MEVLANA CELALEDDIN VE AHLAK DEGERLERI
PROF. DR. KADIR ÖZKÖSE
Egitim olgusu ahlaki, ahlak da degerleri çagirmaktadir. Degerler olmadan bir ahlak ve egitim düsünmek mümkün degildir. Degerler, egitimin hücrelerini teskil etmektedir. Egitim faaliyeti, birbirinden bagimsiz olan degerleri bir araya getirip kaynastirir. Kendi ahlak nizamini kurar. Mevlana’nin anlayisinda degerler, Ilahi düsünceden, toplumun geleneklerinden ve insan aklindan süzülüp gelen bir yapiya sahiptir. Ona göre kaynagi olmayan bir deger yoktur. Mevlana, degerleri tek bir kaynaga baglamamis, gördükleri is, sahip olduklari yapi ve bagli olduklari alan itibariyla farkli kaynaklardan gelebileceklerini derin bir vukufla tespit etmistir. Onun bu tespitine göre degerlerin geldigi kaynaklar sunlardir:
EL-HASIB (CC)
AHMET EDIP BASARAN
Insan kendine yetebilir mi? Hiç süphesiz hayir. Çünkü insan olmazlari olduramaz, ölümü öldüremez. Insan aciz bir varliktir. Acizliginin en dip noktasi ise aciz oldugunun suurundan bile yoksun olmasidir. Bu daha elim bir çikmazdir. Güç, öyle bir zehirdir ki seytanin igvasina kapilarak her seyi yapabilecegini fisildar insana. Içinde yirtici bir hayvan gibi inleyen açgözlülük, hirs ve tamah onu yoldan çikarir. Her seye yetmeye, her yere yetismeye çalisir. Halbuki insan, birakin etrafindaki insanlara, kendine bile yetemez. Kaldi ki yetebildigi seyler, yetisebildigi yerler de O’nun rizasi ve izniyle gerçeklesir. O’nun rizasi ve izni olmadan yaprak bile kimildamazken insana da ne oluyor! Kul, bu ihtarin aklindaki ve kalbindeki hasyetiyle bir ve beraber yasamak zorundadir. Yoksa kullugun kalesi yikilmaya yüz tutar.
HAZRET-I AISE ANNEMIZ
ISLIM GÜMÜSTEKIN
Aise annemiz, Islam’in ilk mü’minlerinden Hazret-i Ebubekir ve Kinane kabilesinden Ümmü Ruman kizi olarak Mekke’de dünyaya gelmistir. Dogum tarihi hususunda birbirinden farklilasan rivayetler yer alsa da yaygin olan görüse göre nübüvvetin dördüncü yilinda, 614 yilinda dogmus ve babasi Hazret-i Ebubekir’in ihtimami ile Islam’in en seçkin ailelerinden birinde yetismistir. Babasinin lakabindan mülhem “Aise es-Siddika” olarak da anilmistir. Kaynaklar çocukluk yillari konusunda onun oyun oynamayi çok sevdigini, daima arkadaslarini etrafina toplayarak çesitli oyunlar oynadigini aktarirlar.
Hazret-i Aise pür merakti, soran bir dile, kavrayan bir zekaya ve kuvvetli bir hafizaya sahipti. Bununla birlikte onun Islam döneminde dünyaya gelip Islam kültürü ile yetismis olmasi ve Hazret-i Ebubekir’in kizi ve Resullullah’in esi olmasi, onun bu kabiliyetlerini en kâmil sekilde ortaya çikarmasina vesile olmus ve Islam açisindan mümtaz konumunun önemini daha da artirmistir.
IHLASA MECBURUZ
DR. ABDULLAH TAHA ORHAN
Müslümani Müslüman
olmayandan ayiran turnusol,
tevhide inanip inanmadigidir kuskusuz.
Dine girdikten sonrasi
ise uçsuz bucaksiz bir gelisim
ummani vardir önümüzde. Esfel-i
safilinden ahsen-i takvime kadar,
Ebu Cehil’den Ebubekir’e (ra) kadar
genis bir tevhid ve dindarlik skalasi
vardir Islam’in. Dindarligin ölçüsü
tevhide iman ve bu imanin ameldeki
yansimalaridir. Müslüman için
çogunlukla -çok sükür ki- tevhid
disina çikma riski bulunmaz,
fakat bulundugu dindarlik seviyesi
ve dolayisiyla tevhid inanci
düzeyinden daha alt mertebelere
düsme riski her daim karsimizdadir.
Nitekim nefs ve seytan bos
durmaz, yaratildiklari amaç ugruna
çalisir dururlar. Buna mukabil bu
risk, ayni oranda büyük imkanlari
da içinde barindirir. Zaten Cenab-i
Hakk’in nefs ve seytani yaratmasinin
ve onlara insana üfleme
imkani vermesinin altinda yatan
temel hikmet de bu olsa gerektir:
insani a’la-yi illiyyine çikarmak.
Düsme ihtimali olmayan bir yükselis
mümkün degildir zira. Düsmek
yoksa yükselmek de yoktur. Insani
melekten ayiran ve yücelten tam da
bu noktadir.
EL-HÜCVIRI HAZRETLERI
MERVE SAGAN
Hücviri’nin asil adi Ali bin Osman bin Ebu Ali el-Cüllabi, künyesi Ebü’l-Hasan’dir. Kendisi, Gazne’nin iki mahallesi olan Cüllab ve Hücvir’e nispetle Hücviri yahut Cüllabi nisbelerini kullanmis, Gaznevi olarak da bilinmis fakat zamanla Hücviri olarak taninmistir. Günümüzde bu mahalleler mevcut degildir fakat babasi seyh Osman’in mezarinin bulundugu Erbabha mevkiinin eski adinin Cüllab veya Hücvir olmasi muhtemeldir. Hücviri ayrica “hazine bagislayan ulu veli” anlamina gelen Data Gencbahs unvaniyla da bilinmektedir. Gulam Server, Hücviri için bu ünvani ilk kullanan kisinin Çistiyye tarikati kurucusu Muinüddin Hasan el-Çisti (v. 1236) oldugunu aktarmaktadir.
ZEKAT MALI VE NEFSI ARINDIRIR
ZEHRA DEMIR
Zekat mali ve nefsi
temizledigi gibi malin
bereketlenmesini nefsin
ise ahlaklanma sonucu ulviyet
kazanmasini, yükselmesini saglar.
Nitekim, “Onu -nefsini- tezkiye
eden, temizleyen kurtulusa ermistir.”
(Sems, 9) Resulullah, “Üç sey
vardir ki bunlari yapan imanin
lezzetini tatmis olur: Bunlar; kisinin
tek olan Allah’a kulluk edip
O’ndan (cc) baska ilah olmadigina
inanmasi, gönül hosnutluguyla
malinin zekatini seve seve vermesi
ne yasli ne uyuzlu ne hasta ve ne
de adi olani vermemesidir. Zekati
mallarinizin orta hallisinden veriniz.
Zira Allah, sizden malinizin
hayirlisini/iyisini istemistir kötüsünü
degil. Üçüncüsü ise nefsini
temizlemesidir.” buyurdu. (Hakim
et-Tirmizi, Nevadirü’l-Usul; Ebu
Davud, Zekat, 5)
DOSTLUKTA ÖLÇÜ: HAKK'A YAKINLIK
DR. SAMI BAYRAKCI
Insan, kainatin yaratilis gayesi ve özüdür. Allah Teala kainati insan için, insani da kendisi için yaratmistir. Ahsen-i takvim üzere yaratilan ve fitrat üzere kodlanan insanin temel vazifesi kulluktur. Süphesiz kulluk da mertebe mertebedir. Her bir insan ferdi niyeti, gayreti ve hedefine göre kulluktan payina düseni alir. Hakikati itibariyle Allah’in esma ve sifatlarina mazhar olabilme potansiyeline sahip olan insan, yaratilis gayesi ve özünden saparak esfel-i safilin çukuruna da yuvarlanabilir. Kulluk iman ile baslayip, marifetullah ile son bulan bir yolculuktur. Bu yolculugu bihakkin tamamlayan kimseye tasavvufta insan-i kâmil denmistir. Kulluk yolculugunun üsve-i hasenesi (en güzel örnek) olan Hazret-i Peygamber (sas) insanligin ve kullugun zirve noktasini temsil eder. Bir insanin kullugu, O’na (sas) benzedigi oranda kalitelidir. O’nun (sas) örnekliginden mahrum bir kulluk düsünülemez.
HALIMIZ AHVALIMIZ
SAID YAVUZ
Bir gün, “zamaninda” üzdügünüz, kirdiginiz insanlara dua ederken bulursunuz kendinizi. Bu, o insanlarin sizden intikamidir. Çünkü siz onlari kirmis olsaniz da onlar sizi kirmamislardir. Size merhamet duyduklari için kiyamamislardir. Zaten yillar sonra onlari birden kalbinize, en mahrem saatinize, Allah ile araniza getiren sey de budur. Siz kirmis olsaniz da sizi kirmaya yeltenmemeleri. Bu bir kiymik gelip batar ruhunuza. Birden, bir gece vakti, ansizin apaçik gelirler. Ayan beyan. Sairin “Kimi kirdim ki Allah’im ben / Dereler böyle içli akiyor” dedigi yerdesinizdir. O gün ne yasamissaniz, o kalbi nasil paramparça etmisseniz karsinizda yeniden parçalanir. Ama o günkü siz degilsiniz artik onu izleyen. Bugünkü olgun, günlerin getirdikleriyle kalbi yumusamis, zamanin gözlerinizden perdeleri kaldirdigi insan olarak; hasili o kalbi daha iyi tanimis bir insan olarak izlersiniz yillar önce vuku bulan hadiseyi. Hem o kirilan kalbe acirsiniz, içiniz parçalanir hem de onu kiran kendinize derin bir öfke duyarsiniz. Dilinizin ucuna istemsizce geliveren o kalplerin sahipleri için duaniz adeta af isteginizdir. Onlarin bagislanmasini dilemeniz aslinda kendinize bir duadir. Ben nasil olur da böylesi güzel bir kalbi yikip geçtim beni affet Allah’im dersiniz. Bütün güzel dilekleri siralarsiniz o kimseler için. Ama artik o kimseler ya yokturlar ya da çok uzaginizda, lütfen beni affet dediginizde sizi duyamayacak kadar uzaginizdadirlar.
Yazilarin tamami derginin Mart 2024 (139. sayi) sayisinda.