Seni Ne Ihtiyarlatir?
Said Yavuz
“Ruhani bir zevk yüzünden gözyasi dökmek aliskanligi kazanmis kimseler için beseri istiraplar adeta küçülür, hizini kaybeder hatta bir nevi ayip sirasina girerdi. Onun için de eski insanlar daha sabirli daha metin daha temkinli ve daha muvazeneli idiler.”
Yukaridaki ifadeler Samiha Ayverdi’ye ait. Bir Dünyadan Bir Dünya’ya kitabinda geçiyor. Bu satirlari okuyunca kendime bu cümlelerden sadir olan bazi sorular sormak istedim. Onlari bana ait kilmak içindi bu çaba. Salt bir okuma zevkinden kendimi kurtararak bu cümlelerdeki akisa kendimi birakmak istedim. Burada sözü edilen gözleri yasartan o ruhani zevkler nedir, diye düsündüm. Sor kendine, onlardan sende var mi? Ve sen onlari görünce gözlerin yasarir mi?
Iyaz bin Ganem
Doç. Dr. Ibrahim Tolu
Fetih meydanlarinin güvenilen kumandani, salih mü’min, zahit sahabi, cömertlik sahibi, Cezire topraklarini sulh yoluyla fetheden fatih, Bizans topraklarina fetih yolunu açan ilk sahabi, dinin emir ve yasaklarinda teslimiyet ehli, üstün ahlaki meziyetlere sahip Iyaz bin Ganm Hazretleri, Kureys kabilesinin Fihr koluna mensuptu. Fihr; Hazret-i Peygamberin onuncu sirada yer alan büyük dedesinin adiydi. Öteden beri Fihr’in ogullari Mekke ticaretinin öncülerindendi. Kabe’nin hürmetine son derece saygi gösterenlerdi. Cahiliye günlerinde Arabistan’in güneyinde Yemen bölgesindeki Himyeriler, Mekke’ye gelip Kabe’nin taslarini almak istemisler ve Beytullah benzeri kutsal bir mekani kendi ülkelerinde kurup bütün halki orada toplamak istemislerdi de Fihr’in ogullari Himyer Meliki Hassan bin Abdülcelal’i esir edivermislerdi. Resulullahin (sas) kendi sulbünden dünyaya gelen Ehl-i beyti nasil tertemiz özellikler tasiyorsa Fihr misali Efendimizin büyük dedeleri de Allah katinda seçkin sahsiyetlerdi. Allah vergisi serefli kimselerdi. Kureys’in Fihr koluna mensup Iyaz Hazretlerinin sahip oldugu üstün ahlaki meziyetlerinin tesekkülünde inandigi degerlere bagli bir kabile içinde dünyaya gelmesi ve yetismesi gerçekten büyük önem arz ediyordu.
Hakim Tirmizi Hazretleri
Dr. Kutbeddin Akyüz
Asil adi Muhammed bin Ali, künyesi ise Ebu Abdullah olan Hakim Tirmizi Hazretleri, Hicri 3. yüzyilin baslarinda su anda Özbekistan’in sinirlari içerisinde bulunan Tirmiz sehrinde dünyaya geldi. Dogdugu tarihle alakali net bir bilgi bulunmamakla birlikte bunun 200-250 yillari arasi oldugunu söylemek mümkündür. Hikmet ehli bir zat olmasi hasebiyle halk arasinda Hakim lakabiyla söhret bulmus ve Tirmiz’de dogdugu için de Tirmizi nisbesiyle anilmistir. Onun Arap mi Fars mi oldugu hususunda ihtilaf bulunmaktadir. Eserlerinin tamamini Arapça kaleme aldigi göz önünde bulunduruldugunda Arap kökenli oldugu düsünülebilir. Bununla birlikte özellikle hayatini ve tasavvufi tecrübelerini aktardigi Büdüvvü’s-Se’n adli otobiyografisinde Farsça ifadelere yer vermesi onun bu dile de hakim oldugunu akla getirmektedir. Ayni zamanda mezhep olarak Safii mi yoksa Hanefi mi oldugu hususunda da görüs ayriligi vardir. Hücviri, onun Ebu Hanife’nin tâbilerinden Hanefi fikhini okudugunu dile getirerek Tirmizi’nin Hanefi oldugunu; Safii fakihi ve biyografi yazari Taceddin es-Sübki ise, muhtemelen onun Belh’te Safii fikhini tedris etmesi ve seyhleri arasinda Ebu Türab en-Nahsebi gibi Safii sufilerin bulunmasi hasebiyle bu mezhebe mensup olarak göstermistir.
Yolda Birakmazlar Alirlar Seni
Kamil Yesil
Kabir âlemi, berzah âlemi
oldugu için ölen insanin ruh
ve ceset olarak nelerle karsilastigi
hususu bizim için
gayp’tir. Gaybe iman, imanin sartlarindandir.
Dolayisiyla bu husustaki
bilgimiz ancak gaybi bilenler tarafindan
bize nakledilenlerle sinirlidir.
Kabir âlemine dair bilgilerin bir kismi
ayetlere bir kismi da hadis-i seriflere
dayanir. Sehitler için, “Onlar diridirler
fakat siz bunu anlayamazsiniz.”
ayetinde oldugu gibi kabir hayatinda
baska bir boyutta diriligin devam
ettigi bildirilmektedir.
Hadis-i seriflerde de kabrin ya cennet
bahçelerinden bir bahçe ya cehennem
çukurlarindan bir çukur -Allah
korusun- oldugu bildirilmistir. Anne
rahmindeki hayatimiz hakkinda nasil
fazla bilgi sahibi degilsek kabir âlemi
hakkinda da fazla bilgi sahibi degiliz.
Bize bildirildigi kadariyla kabirde bir
hayat vardir, mahiyeti bizim için meçhuldür.
Eger dünya hayatindaki gibi
müsahedeye dayali bir bilgi olsaydi
o zaman gaybe iman olmazdi. Oysa
Allah bizden gaybe iman etmemizi
istemektedir. Gayb biz insanlar için
bir imtihandir. Gaybe imanin esasi da
Allah’in vahiy yolu ile verdigi bilgiye,
O’ndan (cc) vahiy yolu ile bilgi alan
Resule itimat edip etmemizle ilgilidir.
Bu hususu Hazret-i Peygamberin, “Su
dagin ardinda silahli bir düsman var
desem bana inanir misiniz?” sözünde
oldugu gibi Peygambere itimat vardir.
Iman, tasdik “O (sas) yalan söylemez.
Bilmedigi hususta konusmaz ve dinleyenleri
aldatmaz.” demektir. Bir
söz ki Allah’tan geliyor, bir bilgi ki
kaynaginda Allah, Cebrail, Muhammedü’l-
Emin var. Mahiyetini bilemesek de
dogrudur, teslim olduk diyebilmektir
iman.
Al-Azim (cc)
Ahmet Edip Basaran
En güzel isimler O’nun (cc). Bütün bu
essiz güzellikteki kainat O’nun (cc)
azametinden, yüceliginden bir isaret,
bir hakikat pusulasi. Insanoglu idrakte
acizdir ve insan bu acziyeti en çok
O’nun (cc) en güzel isimlerini düsünürken
hisseder. Kendi adima böyle. O’nu
(cc) anlamanin, O’nun (cc) büyüklügünü
idrak etmenin yolunu yine O’nun
(cc) bize bahsettigi kelimelerle açabiliyoruz.
O’na (cc) giden bütün yollari yine
O’nun (cc) rizasi ve yardimiyla yürüyebiliyoruz.
Çünkü baki olan sadece
O’dur (cc), bizler bir fanilik gösterisinin
aciz oyunculariyiz sadece. Gündelik
hayatta büyüklük izafe ettigimiz o
kadar çok sey var ki, saymakla bitmez.
Hem zahiri hem batini anlamda
o büyüklügün bir siniri bir son noktasi
var. Cenab-i Hakk’in büyüklügü söz
konusu oldugunda bütün zihin, akil
ve algi kaliplarimizi yakan sonsuz bir
nurun isiltisi içinde öylece kalakaliriz.
Allah büyüktür, deriz. Dilimizin ifade
edebildigi bu son sinir, bu cümlenin
insani takatsiz ve nefessiz birakan
tevekkülüyle sarmas dolas olur. Ezan,
o cümleyle baslar. Adina yeryüzü dedigimiz
o kutlu sofra her daim o büyük
cümlenin sayhasiyla her an yeni bastan
kurulmaktadir. Çünkü yeryüzünde
ezanin okunmadigi hiçbir an yoktur.
Muvahhid
Zehra Demir
Muvahhid; “vahhade”
kökünden türeyen ve
Allah’i fiillerinde, sifatlarinda
ve Ilahliginda
birleyen anlaminda bir sifattir. Ehl-i
tevhid seklinde de kullanilan bu
kavram en temelde Allah’in birligine
inanan bütün Müslümanlari kapsar.
Muvahhid, zahiren ve batinen Allah’in
birligine iman etmis ancak nefsinin
serrinden ve engellerinden kurtulamamis
kimsedir. Hakim et-Tirmizi
bunu, “Mü’min bir delikten ikinci
kez sokulmaz.” hadisi ile açiklar. Ona
göre buradaki Müslüman bâlig/kâmil
mü’mindir. Islemis oldugu günahini
bir daha islememek adina aklindan
hiç çikarmamis kendisi için tezkira/
hatirlatici kilmistir. Oysa muvahhidin
durumu böyle degildir. Nefsin kandirmasina
karsi korumasiz durumda
olmasinin yaninda islemis oldugu
günahlarini unutarak defalarca ayni
delikten sokulmustur. Muvahhid,
sürekli tevbe edip yeniden ayni hataya
düsen henüz istikamet üzere kalmayi
basaramamis kimsedir. Sehvetlerine
yönelmis, ibadetlerden yüz çevirmis ve
sonunda da islerine nefsini karistirmis,
kalbi esir, ruhu mesgul -masiva ile- ve
nefsine meftun olmustur.
Ciddiyetle Çalismak
Dr. Sami Bayrakci
Her güzel sey, emek ister. Her
mutlu son, çaba ve gayretin
ürünüdür. Insanin en büyük
düsmani olan tembellik, nefsin
en çok hosuna giden haldir. Nefs;
bosa zaman geçirmekten, faydasiz
islerle ugrasmaktan keyif alir. Seytan,
salih amelden ve hayirli islerden
alikoyarak malayani ile mesgul ettigi
kisinin haline çok sevinir. Madden ve
manen terakki edebilmenin en temel
sarti çalismaktir. “Biz su tasavvufu
dedikodu ile tahsil etmedik; aç kalmak,
dünyayi terk etmek, hosa giden
ve alisilan seyleri kesinlikle birakmak
suretiyle tahsil ettik.” (Ebu’l-Kasim
Zeynülislam Abdülkerim bin Hevazin
bin Abdilmelik el-Kuseyri, Tasavvuf
Ilmine Dair: Kuseyri Risalesi, çev.
Süleyman Uludag (Istanbul: Dergah
Yayinlari, 1978), 139) diyerek manevi
nimetlere erisebilmenin ancak büyük
gayret ve çabalarla olacagini söyleyen
Cüneyd Bagdadi Hazretlerinin dikkat
çektigi bu noktaya Abdülkadir Geylani
de söyle isaret etmistir: “Dünya bile yorgunlukla,
çabayla elde edilirken, Allah
Tealanin indindekini elde etmek nasil
olur? Var, sen düsün. Ey talip! Sen neredesin;
Allah’in kitabinda kendilerini,
‘Geceleri çok az uyurlar ve seher vakitlerini
de istigfar ile geçirirler.’ (Zariyat,
17-18) seklinde çok ibadetle vasfettigi
kimseler nerede?” (Abdülkadir Geylani,
Cilaü’l-Hatir: Yolun Esaslari, çev. Dilaver
Gürer (Istanbul: Gelenek Yayinlari,
2007), 73) Ebu Ali Dekkak’in, “Bu yolda
bidayette ayakta duramayan sikinti
ve mesakkat çekmeyen nihayette
oturamaz -rahat ve huzur bulamaz-.”
(Kuseyri, 235) sözü de tasavvuf yolunun
çaba ve gayret gerektiren yönünü
ortaya koymaktadir.
(Yazilarin tamami derginin Temmuz 2023 sayisinda.)