DOST DOST DIYE KIME SARILALIM?
PROF. DR. SELAHATTIN YILDIRIM
Dünya mihnet yurdu, hayatsa inisli çikisli ve sürprizlerle dolu bir yoldur. Kazanma, kaybetme, yükselme ve alçalma insanin kaderidir. Imtihan yurdu olan su fani dünyada dört dörtlük huzur ve mutluluk peygamberler dahil hiçbir insana verilmemistir. Bir Arap sairin dedigi gibi, kisi bir taraftan lezzete ererse mutlaka diger taraftan bir noksanliga maruz kalir. Bu imtihan dünyasinda ve hayat yolculugunda insanin dostlari da düsmanlari da olacaktir elbette. O halde biz de önce kisaca düsmanlarindan sonra da dostlarindan söz edelim. Ibnül Verdi, Kaside-i Lamiyye’sinin bir beytinde söyle der: “Kisi daglarin basina çekilse de istemedigi aykiriliklardan kurtulamaz. Yani mutlaka kendisine düsmanlik eden, mal ve makamini kiskanip çekemeyen bir düsmani olur. Her sey sütliman olsa da kendisinden hiç ayrilmayan saptirici seytan ve yetmis seytandan daha pis olan azgin nefs gibi iki önemli düsmani var olmaya devam eder.”
HUSU
DOÇ. DR. MAHMUD ESAD ERKAYA
Gökleri, yeri ve tüm mahlukati yaratan Allah Tealanin kudretine kiyasen insan, aciz bir varliktir. Rabbinin kendisini daima görüp gözettigini, âlemde olup biten her seyin O’nun (cc) izni ve takdiriyle gerçeklestigini düsünmesi ve nihayetinde O’nun (cc) yüceligini idrak etmesi beraberinde insanin Yaratanina karsi saygi ve tazim duymasini saglar. Dini terminolojide bu durum husu kavramiyla ifade edilir. Kelime olarak “hor, hakir ve zelil olmak, tevazu sahibi olmak, sesiz ve sakin olmak anlamlarini tasiyan” husu, tasavvufta “kulun Yaratani karsisinda kendisini hakir ve degersiz görerek Hakk’a hürmetle boyun egmesini ve O’nun (cc) emirlerine tam anlamiyla teslim olup itaat etmesini” ifade eder. Hasan-i Basri, husu kavrami için “kalp için gerekli olan daimi korku halidir.” tanimini yapmistir. Bu korku tabii ki Allah’in azametini müsahededen dogmaktadir. Kulun kendi acziyetini idrak edip âlemi yaratan Allah’in büyüklügünü kabul ettiginde, O’na (cc) karsi en küçük bir saygisizlik yapma ihtimaline karsi tedirgin olacak ve edep dairesinin disina çikmaktan korkacaktir. Bu yönüyle husu, kulun Allah Teala karsisinda kendisini murakabe edip daima O’nun (cc) razi olacagi fiilleri yerine getirmek konusunda gayret sarf etmesidir. Bundan dolayi husu sahibi olan kimse seytanin oyunlarina aldanmaz. Zira o, Rabbinin karsisinda kendisinden ve nefsinin arzularindan geçer. Cüneyd-i Bagdadi “Husu, kalbin Allamü’l-guyub’a -gaybleri bilen Allah’a- karsi zillet -horluk ve degersizlik- içerisinde olmasidir.” diyerek kulun Cenab-i Hak karsisindaki bu durumuna isaret eder. Kul, yüce Rabbi karsisinda tamamen siner ve yatisir. Bu haldeyken artik o, dünyevi arzulardan geçerek yalnizca Rabbi ile mesgul olur.
EBU SAID EL-HUDRI HAZRETLERI
DOÇ. DR. IBRAHIM TOZLU
Bildigi hakikatleri söylemekten
çekinmeyen ilim ve fetva
ehli mücahit sahabi, Peygamberimizin
hadislerini en çok
nakleden yedi alim sahabiden -müksirun-
biri, sabir timsali, hakikat ehli,
Kur’an ve sünnet hizmetkari Ebu
Said el-Hudri Hazretleri (ra) Medineli
ilk mü’minlerden Hazrec kabilesine
mensuptu. Resulullah Medine’ye hicret
ettiginde Ebu Said’in annesi Üneyse
biat edip Müslüman olmustu. Babasi
son derece fakirdi. Dedesi Hudre’ye
nispet edilerek el-Hudri denilmisti.
Ebu Said’in ilk çocukluk yillari yoklukla
geçti. Efendimizin Medine’yi
tesrif etmesiyle can buldu. Mescid-i
Nebi’nin ilk insa yillarindaki sahabenin
ehl-i hizmet olusuna yakinen tanik
oldu. Peygamberimize hizmet etmek
için çocuk yaslarindan itibaren hep
can atti. Büyük sahabiler Allah için,
Resulullah için her ne zaman bir seyler
yapmis olsalar o da bir seyler üretmek
için gayret etti. Ne var ki yasi küçük
oldugundan yapilan pek çok hizmette
kendini hakkiyla takdim edemiyordu.
Babasi onun bedenen gelisimine sahit
oluyor ve oglunun iman nesvesini canli
tutmak istiyordu. Mescid-i Nebi’nin
insa edilmesiyle birlikte cihat faaliyetleri
de hiz kazaninca Bedir harbi gelip
çatmisti. Bu savas sahabenin maddeten
büyümesi sonucu, müsriklerin
mü’minlere kin besledikleri ve onlari
maddeten yok etmek istedikleri ilk
harp olmustu.
BAZI KERAMETLER BÜTÜN MUCIZELER
DR. ABDULLAH TAHA ORHAN
Sira disini. Nefsimiz, bize etrafimizdakileri sanki hep siradan seylermis gibi gösterip yapay bir sira disiligin pesine düsürür bizi. Sunu unuturuz: Siradan dediklerimiz de aslinda Cenab-i Hakk’in büyük birer mucizesidir. Örnek mi? O kadar çok ki. Mesela su an su yaziyi okumak için gözlerinizin açilip kapanmasi, gözlerinizle algiladiginiz ve beyinde olusan cansiz harf görüntülerinden canli anlamlar çikarip bunlari idrak edebilmeniz, dergiyi elinizde tutabilmeniz, parmaklarinizin ona uygun hareket edebiliyor olusu… Böyle bakinca takdir edersiniz ki ucu bucagi olmayan bir mucizeler âleminde yasadigimizi görürüz. Vücudumuzda her an meydana gelen bütün maddi ve manevi degisim ve dönüsümler mucizedir çünkü. Sadece bunlar mi? Elbette degil. Bütün bir kainatta gördügümüz ve göremedigimiz zerrelerden en büyük galaksilere kadar her bir seyin hareketi birer mucizedir. Mucize son tahlilde ayet demektir, ayet ise isaret. Yani kainatta “sey” denmeye layik olan her bir sey Cenab-i Hakk’in ayetidir, O’na (cc) isaret etmek için yaratilmistir. Dolayisiyla bunca isareti görmezden gelmek, harikuladelikleri siradanlastirmak insanoglunun düsebilecegi yanilgilarin en büyüklerindendir. Bununla irtibatli bir diger insan yanilgisi ise kainatta cari olan bu büyük harikulade sistemi tabiri caizse görmeyip kendince baska harikuladelikler aramaktir. Mesela günesin her gün dogudan dogup batidan batmasi sanki çok basit, siradan bir olaymis gibi gelir bize. O yüzden dikkat etmeyiz, ya da ayin o sasmaz hareketlerine. Bir farklilik arariz hep.
EBUBEKIR KELABAZI HAZRETLERI
MERVE SAGAN
Tam adi Tacü’l-Islam Ebubekir Muhammed bin Ebu Ishak Ibrahim bin Yakub el-Buhari’dir. Kelabazi yahut Gulabadi nisbesi (Gülabad: gülü bol olan yer), Buhara’nin bir mahallesi olan Kelabaz’a nispetle kullanilmistir. Kelabaz; her ilim dalinda birçok önemli alimin yetistigi, yüksekçe bir yerde bulunan, sehir merkezine yakin bir mahalle yahut köyün ismidir. Kaynaklarda hakkinda fazlaca bilgiye ulasamadigimiz Kelabazi’nin Buharali oldugu bilinmekle birlikte dogum tarihi ve yeri hakkinda net bir bilgiye ulasilamamaktadir. Kaynaklarda ailesine dair de net bilgilere rastlanamayan Kelabazi’nin künyesinin Ebubekir olmasina ve Meani’l-Ahbar’in çesitli nüshalarinda zikredilen sema kayitlarinda müellifin kizi olarak “Ümmü’l-Kasim bint Ebi Bekir bin Ebi Ishak” isminin geçmesine bakildiginda, Kelabazi’nin evli ve bir erkek bir de kiz çocuguna sahip oldugu ortaya çikmaktadir. Kizinin hadis rivayet edenler arasinda bulunmasi, ayni zamanda ilim tedris ettigini de göstermektedir. Vefat tarihi konusunda ise kaynaklarda Hicri 380/Miladi 990, 384/994, 385/995 ve 390/1000 seklinde dörtlü bir tarihlendirme yapilmis, bu tarihlerden ilki yaygin kabul görmüstür. Dolayisiyla Kelabazi’nin Hicri 380 yilinda, kabrinin Buhara’da bulunmasindan hareketle büyük bir ihtimalle burada vefat ettigi kabul edilmektedir.
YOLCULUK HALI
KAMIL YESIL
Lügatler seyr kelimesine
“yolculuk,
yürümek, gezip
görmek, izlemek”
manalarini veriyor. Meslek
kelimesi ile ayni kökten
gelen sülûk da benzer bir
mana tasir ve “ögrenmek,
bir seye katilmak, derinligine
nüfuz etmek için
yola girmek, yola koyulmak”
demektir. Seriat ve
tarikat kelimelerinin de
“yol, cadde” anlami düsünülürse
mü’minin hangi
yola niçin çiktigina dair
mana anlasilmis olur.
Buna göre mü’min, “Seriat
caddesinde, tarikat seridinde/
güzergahinda yola
çikan kisi” demek olur.
Dikkat edilirse tarikat
deyimi olan saliki degil
geneli ifade eden mü’min
kelimesini kullaniyoruz.
Çünkü salik, mü’min
olusta mündemiçtir. Bütün
mü’minler hizbullahtir
(Allah taraf tarlaridir),
bütün mü’minler tarika-i
Muhammediye’ye mensuptur.
(Yazilarin tamami derginin 132. sayisinda.)