ILIM VE IRFAN | Aralık | 2022 | DIGER YAZILAR | Okunma: 357
Murakabe ve Muhasebe
Doç. Dr. Mahmud Esad Erkaya

Allah Teala kulunun her halini görüp gözeten, sinirsiz ilmi ve kudretiyle onun her isine kefil olan en yüce varliktir. O’nun (cc) er-Rakib (gözetleyip kontrol eden), el-Basir (gören), es-Sehid (sahit olan), es-Semi (isiten), el-Habir (haberdar olan), el-Muhsi (sayip ayrintilariyla tespit eden) ve el-Alim (bilen) gibi isimleri, âlemde olup biten her hadiseden haberdar oldugunu ve her seyi görüp bildigini vurgular. Yüce Rabbimizin sonsuz ilmiyle kulunun her davranisina ve gönlünden geçenlere vakif olmasi tasavvufta murakabe kavramiyla ifade edilmektedir.
Murakabe kelime olarak; “denetlemek, gözlemek, korumak ve kontrol etmek” gibi manalari tasimaktadir. Tasavvufta ise murakabe, bir taraftan Allah Tealanin kulunu daima görüp gözetmesini diger taraftan da kulun bu bilinçle davranislarini ve düsüncelerini kontrol altina almasini ifade etmektedir. Allah’in kulunu, kulun da kendi iç dünyasini denetim altinda tutmasi manasiyla murakabenin kulun manevi yasantisinda önemli bir fonksiyonu bulunmaktadir.

Hüküm ve Hikmet Sahibi Olan: el-Hakem (cc)
Ahmet Edip Basaran

Yeryüzü, kendini her seyin hakimi zanneden insanlarin bozgun yeridir. Insan kendi hayatina bile hakim degildir çünkü ölümün hükmüne er ya da geç boyun eger. Ilahi hükümler karsisinda insan aciz ve sonlu bir varliktir. Agzindaki nefesin bile sahibi olmayan insanin sahiplik iddiasi dogrudan dogruya bir gaflet ve cehalet göstergesidir. Dünya bir oyun yeridir ve oyunun kurallarini koyan bir yüce hakem vardir. Kul, bu oyunu kurallarina ve kaidelerine göre oynamakla mükelleftir. Insanin sorumluluk alanlarini belirleyen temel ölçü ve ilkeler de kaynagini bu kural ve kaidelerden alir. Temel ölçü ve ilkeler yoksa sayet, orada sorumluluk da yoktur. Sorumlulugun yani mesuliyetin olmadigi yerde ne insan ne de iman barinabilir. Toplumsal hayati düzenlemek ve adaleti saglamak için insan nasil kanunlar ihdas edip bu kanunlar çerçevesinde hüküm veriyorsa kainatin da bir kanunu, bir anayasasi vardir. Hüküm vermek kanunla mümkündür. Kanunlar olmadan hüküm veremezsiniz.
Ilahi kanunlar bu baglamda insanin ve dünyanin esenligi için belirlenmis kanunlardir ve kul yasadigi hayati bu kanunlara göre tanzim etmekle yükümlüdür. Helal ve haramlar, emir ve yasaklar da bu cümledendir. Dünya bir oyun yeridir ve bu oyunun yüceler yücesi bir el-Hakem’i vardir. Dogumun, ölümün, mevsimlerin, yagmurun, sogugun, sicagin, suyun, görülür görülmez bütün riziklarin hükmü Cenab-i Hakk’in tasarrufu altindadir. Her sey O’nun (cc) rizasi ve dilemesi ise gerçeklesir.

Besiktasli Yahya Efendi
Islim Gümüstekin

Yahya Efendi’nin; Sahn-i Seman medresesinde müderrisliginin ikinci yilinda, Sehzade Mustafa’nin öldürülmesi olayi sonrasinda Sehzade’nin annesi Mahidevran/ Gülbahar Sultan’in yeniden saraya alinmasi için Kanuni Sultan Süleyman’a yazdiklari yüzünden aralari bozulmus, sonrasinda Kanuni Sultan Süleyman tarafindan medrese görevinden azledilmis ve kisa bir süre sonra da emekliye sevk edilmistir. Bu olaydan, Yahya Efendi’nin sultanla bu kadar yakin bir diyalog içerisinde olmasina ragmen dogru bildigini azledilmek pahasina da çekinmeden ifade ettigi anlasilmaktadir. Nitekim Yahya Efendi’yi daima sultanin ziyaret ettigi bilinmekte ve bununla birlikte Yahya Efendi’nin elimize ulasan Divan’inda sultani övgülere bogan bir kaside bulunmayip bunun yerine daima ona ögüt veren beyitler yer almaktadir. Bu detaylar sultanin ona olan ilgi ve teveccühünü göstermekle birlikte Yahya Efendi’nin de sultanin bu ilgisini itidalde tuttugunu ve ona ögütlerle destek olmaya çalistigini ortaya koymaktadir. Ayrica Kanuni Sultan Süleyman’in Yahya Efendi’yi görevinden azletmekle birlikte daha sonraki süreçte faaliyetlerine pek müdahale etmedigi ve hatta belli bir süre sonra da ona bazi hediyeler gönderdigi, seyhin de bahçesinde yetistirdigi bazi ürünleri sultana ikramlik yolladigi rivayet edilir.

Besmele
Enise Osmanoglu Bengi

Besmelenin Kur’an-i Kerim’in bir ayeti oldugu konusunda hiçbir süphe yoktur. Nitekim Neml suresinin yirmi dokuzuncu ayetinde besmele bizzat yer alir ve Sebe melikesinin Hazret-i Süleyman tarafindan kendisine gönderilen mektubu adamlarina okudugu sirada, “Mektup Süleyman’dan gelmekte, hem rahman ve hem rahim olan Allah’in adiyla baslamaktadir.” dedigi zikrolunur. Ayni sekilde Berae suresi hariç diger tüm surelerin basinda yer alan besmelelerin de Kur’an ayeti oldugu çogunluk tarafindan kabul edilmektedir. Zira tevatür yoluyla nakledildigi kesin olan Kur’an-i Kerim’in iki kapak arasinda toplanmasi konusunda sahabe-i kiram oldukça hassas davranmis ve Allah kelami olmayan hiçbir seyi Kur’an’a dahil etmemislerdir. Hatta bu hassasiyetlerinden kaynakli olarak Fatiha suresinin sonunda söylenmesi sünnet olan “amin” lafzi sifahi olarak nakledilmis ancak mushafa yazilmamistir. (Buhari, Ezan, 112-113; Müslim, Salat, 72-76) Bu durum, Kur’an-i Kerim’de yer almasi sebebiyle besmelelerin de ayet oldugu konusundaki görüsleri desteklemektedir.

Sahit Olarak Allah Yeter
Dr. Kübra Zümrüt Orhan

Kur’an-i Kerim’de yüzlerce ayetle Cenab-i Hak; kullarina yakin oldugunu, onlari görmekte ve isitmekte oldugunu, onlarin her halinden haberdar oldugunu bildirir. Bu ayetler üzerinde konusulurken genellikle kulun Allah karsisinda edebi muhafaza etmesi gerektigi, kendisini daima görüp gözeten yaraticisi karsisinda dikkatli davranmasi ve kalbini dünyevi mesgalelerden muhafaza etmesi gerektigi vurgulanir. Peki Allah’in kullarina olan tanikligi ayni zamanda insanin en önemli ruhi ihtiyaçlarindan biri olan bilinme, fark edilme, tanik olunma ihtiyacini da karsilamaz mi? Bu yazida meselenin bu yönü üzerinde durulacak ve Hakk’in kullarina olan tanikliginin insanin ruh sagligi açisindan önemi vurgulanacaktir. Hakk’in kullarina olan tanikliginin onlarin ruh sagligi üzerindeki etkisini daha iyi anlayabilmek için öncelikle tanikligin önemine kisaca deginmek gerekir. Sik sik bir araya gelen, ayni ortamlarda bulunan insanlar arasinda bir iliski meydana gelir ve bu insanlar birbirinin tanigi olurlar. Insanlar arasindaki bu tanikligin alti boyutu oldugunu belirten Dogan Cüceloglu bunlari söyle siralar: önemsenmek/umursanmak; oldugu gibi kabul edilmek/ötekilestirilmemek; tek ve biricik olarak görülüp deger verilmek; aklina, yapabilecegine ve niyetine güvenilmek; gelismesi için emek ve zaman verilmeye, sevilmeye deger bulunmak; gruba ait olarak kabul edilmek ve ayni zamanda farkli bireyselligine saygi duyulmak. (Dogan Cüceloglu, Gelistiren Anne-Baba, Istanbul: Remzi Kitabevi, 2016, s. 120)

Muhammediye ve Yazicizade Mehmet Efendi
Kâmil Yesil

Bizim kültürümüzde Hazret-i Peygamberin has ismi hem (Hazret) sayg i sözü hem (sas) denilmeden anilmaz ve yazilmaz. Lafiz olarak dilden çikarsa, “basim gözüm üstüne, gönülden selam olsun” anlaminda, sag el, kalbin üstüne konur. Son dönemde bazi Ilahiyatçilar bilimsellik ve tarafsizlik adina kitaplarinda, makalelerinde ism-i hassi hem saygi sözsüz (Hazret) hem de salavatsiz yaziyorlar. Bunu Ali Seriati’nin, Muhammed Kimdir? adli kitabi yayinlandiktan sonra çok tartistik. Kitabin adindaki saygisizliktan dolayi bu kitabi tavsiye etmedik. Bize bu konuda hassasiyet kazandiran husus, merhum Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin Necip Fazil’a olan ikazidir. O ve Ben’de naklettigine göre Necip Fazil, “Ya Muhammed” nidasi ile biten bir siir yazar ve üstadina götürür. Arvasi Hazretleri, “Cenab-i Hak bile habibine ism-i hassi ile hitap etmez. Gul: -De ki- ifadesinde oldugu gibi ayetlerde O’na (sas) gizli zamir ile seslenir, isaret eder.” diye uyarir. Üstad Necip Fazil bu ikazdan sonra Efendimizin ism-i hassini siirinden çikarir. Mushaflarda adi Muhammed suresi olarak geçse de b azi müfessirler d iger a di -Kital suresi- tercih etmislerdir, sure adinda hissedilebilecek saygisizligi bertaraf etmek istemislerdir. Hucurat suresinde bedevilerin, hücrelerin etrafinda ism-i hassi ile ve yüksek sesle çagirmalarinin, Efendimizi çok rahatsiz ettigini ve Rabbimizin bu sekilde konusmayi yasakladigini da hatirlamaliyiz. Bu hassasiyetten olsa gerek siyer kitaplari genellikle “Ahmediye” seklinde isimlendirilmistir.

Amaciniz Kadar Degerlisiniz
Dr. Sami Bayrakci

Sufilerin, Cenab-i Hakk’i her seyin üstünde tuttuklari, O’nun (cc) rizasini gözetmeyi kul için en yüce hedef olarak gördükleri malumdur. “Hakk’in hatirini ali tutmak” sözüyle de kültürümüzde yer bulan bu hedef, sufilerin lütuf ve ikram kapilarinin salikin önünde açilmasi için temel sart kabul ettikleri bir husustur.
Cenab-i Hak; kendi rizasinin en yüce gaye, marifetinin en temel hedef olmasini istemistir. Bu nedenle ahsen-i takvim üzere yarattigini beyan buyurdugu (Tin, 4) kullarindan yalnizca kendisine kulluk etmelerini istemistir. Bunu ifade eden, “Ben cinleri ve insanlari, ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.” (Zariyat, 56) ayetinin “li-ya’büdun: bana kulluk etsinler diye” kismini Ibn Abbas “li-ya’rifun: beni tanisinlar diye” seklinde tefsir etmistir. Dolayisiyla yaratilmis her kulun nihai hedefi marifetullahi elde etmektir. Marifet, bu dünyada elde edilecek en büyük nimettir. Marifeti elde eden tüm hayirlara erismis, marifetten nasibi olmayan ise nasipsiz kalmis demektir. Yukaridaki ayetin tefsirinde Ibn Ata el-Edemi, marifeti olmayanin Cenab-i Hakk’i hakiki manada taniyamayacagini, O’nu (cc) sanina ve azametine uygun olmayan seylerle vasfedecegini belirtmistir.

Yazilarin tamami derginin 124. sayisinda. (Aralik, 2022)

Muhterem hazirun, Hazret-i Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesi...

Insanin fitrati tertemizdir. Ne var ki zamanla disardaki enkazin, toz dumanin külleri üzerine düser....

Ilim ve Irfan dergisinin 2024 Aralik sayisi sahsiyet dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2024