Murakabe ve Muhasebe
Doç. Dr. Mahmud Esad Erkaya
Allah Teala kulunun her
halini görüp gözeten,
sinirsiz ilmi ve kudretiyle
onun her isine kefil
olan en yüce varliktir. O’nun (cc)
er-Rakib (gözetleyip kontrol eden),
el-Basir (gören), es-Sehid (sahit
olan), es-Semi (isiten), el-Habir
(haberdar olan), el-Muhsi (sayip
ayrintilariyla tespit eden) ve el-Alim
(bilen) gibi isimleri, âlemde
olup biten her hadiseden haberdar
oldugunu ve her seyi görüp bildigini
vurgular. Yüce Rabbimizin sonsuz
ilmiyle kulunun her davranisina ve
gönlünden geçenlere vakif olmasi
tasavvufta murakabe kavramiyla
ifade edilmektedir.
Murakabe kelime olarak; “denetlemek,
gözlemek, korumak ve kontrol
etmek” gibi manalari tasimaktadir.
Tasavvufta ise murakabe, bir
taraftan Allah Tealanin kulunu
daima görüp gözetmesini diger
taraftan da kulun bu bilinçle davranislarini
ve düsüncelerini kontrol
altina almasini ifade etmektedir.
Allah’in kulunu, kulun da kendi iç
dünyasini denetim altinda tutmasi
manasiyla murakabenin kulun
manevi yasantisinda önemli bir
fonksiyonu bulunmaktadir.
Hüküm ve Hikmet Sahibi Olan: el-Hakem (cc)
Ahmet Edip Basaran
Yeryüzü, kendini her seyin
hakimi zanneden insanlarin
bozgun yeridir. Insan
kendi hayatina bile hakim
degildir çünkü ölümün hükmüne er
ya da geç boyun eger. Ilahi hükümler
karsisinda insan aciz ve sonlu bir
varliktir. Agzindaki nefesin bile sahibi
olmayan insanin sahiplik iddiasi dogrudan
dogruya bir gaflet ve cehalet
göstergesidir. Dünya bir oyun yeridir
ve oyunun kurallarini koyan bir yüce
hakem vardir. Kul, bu oyunu kurallarina
ve kaidelerine göre oynamakla
mükelleftir. Insanin sorumluluk alanlarini
belirleyen temel ölçü ve ilkeler de
kaynagini bu kural ve kaidelerden alir.
Temel ölçü ve ilkeler yoksa sayet, orada
sorumluluk da yoktur. Sorumlulugun
yani mesuliyetin olmadigi yerde ne
insan ne de iman barinabilir.
Toplumsal hayati düzenlemek ve adaleti
saglamak için insan nasil kanunlar
ihdas edip bu kanunlar çerçevesinde
hüküm veriyorsa kainatin da bir
kanunu, bir anayasasi vardir. Hüküm
vermek kanunla mümkündür. Kanunlar
olmadan hüküm veremezsiniz.
Ilahi kanunlar bu baglamda insanin
ve dünyanin esenligi için belirlenmis
kanunlardir ve kul yasadigi hayati
bu kanunlara göre tanzim etmekle
yükümlüdür. Helal ve haramlar, emir
ve yasaklar da bu cümledendir. Dünya
bir oyun yeridir ve bu oyunun yüceler
yücesi bir el-Hakem’i vardir. Dogumun,
ölümün, mevsimlerin, yagmurun,
sogugun, sicagin, suyun, görülür görülmez
bütün riziklarin hükmü Cenab-i
Hakk’in tasarrufu altindadir. Her sey
O’nun (cc) rizasi ve dilemesi ise gerçeklesir.
Besiktasli Yahya Efendi
Islim Gümüstekin
Yahya Efendi’nin; Sahn-i Seman medresesinde
müderrisliginin ikinci yilinda,
Sehzade Mustafa’nin öldürülmesi olayi
sonrasinda Sehzade’nin annesi Mahidevran/
Gülbahar Sultan’in yeniden
saraya alinmasi için Kanuni Sultan
Süleyman’a yazdiklari yüzünden
aralari bozulmus, sonrasinda Kanuni
Sultan Süleyman tarafindan medrese
görevinden azledilmis ve kisa bir süre
sonra da emekliye sevk edilmistir. Bu
olaydan, Yahya Efendi’nin sultanla
bu kadar yakin bir diyalog içerisinde
olmasina ragmen dogru bildigini azledilmek
pahasina da çekinmeden ifade
ettigi anlasilmaktadir. Nitekim Yahya
Efendi’yi daima sultanin ziyaret ettigi
bilinmekte ve bununla birlikte Yahya
Efendi’nin elimize ulasan Divan’inda
sultani övgülere bogan bir kaside
bulunmayip bunun yerine daima ona
ögüt veren beyitler yer almaktadir. Bu
detaylar sultanin ona olan ilgi ve teveccühünü
göstermekle birlikte Yahya
Efendi’nin de sultanin bu ilgisini itidalde
tuttugunu ve ona ögütlerle destek
olmaya çalistigini ortaya koymaktadir.
Ayrica Kanuni Sultan Süleyman’in
Yahya Efendi’yi görevinden azletmekle
birlikte daha sonraki süreçte
faaliyetlerine pek müdahale etmedigi
ve hatta belli bir süre sonra da ona bazi
hediyeler gönderdigi, seyhin de bahçesinde
yetistirdigi bazi ürünleri sultana
ikramlik yolladigi rivayet edilir.
Besmele
Enise Osmanoglu Bengi
Besmelenin Kur’an-i
Kerim’in bir ayeti oldugu
konusunda hiçbir süphe yoktur.
Nitekim Neml suresinin
yirmi dokuzuncu ayetinde
besmele bizzat yer alir ve
Sebe melikesinin Hazret-i
Süleyman tarafindan kendisine
gönderilen mektubu
adamlarina okudugu sirada,
“Mektup Süleyman’dan gelmekte,
hem rahman ve hem
rahim olan Allah’in adiyla
baslamaktadir.” dedigi zikrolunur.
Ayni sekilde Berae
suresi hariç diger tüm
surelerin basinda yer alan
besmelelerin de Kur’an ayeti
oldugu çogunluk tarafindan
kabul edilmektedir. Zira
tevatür yoluyla nakledildigi
kesin olan Kur’an-i Kerim’in
iki kapak arasinda toplanmasi
konusunda sahabe-i
kiram oldukça hassas davranmis
ve Allah kelami
olmayan hiçbir seyi Kur’an’a
dahil etmemislerdir. Hatta
bu hassasiyetlerinden kaynakli
olarak Fatiha suresinin
sonunda söylenmesi sünnet
olan “amin” lafzi sifahi
olarak nakledilmis ancak
mushafa yazilmamistir.
(Buhari, Ezan, 112-113; Müslim,
Salat, 72-76) Bu durum,
Kur’an-i Kerim’de yer almasi
sebebiyle besmelelerin de
ayet oldugu konusundaki
görüsleri desteklemektedir.
Sahit Olarak Allah Yeter
Dr. Kübra Zümrüt Orhan
Kur’an-i Kerim’de yüzlerce
ayetle Cenab-i Hak; kullarina
yakin oldugunu, onlari görmekte
ve isitmekte oldugunu,
onlarin her halinden haberdar oldugunu
bildirir. Bu ayetler üzerinde konusulurken
genellikle kulun Allah karsisinda
edebi muhafaza etmesi gerektigi, kendisini
daima görüp gözeten yaraticisi
karsisinda dikkatli davranmasi ve
kalbini dünyevi mesgalelerden muhafaza
etmesi gerektigi vurgulanir. Peki
Allah’in kullarina olan tanikligi ayni
zamanda insanin en önemli ruhi ihtiyaçlarindan
biri olan bilinme, fark
edilme, tanik olunma ihtiyacini da
karsilamaz mi? Bu yazida meselenin
bu yönü üzerinde durulacak ve Hakk’in
kullarina olan tanikliginin insanin ruh
sagligi açisindan önemi vurgulanacaktir.
Hakk’in kullarina olan tanikliginin
onlarin ruh sagligi üzerindeki etkisini
daha iyi anlayabilmek için öncelikle
tanikligin önemine kisaca deginmek
gerekir. Sik sik bir araya gelen, ayni
ortamlarda bulunan insanlar arasinda
bir iliski meydana gelir ve bu insanlar
birbirinin tanigi olurlar. Insanlar arasindaki
bu tanikligin alti boyutu oldugunu
belirten Dogan Cüceloglu bunlari söyle
siralar: önemsenmek/umursanmak;
oldugu gibi kabul edilmek/ötekilestirilmemek;
tek ve biricik olarak görülüp
deger verilmek; aklina, yapabilecegine
ve niyetine güvenilmek; gelismesi
için emek ve zaman verilmeye, sevilmeye
deger bulunmak; gruba ait olarak
kabul edilmek ve ayni zamanda farkli
bireyselligine saygi duyulmak. (Dogan
Cüceloglu, Gelistiren Anne-Baba, Istanbul:
Remzi Kitabevi, 2016, s. 120)
Muhammediye ve Yazicizade Mehmet Efendi
Kâmil Yesil
Bizim kültürümüzde Hazret-i
Peygamberin has ismi hem
(Hazret) sayg i sözü hem
(sas) denilmeden anilmaz ve
yazilmaz. Lafiz olarak dilden çikarsa,
“basim gözüm üstüne, gönülden selam
olsun” anlaminda, sag el, kalbin üstüne
konur. Son dönemde bazi Ilahiyatçilar
bilimsellik ve tarafsizlik adina kitaplarinda,
makalelerinde ism-i hassi
hem saygi sözsüz (Hazret) hem de
salavatsiz yaziyorlar. Bunu Ali Seriati’nin,
Muhammed Kimdir? adli kitabi
yayinlandiktan sonra çok tartistik.
Kitabin adindaki saygisizliktan dolayi
bu kitabi tavsiye etmedik. Bize bu
konuda hassasiyet kazandiran husus,
merhum Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin
Necip Fazil’a olan ikazidir. O ve
Ben’de naklettigine göre Necip Fazil,
“Ya Muhammed” nidasi ile biten bir
siir yazar ve üstadina götürür. Arvasi
Hazretleri, “Cenab-i Hak bile habibine
ism-i hassi ile hitap etmez. Gul: -De
ki- ifadesinde oldugu gibi ayetlerde
O’na (sas) gizli zamir ile seslenir, isaret
eder.” diye uyarir. Üstad Necip Fazil
bu ikazdan sonra Efendimizin ism-i
hassini siirinden çikarir. Mushaflarda
adi Muhammed suresi olarak geçse
de b azi müfessirler d iger a di -Kital
suresi- tercih etmislerdir, sure adinda
hissedilebilecek saygisizligi bertaraf
etmek istemislerdir. Hucurat suresinde
bedevilerin, hücrelerin etrafinda ism-i
hassi ile ve yüksek sesle çagirmalarinin,
Efendimizi çok rahatsiz ettigini
ve Rabbimizin bu sekilde konusmayi
yasakladigini da hatirlamaliyiz. Bu
hassasiyetten olsa gerek siyer kitaplari
genellikle “Ahmediye” seklinde
isimlendirilmistir.
Amaciniz Kadar Degerlisiniz
Dr. Sami Bayrakci
Sufilerin, Cenab-i Hakk’i her
seyin üstünde tuttuklari, O’nun
(cc) rizasini gözetmeyi kul için
en yüce hedef olarak gördükleri
malumdur. “Hakk’in hatirini ali
tutmak” sözüyle de kültürümüzde
yer bulan bu hedef, sufilerin lütuf ve
ikram kapilarinin salikin önünde açilmasi
için temel sart kabul ettikleri bir
husustur.
Cenab-i Hak; kendi rizasinin en yüce
gaye, marifetinin en temel hedef olmasini
istemistir. Bu nedenle ahsen-i
takvim üzere yarattigini beyan buyurdugu
(Tin, 4) kullarindan yalnizca
kendisine kulluk etmelerini istemistir.
Bunu ifade eden, “Ben cinleri ve
insanlari, ancak bana kulluk etsinler
diye yarattim.” (Zariyat, 56) ayetinin
“li-ya’büdun: bana kulluk etsinler diye”
kismini Ibn Abbas “li-ya’rifun: beni
tanisinlar diye” seklinde tefsir etmistir.
Dolayisiyla yaratilmis her kulun nihai
hedefi marifetullahi elde etmektir.
Marifet, bu dünyada elde edilecek en
büyük nimettir. Marifeti elde eden tüm
hayirlara erismis, marifetten nasibi
olmayan ise nasipsiz kalmis demektir.
Yukaridaki ayetin tefsirinde Ibn Ata
el-Edemi, marifeti olmayanin Cenab-i
Hakk’i hakiki manada taniyamayacagini,
O’nu (cc) sanina ve azametine
uygun olmayan seylerle vasfedecegini
belirtmistir.
Yazilarin tamami derginin 124. sayisinda. (Aralik, 2022)