir. Kalp ise
bir deniz. Idrak, dünyevi mesgalelerle köreldikçe, paslandikça
o irmak kurumaya yüz tutar. Idrak kuruyunca,
kalp de manevi bir kuruyusa, çoraklasmaya maruz kalir.
Kalbin ölümü, insan için anlamin da ölümü demektir.
Anlami kaybeden insan, önce kendini sonra Yaratici’yi
kaybeder.
Idrak nedir? Insan aklinin duaya, kiyam ve secdeye
durmus halidir idrak. Bir anlayis ve kavrayis cehdidir.
Bir kesif sürecidir. Bu kesfin en can alici merhalesi ise
insanin sadece acziyetini idrak etmesi degil idrakin de
acziyetini idrak etmesidir. Hazret-i Ebubekir’e nispet
edilen söz bu idrakin acziyetini harikulade bir incelikle
serh eder: “Idrakin aczini idrak, en büyük idraktir.” Bu
kavrayis ve anlayis derinligi, insan için öncelikle bir
pusula hükmündedir. Öyle ya, insan ne dogumuna ne
de ölümüne kendisi karar verebilir. Her sey, Ilahi takdirin
kural ve kaideleri içinde gerçeklesir. Insan bu kural
ve kaidelere ne bir ekleme ne de onlardan bir çikarma
yapabilir. Çünkü insan fani bir varliktir ve mezar taslarindaki
Hüve’l Baki ifadesi bu hakikatin yalin ve veciz
bir serhidir.
(Yazinin tamami derginin Subat, 2020 sayisinda.)