ABDULLAH TAHA ORHAN | Kasım |
2015 |
KÖSELER
| Okunma: 1865
Kur’an-i Hakim’in sonunda yer alan, manalari derin ama kendileri kisa namaz surelerinden, sadece birkaç sayfa arayla birbirini takip eden ve ikisi de yeminle baslayan iki sure baskaca ortakliklari dolayisiyla da dikkatimizi çeker çogunlukla, Tin ve Asr sureleri. Iki sure de Cenab-i Hakk’in kasemiyle baslar; ilkinde incir, zeytin, Sina dagi ve emin beldeye yemin edilirken, yalnizca üç ayetten olusan Asr suresinde ise sanki tüm bunlarin özetiymisçesine asra yemin edilir sadece. Diger taraftan, Hazret-i Peygamberin sahabelerinin ifadesiyle Asr suresi sadece Kur’an’in degil, sanki tüm kainatin özetiymis gibi algilanir. Bu kisa ama yogun surelerde uzunca bir terkip tekrarlanir, Kur’an’da elli yerde daha tekrarlandigi gibi; iman eden ve salih amel isleyenler müstesna.
Iman eden ve salih amel isleyenler ibarelerinin bu kadar çok defa art arda zikredilmesinden sunu anliyoruz: Iman ve salih amel arasinda kopmaz bir bag var. Hatta öyle ki bu bagin kuvvetinden ötürü kimi itikadi mezhepler ameli imanin bir cüz’ü olarak görmüsler ve ameli olmayanin imani olmadigina hükmetmisler.
Ehl-i sünnet’in ana eksenini olusturan icma ise, amelin imanin bir cüz’ü olmasa da ikisi arasinda ayrilmaz bir bag oldugu yönündedir. Buna göre ameli olmayanin imaninin da olmadigina hükmedilemez ve diger taraftan imani olmayanin ameli olsa dahi bu hiçbir anlam ifade etmez.
Çok hassas bir nokta
Amel lügatlerde, fiilden farkli olarak, bir amaca matuf olarak yapilan eylem olarak zikredilmistir. Buna göre salih amel de faydali, iyi ve güzel eylem, Allah rizasi için yapilan her türlü is olarak görülmüstür.
Insanoglu için en birinci, dünya ve ahireti için en faydali ve en güzel amel ise hiç süphesiz iman etmektir. Nitekim birçok sufi imani kalbin bir ameli olarak görmüstür. Bu tüm zamanlarda ve hangi sart altinda olunursa olsun degismeyecek bir hakikattir. Imandan sonra en önde gelen salih amellerse Cenab-i Hakk’in kuluna emrettigi basta namaz olmak üzere sair ibadetlerdir. Bunlarin ardindan ise halis niyetlerimizle ibadete dönüstürdügümüz günlük faaliyetlerimiz, yapip ettiklerimiz gelir. Iste tam bu noktada salih amel kavrami bambaska bir boyut kazanir.
Zira bu perspektiften bakildiginda zamana, zemine, yapan kisinin durumuna göre yapilan isin salih amel olup olmadigi degisir. Öyle ki ayni eylem ayni sartlar altinda biri tarafindan yapildiginda salih tanimina dahil olurken, bir baskasi tarafindan yapildiginda bosa giden siradan bir amel hatta belki daha da kötüsü zararli bir amel suretine bürünebilir. Örnegin bir yönetici görevi basindayken, makaminin gerektirdigi izzeti takinmasi salih amelken, evinde karsiladigi misafirlerine böyle davranmasi ise tekebbür olur.
Belagat kelamda, tam o noktada ne gerekiyorsa ne eksik, ne fazla, onun söylenmesidir. Belagat sadece sözde degil elbet, aslinda amelin bir cinsi olan bu belagat kaidesi tüm amellerimize uyarlanabilir. Özetle, salih amel, mukteza-yi hale mutabik hareket etmek, anin vacibini yerine getirmektir.
Kimi zaman otobüste birine yer vermek, kimi zaman trafikte araba kullanirken bir yayaya veya baska bir araca yol vermek, kimi zaman yoldaki bir tasi kaldirmak, kimi zamansa sadece küçük bir tebessüm… Diger taraftan salih amel aslinda bazen bazi seyleri yapmamak seklinde de tezahür eder. Örnegin bir belaya düçar oldugumuzda bunu sabirla karsilayip öfkelenmemek ve daha da ötesi takvaya dair tüm eylemlerimiz: Haramlardan ve süphelilerden kaçinmamiz, onlari yapmamamiz da salih amel tanimina dahildir.
(Yazinin tamami Ilim ve Irfan dergisi Kasim (2015) sayisinda.)