EL-GAFUR (cc)
AHMET EDIP BASARAN
Insan günahsiz olarak
dogar. Sonra büyür ve
büy üdükçe g ünah ile
sevap arasinda gerili bir sarkaçta
kendi insan yüzünü arar
durur. Insan yüzü, fitratin ruhuna
islenmis o kâmil mü’min olma
vasfinin kendisidir. O yüz mübarektir
çünkü orasi Cenab-i Hakk’in
nurunun tecelli makamidir.
Unutmayalim ki, namazdayken
kullugun mihenk noktasi olan
secde makaminda yüzümüzü yere
yani topraga süreriz. Bu eylem,
yaratilmis olmanin müjdesini
yüzünde tasiyan insanin Rabbine
olan sükrüdür. Secde yoksa
sükür de yoktur. Hokkada mürekkep
varsa sayet, kalem yazar.
Insanin mürekkebi de secdedir.
Kulluk defterimizi sadece sözle
degil hatta daha fazla eylemlerimizle
doldururuz.
Yaratilmis olmak, insan için
Hakk’in rizasina muhatap olmayi
tazammun eder. Onca günaha
ve gaflete karsilik Cenab-i Hak
rahman ve rahim sifatlariyla
kuluna mukabele eder. Kul günah
isler, Allah azze ve celle affeder.
Rahmetim gazabimi geçti, diyerek
kuluna kol kanat gerer. Çünkü O
(cc), çok bagislayan ve magfireti
çok olandir. El-Gafur ism-i celili
bu müjdenin kutlu anlamini tasiyan
bir güzelligi haizdir. Bu isim
sözlükte “örtmek, gizlemek, kirlenmekten
korumak için bir seyin
üstünü örtmek” manasindaki gafr
kelimesinden türemistir. El-Gaffar
ism-i celili de ayni kökle baglantilidir.
Gafir, gufran, istigfar ve
magfiret kelimelerini de ekleyelim
hemen. Bu kelimelerin
kökündeki “örtme, gizleme” eylemine
odaklanmak sart. Çünkü
baska türlü bu ismin hikmetini
kavrayabilecek bir bilinç esigine
varamayiz.
HER AN ALLAH ILE BERABERLIK HALI
KAMIL YESIL
Milletimizi Islam ile
tanistiran, Müslümanligi
Anadolu’da
yayan öncüler sufi
sahsiyetler oldugu için bizim
dilimiz ve kültürümüz tasavvufi
nesveye dayanir. Alp-erenler olarak
bildigimiz öncüler derin ilmi hüviyeti
olan kisiler degildir. Onlar
iman, cihat ve ask ehlidir. Ila-yi
kelimetullahi öz olarak tasimis,
teblig etmis ve geri kalan ayrintilari
ilim ehline birakmislardir.
Kitaplarda geçen vahdet-i vücud
kavrami tasavvufi terim olarak
günümüzde çok meshur olsa da
sufi ve zühd hayatini tercih eden
öncülerin dilinde böyle bir terim
yoktur. Tasavvuf, bilindigi gibi
öncü sahsiyetlerde kâl/söz olmaktan
ziyade haldir.
DUAMIZ VARSA VARIZ
DR. ABDULLAH TAHA ORHAN
“Dua ibadetin özüdür.” Bir hadis-i serif olarak (Tirmizi,
Daavat, 1) ezber ettigimiz bu cümleye hepimiz
asinayiz. Kul olmakla dua arasinda dogrudan bir
iliski kurar bu söz. Ne kadar dua ediyorsak o kadar kul
oluruz, ya da ne kadar kul isek o kadar dua ederiz, gibi.
Kulluk adina ortaya koydugumuz, koyacagimiz tüm eylemlerin
esasen, özünde bir dua faaliyetinden baska bir sey
olmadigini da söyler bu cümle. Dolayisiyla dua din lügatimizde
kusatici bir kavram olur, kullugun tümünü kapsayan
bir çati kavram. Buradan hareketle sunlari söylemek de
mümkün: Mü’min kimdir? Mü’min, dua edendir. Müslüman
kimdir? Müslüman, dua edendir. Kul kimdir? Kul, dua
edendir. Iste bu denli külliyetli bir kavramdir dua.
SATUK BUGRA HAN'IN MÜSLÜMAN OLMASI
PROF. DR NECDET TOSUN
Ebu’n-Nasr Samani (v.
961), Orta Asya’daki
Karahanli hükümdari
Satuk Bugra Han’in
Hicri 330/Miladi 942
senesinde Müslüman olmasina
vesile olan kisidir. Onun menkibeleri,
müellifi bilinmeyen
Tezkire-i Ebu’n-Nasr Samani
isimli eserde toplanmis ve bu eser
Mir Talib bin Mir Sadik Maçini
tarafindan Çagatay Türkçesine
çevrilmistir. Eserin tercüme
tarihi bilinmemektedir. Bazi
yazma nüshalari kütüphanelerde
bulunmaktadir. [(Özb. FASE
Ktp., Duble fondu, nr. 5183/1, vr.
1b-67a, istinsah tarihi: 1311/1893.
St. Petersburg’daki baska bir
nüshasi için bk. A. M. Muginov,
Opisanie Uygurskih Rukopisey
Instituta Narodov Azii, Moskova
1962, s. 71-72. Dogu Türkistan’in
Ürümçi sehrinde ayni adi tasiyan
gazavatnane türünde bir eser
daha vardir: Kurban Veli, Uygur
Özbek Tatar Kadimki Eserler
Tizimliki, Kasgar 1989, s. 208 (Bu
son katalogda eserin müellif ve
mütercimi meçhul gösterilmistir.
Eserde Ebu Nasr Samani, Satuk
Bugra Han, Ali Arslan Han, Yusuf
Kadir Han gibi kisilerin nesepleri,
savaslari ve menkibelerinin
anlatildigi söylenir, 163 sayfadir.)]
AMELLERIN EN SEVIMLISI: IHLAS
DR. SAMI BAYRAKCI
Ihlas kulun ibadetlerini, salih amellerini
ve her türden iyiligi riyadan
ve çikar kaygilarindan arindirip
sadece Allah için yapmasi demektir.
“Ihlas daha genis olarak sirk
ve riyadan, batil inançlardan, kötü
duygulardan, çikar hesaplarindan
ve genel manada gösteris arzusundan
kalbi temizlemeyi, her
türlü hayirli faaliyete iyi niyetle
yönelmeyi ve her durumda yalnizca
Allah’in rizasini gözetmeyi
ifade eder.” (Süleyman Ates, “Ihlâs”,
Türkiye Diyanet Vakfi Islâm Ansiklopedisi
(Istanbul: TDV Yayinlari,
2000), 21/535) Ebu Hasan Harakani’ye
ihlasin ne oldugu sorulmus o
da, “Allah görüyor diye yaptiklarinin
hepsi ihlas, halk görüyor diye
yaptiklarinin hepsi riyadir. Halkin
arada isi ne? Ihlas Allah’in makamidir.”
diye cevap vermistir.
GÜZEL SÖZ, ÖNCE KENDIMIZE
SAID YAVUZ
Suda ve bitkilerde
yapilan deneylerde
sözün iyisinin, muhatabi
nasil onarip insa ettigi
sözün kötüsünün de nasil
bozup yok ettigi ispat ile ortaya
konmustu. Sözün güzeli gelistirir,
ortaya sanatkarane bir
eser bahseder. Güzel sözde yagmurun
topraga can veren iksiri
saklidir. O da gönüllerde sekinet
fidanlari büyütür. Sözdeki
karanlik kime söylendiyse onu
görünmez kilmaya, dogal olan
ne varsa onu tefessüh ettirmeye
kadirdir. Kur’an, çirkin
sözlerin dayaniksiz ve ölümcül
olusunu “yerden koparilmis,
kökü olmayan kötü bir agaca”
benzeterek or taya koyar.
Güzel söz de “kökü saglam
olan ve dallari göge yükselen
her zaman meyvesini veren
bir agaç” olarak anlatilir. Biri
hayat digeri ise ölüm.
Peki muhatap sadece baskalari
mi? Yani sözün hedef
aldigi kimseler sadece sözü
edenden ayri varliklar midir?
Ya kendimize fisildadigimiz
kelam. Ya sürekli kelimelerin
en soguklariyla levmettigimiz
kendimiz. Bizim bize dediklerimiz.
Içimize diktigimiz
köksüz agaçlar. Bir baskasina
söyledigimizde bize küsüp
yüz çevirmesine neden olacak
sözlerin en kötüleriyle muhatap
kildigimiz kendimiz. O da
bize darilip bin fersah uzaklasmiyor
mu bizden? Acaba
nasil bir ölüm birakiyoruz her
sabah asik suratimizla karsisina
dikildigimiz kendimize!
Yazilarin tamami derginin 133. sayisinda.