
Kur’an-i Kerim’de gerek Rabbine gerekse insanlara
verdigi sözlere sadakat gösterip Allah’in
rizasini kazanmasi ile övülen Hazret-i Ismail
(as), yine kendisi gibi bir peygamber olan Hazret-i
Ibrahim’in (as) ogludur.
Hazret-i Ibrahim ömrünün büyük bir bölümünü tevhid
mücadelesiyle geçirmis, basta babasi olmak üzere
kavminin kendisine iman etmeyecegini anlamasi ve
dahasi kendisini atese atarak öldürmeye tesebbüs
etmeleri üzerine kavmini terk etme karari alarak, “Ben
Rabbime, baski ve zulme ugramaksizin rahatça ibadet
edebilecegim bir yere gidiyorum. O, bana mutlaka bir
yol gösterecektir.” diyerek, esi Hazret-i Sare annemiz
ve kendisine iman eden bir avuç insanla birlikte dogup
büyüdügü sehir olan Urfa’yi birakip, Allah’in kendisine
vaad ettigi bereketli topraklari içinde bulunduran Sam
bölgesine dogru yola çikmisti.
Hazret-i Ibrahim, bir taraftan hicret ederken, diger
taraftan da ilerlemis yasina ragmen, “Rabbim, bana
hayirli ve faziletli kullarindan olacak bir evlat bagisla!”
diyerek Rabbine yakarmak suretiyle bir çocuk sahibi
olma arzusunu dile getiriyordu. (Saffat, 99-100)
Hazret-i Ibrahim’in evlat özlemi o kadar büyüktü ki o
dönemde adet oldugu üzere, “Eger Allah bana bir erkek
evlat verirse, onu kendisine kurban edecegim.” diye
bir adakta dahi bulunmustu. Ancak esi Sare annemiz
kendisine evlat verebilecek bir durumda degildi. Esinin
bu özlemini bilen Sare annemiz, Hazret-i Ibrahim’in
bir evlat sahibi olabilmesi için fedakarlikta bulunarak,
hizmetçisi Hacer annemizle evlenmesini istedi. Çok
geçmeden Allah Teala, Hazret-i Ibrahim’e kendisine
yumusak huylu, sabirli ve agir basli bir evlat sahibi olacagi
müjdesini verdi. Nihayetinde ahlakiyla insanliga
örnek olacak Ismail (as) dünyaya geldi.
(Yazinin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Agustos sayisinda; sayi 72)