SONSUZ HAYATIN BASLANGICI: KIYAMET
ENISE OSMANOGLU BENGI
Yüce Allah Kur’an-i Kerim’de, “Allah, gökleri, yeryüzünü ve onlarin arasinda bulunan her seyi hak olarak ve belirli bir süre için yaratmistir.”(Rum, 8) buyurarak sonlu olan dünyanin vakti geldiginde içindekiler ve çevresindekilerle birlikte yok edilecegini ve sonsuz yeni bir âlemin baslayacagini haber vermektedir. Dünyanin yok olmasinin ardindan hesaba çekilmek üzere ölülerin diriltilmesi ile baslayan ve ebediyen devam edecek bu sonsuz ve asil hayatin adi ise kiyamettir. Ayetlerde kiyamet ile ayni anlami ifade etmek üzere pek çok yerde ahiret, saat, ukba, ba‘s, hasr ve vakia kelimeleri de kullanilmistir. Insanlarin kiyamet günü diriltilmelerinin ardindan karsilasacaklari durum ve yeni hayatlarinin nasil olacagi dünya hayatlarini nasil geçirdiklerine, sergiledikleri tutum ve davranislara göre sekillenecektir. Dünya hayati ahiretin tarlasidir. Bu tarlaya ekilen her amel, kiyamet günü ayni sekliyle biçilecek ve ona göre karsilik görecektir. “Artik kim zerre agirliginca bir hayir islerse onun mükafatini görecektir. Kim de zerre agirliginca bir kötülük islerse onun cezasini görecektir.” (Zilzal, 7-8)
Kiyamet konusundan Kur’an-i Kerim’in yüzlerce yerinde çok çesitli ve etkileyici üsluplarla bahsedilmesinin amaci insanlari gelecegi düsünme, mesuliyetlerini yerine getirme ve ebedi hayatta mutlu olmalarini saglayacak faaliyetleri yapma konusunda tesvik etmektedir. Bu sebeple yüce Allah, “Herkes, yarin için önceden ne göndermis olduguna baksin.” (Hasr, 18) buyurarak dünya hayatinin sonsuz âlem için bir azik hazirlama ve yatirim yapma yeri olduguna dikkatleri çekmektedir. Süphesiz insan, bu dünyaya amaçsiz olarak gönderilmemistir. “Insan, basibos birakilacagini ve yaptiklarindan hesaba çekilmeyecegini mi saniyor?” (Kiyame, 36) ayetinde de kullara bu hatirlatilmakta ve yaratilmasinin tek gayesinin dünya hayatinin zevk ve sefasinin içinde keyif sürmek olmadigi bildirilmektedir. Yapmasi gereken, imtihan edilmek üzere gelmis oldugu bu hayatini, her an ahireti düsünerek geçirmek ve ona hazirlik yapmaktir.
EBU TALHA ENSARI (ra)
DOÇ. DR. IBRAHIM TOZLU
Cesareti, mücadelesi ve mücahedesiyle cihat günlerinin yigit askeri, harp meydanlarinin gürleyen sesi, okçu birliklerinin basi, zenginligiyle meshur, cömertligiyle medhü sena edilen fedakarlik abidesi, Resulullahin güvencesi ve hamisi, gözbebegi, Akabe biatinda Medineli mü’minlerin öncüsü, Uhut gününün civanmert sahabisi Ebu Talha el-Ensari Hazretleri Medine’nin yerlisi Hazrec kabilesinin Neccarogullari boyundandi.
Hicretten az önceydi. Peygamberimizin hizmetkari Enes bin Malik’in annesi Ümmü Süleym ilk kocasini kaybetmis ve Ebu Talha kendisine evlilik teklifinde bulunmustu. Ümmü Süleym Mekke’de yasiyordu ve aslen Medineliydi. Resulullaha iman etmisti. Hasretle hicret gününü bekliyor artik oglu Enes’i üvey baba baskisi olmadan öz yurdunda yetistirmek istiyordu. Her ne zaman Enes’e kelime-i tevhidi telkin etse ve Islam’i ona sevdirmek istese ilk kocasi Malik bin Nadr kendisine siddet uygulamisti. Ebu Talha evlilik teklif ettiginde ise ilk kocasi Malik, kendisine kizip terk ederek Suriye’ye gitmis ve düsmanlari tarafindan orada öldürülmüs bulunuyordu.
ITIKAF, KADIR GECESI VE BAYRAM
FATMA SENA EKICI
Ramazan-i serif; olabildigince maddeden siyrilarak manaya dikkat kesilmeye, bedeni kuvvetlerin zayiflayip ruhi kuvvetlerin güç kazanmasina vesile olan özel yolculuk ayidir. Bu yolculuk sonunda ulasilan idrakin sükrü olarak Ramazan bayrami vardir. Bu degerli vakitlere, Prof. Dr. Ekrem Demirli hocanin deyimiyle, tüm galaksinin baharina eristiren Allah’a hamdolsun. Efendimizin (sas)uygulamasina baktigimizda bu kiymetli ayin son on gününde ibadete daha da yogunlasmalidir. Hazret-i Aise annemiz, “Resul-i Ekrem Ramazan’in son on gününde ibadet için yogun bir gayret içinde olur, gecesini ihya eder ve ibadet için aile fertlerini uyandirirdi.” demistir. (Buhari, Fazlü Leyleti’l-Kadr, 5) Çünkü Cebrail’in (as) Efendimize (sas) bildirdigine göre, “bin aydan hayirli olan” çok kiymetli Kadir gecesi, bu on gün içerisine gizlenmistir.
Kadir gecesini ihya edebilmek için en güzel uygulama Efendimizin (sas) sünnetine uymak olacaktir. Söyle ki, yine Hazret-i Aise’den rivayet edildigine göre, “Resul-i Ekrem Ramazan’in son on gününde itikafa girerdi. O (sas) bu sünnetine vefatina kadar devam etmistir. Sonra O’nun (sas) ardindan hanimlari itikafa girmistir.” (Buhari, Itikaf, 1) Itikaf, sözlükte “hapsetmek, alikoymak” anlamlarindaki akf kökünden türemistir. Belli bir mekanda ikamet etmeyi, kisinin kendisini siradan davranislardan uzak tutmasini, fikih terimi olarak da ibadet amaciyla ve belirli bir sekilde camide kalmayi ifade eder. Itikafa giren kimseye mutekif veya akif denir. Tasavvuftaki halvet, çile uygulamasinin sünnetteki dayanagi da itikaftir. Ayni zamanda geçmisi, Hazret-i Ibrahim ve oglu Hazret-i Ismail zamanina kadar uzanan bir ibadettir. “Ibrahim ve Ismail’e söyle emretmistik: Tavaf edenler, ibadet etmek maksadiyla orada kalanlar -akifin-, rüku’ ve secde edenler için evimi temiz tutun.”(Bakara, 125) mealindeki ayet buna isaret etmektedir.
AMELE GÜVENMEK
DR. ABBDULLAH TAHA ORHAN
Bir kitabin baslangici önemlidir.
Baslangiçlar bize
kitabin bütününe dair bir
yön duygusu verir. Bir açidan
kitabin özetini basinda
bulmak mümkündür. Bu açidan mesela
Fatiha suresi Kur’an-i Kerim’in açilisi,
girisi, baslangici ve özeti hükmündedir.
Her sayida bir hikmetini ele aldigimiz
Hikem-i Ataiyye’nin baslangici da bu
açidan önemli. Bu sayida ele alacagimiz
hikmet, eserin pek çok baskisinda
en basta yer alan hikmet. Hikmetlerin
basi diyebiliriz bu hikmet için. Hazret-i
Isa’ya atfedilen ve gelenegimizde çokça
yer etmis su sözü hatirlayalim simdi:
“Hikmetin basi, Allah korkusudur.”
Burada Allah korkusu olarak çevrilen
ifade mehafetullahtir. Bu, yani havf,
takva ile iliskili bir kavramdir esasen.
Takva ise, Mehmet Akif’in o güzel
tercümesiyle, aslinda saygi demektir.
Allah’a karsi saygili olmak. Yani O’nu
(cc) ciddiye alarak yasamak. Bu çikarimi
zihnimizin bir kenarinda tutalim:
Hikmetin basi Allah’i ciddiye alarak
yasamak demektir. Simdi buradan
asil konumuza intikal edelim: “Günah
isleyince ümidin azalmasi amele
güvenmenin alametlerindendir.”
DOGURAN KAZAN BIZE NE SÖYLÜYOR?
KÂMIL YESIL
Bir gün Nasreddin Hoca komsusundan ödünç bir kazan alir. Isini bitirince içine küçük bir tencere koyar ve iade eder. Kazan sahibi tencereyi görünce, “Bu nedir?” diye sorar. Hoca da, “Müjde komsu, senin kazan dogurdu.” diye cevap verir. Komsusu buna çok sevinir. Aradan bir zaman geçtikten sonra Hoca, komsusundan tekrar ister kazani. Komsusu memnuniyetle verir. Gel zaman git zaman, Hoca kazani iade etmez. Bu ara komsusunun da ihtiyaci olur. Galiba unuttu diyerek Hoca’nin evine varir ve kazanini ister. Hoca üzüntülü bir yüz ifadesiyle, “Maalesef sizin kazan öldü komsum.” der. Komsu saskinlik içinde, “Aman Hocam, hiç kazan ölür mü?” diye cevap verir. Hoca’nin cevabi söyle olur: “Dogurduguna inaniyorsun da öldügüne niçin inanmiyorsun?”
Çocuklar için hazirlanan bazi fikra kitaplarinda Hoca’nin kazani iade ettigi ve komsusuna bir ders vermek istedigi de ilave edilmistir. Nasreddin Hoca fikralarini sadece gülümsemek amaciyla anlatmayiz, dinlemeyiz. Hoca’nin nükte anlayisinin herkese hitap ettigi gerçeginden hareketle bu fikrayi insan tabiatini anlamakla sinirlandirmak fikraya haksizlik olur.
AKSEMSEDDIN HAZRETLERI
MERVE SAGAN
Genel olarak Aksemseddin yahut Akseyh olarak anilan zatin asil adi Semseddin bin Hamza’dir. Bu lakabin kendisine seyhi Haci Bayram-i Veli tarafindan verildigine dair rivayetler bulunmakla birlikte yaptigi riyazetler sonucu benzinin solmasi, saçinin sakalinin beyazlamasi, beyaz kiyafetler giymesi dolayisiyla da bu sekilde anildigi söylenmektedir. 1390 yilinda Sam’da dünyaya gelen Aksemseddin, evliyanin büyüklerinden Sihabeddin Sühreverdi’nin torunlarindan olan Seyh Hamza’nin ogludur. Baba tarafindan soyunun Hazret-i Ebubekir’e dayandigi bilinmektedir. Aksemseddin, 1396-1397 yilinda, yaklasik yedi yaslarindayken, babasiyla Anadolu’ya gelmis, o zamanlar Amasya’ya bagli Kavak ilçesine yerlesmistir. Burada bulundugu süre içerisinde hafizligini tamamlamis, sarf, nahiv, mantik, meani, belagat, fikih usulü, akaid ve tasavvuf gibi akli ve nakli ilimleri tahsille mesgul olmustur. Tasavvuf ilmine derin vukufiyetiyle bilinen zat, diger ilimlerde de rüsdünü ispat etmis, Osmancik Medresesine müderris olarak atanmistir.
Aksemseddin Hazretlerinin ayni zamanda ciddi bir tip tahsilinin bulundugu da bilinmektedir. Kaynaklarda “devrinin iyi bir hekimi”, “tabib-i ebdan” olarak anilan Aksemseddin, tip tarihinde mikrop bahsini ortaya atan ve hastaliklarin bu yolla bulastigi fikrini dile getiren ilk kisi olarak kabul edilmektedir. Aksemseddin’e aidiyeti tartismali olmakla birlikte arastirmacilarin çogu, onun tibba dair verdigi eserleri arasinda Kitabü’t-Tib, Maddetü’l-Hayat ve Kitab-i Mücerrebat’i saymaktadir.
GÖR TAKDIRIN ISLERINI
SAID YAVUZ
Düsen insani düstügü yerde birakacak
bir cümlesi vardir hep; o
ilk düsme aninda. Nasil olur?
Ben bunu nasil yapabilirim? Ben.
Bazen Iblis’in b’sindeki b gibidir,
ben’in ilk harfi. Iste insanin
kendisine acimasizca sordugu
soru. Kaçinci kez düstün? Kendine
yazik ettin. Buraya getirdigin
bütün güzel islerini bir küçük
zevke feda ettin. Günaha daldin.
Bu ah vahlar, bu kinamalar, gelen
topa bütün gücüyle yükselip yere
düsmesini bilmeyen ve kafasi
üstü düsen bir futbolcunun durumunu
bize anlatir. Kinamalar,
insanin içindeki cevheri “kendi”
olani incitir. Onu bir dahaki
günahlara karsi, yeni düsmelere
karsi güçsüz birakir. Insanin kendisine
güvenini öldürür. Insan
o andan kendisine söyledigi
kötü sözleri bir baskasina söylese
o insan onunla bir ömür
boyu karsilasmak dahi istemez.
(Yazilarin tamami derginin Nisan, 2023 sayisinda.)