IKI KANATLI MÜRSID: IZZEDDIN HAZNEVI (KS)
DR. AHMET AZ
Seyh Izzeddin Haznevi 1925 yilinda
Mardin’in Nusaybin ilçesine 25 km.
uzaklikta bulunan Suriye’nin Kamisli
kazasina bagli Hazne köyünde dünyaya
geldi. Dogdugu yere nispetle
Haznevi lakabini aldi. Babasi, Sah-i
Mazin (Büyük Seyh) lakabiyla meshur
Ahmed Haznevi’dir. Annesi ise
takva sahibi bir hatun olarak bilinen
Amine Hanim’dir. Babasi Ahmed
Haznevi’nin gözetiminde ilmi ve
tasavvufi bir muhitte yetisen Izzeddin
Haznevi, gerek tasavvufta gerek
ser’i ilimlerde söz sahibi oldugu için
Bazu’l-Esheb (Ak Dogan), hem ser’i
ilimleri hem de tasavvuf ilmini kendisinde
cem ettiginden Zü’l-Cenaheyn
(Iki Kanatli) lakabini aldi. Ayrica keskin
zekasi ve ferasetinden dolayi ilmi
icazetinde babasi Ahmed Haznevi
tarafindan ez-Zekiyyü’l-Levzai (Keskin
Zekali) diye tavsif edildi. Izzeddin
Haznevi ilk tahsilini o dönemde akli
ve nakli ilimlerde otorite olan babasi
ve seyhi Ahmed Haznevi’den aldi.
Henüz küçük yasta Kur’an-i Kerim’i
ögrendikten sonra kardesleri Masum
ve Alaeddin Haznevi ile birlikte sarf,
nahiv, belagat ve mantik gibi alet ilimleri
yani sira Islami ilimleri tahsil etti.
Daha sonra Safii fikhi basta olmak
üzere fikih alaninda ihtisas yapti.
Uzun zaman tedrisatla mesgul olup
nakli ve akli ilimlerde üstün maharet
kazanan Izzeddin Haznevi, kisa
zamanda ser’i ilimlerde kendisine
müracaat edilen biri oldu ve bir süre
sonra babasinin elinden ilmi icazet
almaya layik görüldü. Izzeddin Haznevi,
ilmi icazetten sonra iki kardesi;
Masum Haznevi ve Alaeddin Haznevi
ile birlikte bir yandan medresede ders
vermeye bir yandan da tekke ve medresenin
ihtiyaçlarini deruhte etmeye
basladi.
SUSMANIN BOYUTLARI
DOÇ. DR. AHMET ALBAYRAK
Susmak, kadim ve ontolojik
bir durumdur. Annemizin
karninda yesermeye çalisirken
sessizlik deryasinda
degil miydik? Ne zaman ki dogarken
agladik iste bu süreçte susmayi kaybettik.
Hazret-i Zekeriya Aleyhisselam
konusmama orucu tutardi. Bizler
konusmayinca derunilesebiliriz yani
annemizle ayni bedende yasadigimiz
hali hatirlamis oluyoruz. Hazret-i Isa
Aleyhisselamin dogumundan önce
Hazret-i Meryem validemiz kimseyle
konusmama orucu tutmustu. “Ye, iç,
gözün aydin olsun. Eger insanlardan
birini görürsen, ‘Ben Rahman
için susma orucu adadim; bugün
hiçbir insanla konusmayacagim.’
de.” (Meryem, 26) Konusacak olsaydi
kaç kisi anlayabilecekti ki. Meryem
validemiz Allah (cc) ile birlikteydi.
Böyle sessizlige bürünmüs bir anneden
Hazret-i Isa zuhur etmez mi hiç!
Suskunlugumuzdur özümüz. Varligimizi
belirleyen sey iç dünyamizdir, dis
dünyamiz degildir. “Kur’an okundugu
zaman onu dinleyin ve susun ki, size
rahmet edilsin.” (Araf, 204) Bir kisinin
Allah’a olan hürmetini, Kur’an
okunurken husu içerisinde olup olmadigindan
anlayabiliriz. Allah kelami
olan Kur’an, dogrudan kulaklarimizda
dolasirken bizler nasil gaflette kalabiliriz
ki! Arabamizda giderken Kur’an
dinliyorsak ve yolda gidecegimiz yere
vardiysak, Kur’an metni ilgili durakta
tamamlanincaya kadar dinlememiz
gerekmez mi? Kur’an’in sözü/cümlesi
tamamlanmadan arabanin anahtarini
kapatmak, Kur’an’i yarida kesmek
degil midir? Ramazan ayinda iftara
davet ettigimiz akraba veya misafirlerimiz
geldiklerinde, televizyonda
Kur’an okunuyorsa, derhal edep ve
emir (Araf, 204) geregi susmamiz
gerekmez mi?
ER-RAFII (CC)
AHMET EDIP BASARAN
Alçalis ve yücelis Cenab-i Hakk’in
tasarruf alanidir. Ilahi taksimatin
tecellileri söz konusu oldugunda kula
düsen vazife tefekkür ve niyazdir.
Insana iyiyi kötüden, güzeli çirkinden
ayirt edebilme melekesi bahsedilmistir.
Haliyle alçalma ve yücelis
dogrudan insanin tercihine baglidir.
Kötülerin ve kötülüklerin birçok
yardimcisi, yardakçisi olagelmistir
dünyada. Hepsinin sonu alçalis, azap
ve hüsrandir. Iyiler sadece Cenab-i
Hakk’in rahmetine ve inayetine itimat
ettikleri için hayrin da serrin de
O’ndan (cc) geldigi inanciyla hayatlarini
tanzim ederler. Kalben ve ruhen
yücelme böylesi bir tavir inceligiyle
gerçeklesir. Bu baglamda er-Rafi’
isminin hem somut hem de soyut bir
anlam derinligi söz konusudur. Maddi
düzlemde kainatin yaratilisi, göklerin
yükseltilmesi, günesin ve gezegenlerin
kozmik bir düzen içinde dizilmesi
gibi durumlar Cenab-i Hakk’in tasarrufu
altindandir. Manevi düzlemde
ise yine insan bir küçük âlem olarak
ruhsal nitelikler ve manevi dereceler
bakimindan çesit çesittir. Iste Cenab-i
Hak, kendisine yakin olanlari ibadet
ve eylemleri sebebiyle kalben ve
ruhen yüceltir. Bu yücelme, mü’min
kullarin yüreklerinde bir cennet müjdesine,
bir hayat nesesine dönüsür.
HICRI TAKVIM VE HICRET SENESI
ISLIM GÜMÜSTEKIN
Hazret-i Peygamber, Mekke’nin fethinden
sonra “Mekke fethinden sonra
artik hicret yok; fakat cihat ve niyet
vardir; Allah yolunda savasa çagrildiginiz
zaman hemen katilin.” (Buhari,
Menakibü’l-Ensar 45; Müslim, Hac
445) hadisiyle hem Müslümanlarin
bulunduklari beldelerden Medine’ye
göç etmelerini engellemis, hem de
hicretin hayat akisinin içerisinde
ibadetleri kusatan bir biçimine dikkat
çekmistir. Bütün dini gün ve
gecelerin ve ibadetlerin vakitlerinin
Hicri takvime uygun sekilde yerine
getirilmesi hicretin hayatin akisi
içerisinde etkisini ve önemini ortaya
koyar. Hazret-i Ömer’den sonra Arap
hükümdarlari yeni yilin ilk gününe
daima saygi göstermis ve tebrikleri
kabul etmek üzere törenler düzenlemislerdir.
Osmanlilar döneminde
de Muharrem ayinda devlet erkani
padisahin huzuruna çikarak yeni yili
tebrik etmis ve padisahtan Muharremiye
denilen hediyeleri alirken,
onlar da kendi yanlarindaki kisilere
Muharremiye vermislerdir. Özellikle
edebiyat alaninda sairler yeni yila ait
çesitli manzumeler yazmis ve tekke
ve camilerde Kerbela olayi ile birlikte
anilarak Muharremiye adi verilen
çesitli ilahiler okutmuslardir. Günümüzde
Misir, Tunus, Cezayir ve Fas
gibi ülkelerde bu ayda çesitli kutlama
törenleri düzenlenmektedir.
SAGLIKLI DÜSÜNME DERSI
DR. ABDULLAH TAHA ORHAN
Ibn Ataullah Iskenderi Hazretleri söyle
buyuruyor: “Allah sana mevcudatta
tecelli edene bakmaya izin vermis,
mevcudatin kendilerine takilip kalmana
ise müsaade etmemistir. ‘De ki:
Bir bakin da görün, göklerde ve yerde
neler var?’ (Yunus, 101) buyurmustur.
Böylece sana onlardaki mesaji
anlama kapisini açmistir. ‘Göklere ve
yere bakiniz.’ dememistir ki onlarin
cisimlerine takilip kalmayasin.”
Tefekkür; insanin kendisini ve kainati,
daha da önemlisi bunlardan
hareketle Rabbini tanimasi için eline
verilmis en önemli vasitadir. Düsünmek
içinse insanin önce durmasi
ve bakmasi gerekir. Bu nedenledir
ki Kur’an-i Kerim’de pek çok ayette
Cenab-i Hak insana bakarak düsünmesini
emreder: “Ya hala bakmazlar
mi o deveye: Nasil yaratilmis? Ve o
göge: Nasil kaldirilmis? Ve o daglara:
Nasil dikilmis? Ve o yeryüzüne: Nasil
yayilmis?” (Gasiye, 17-20) Burada dikkat
gerektiren önemli bir nokta var. Bu
düsünce ameliyesinin metodu ne olacak?
Bu soruya verilecek cevap Dogu
ile Bati medeniyetlerinin olusumunu
netice verecek kadar önemlidir. Dogu;
bu soruya eserden müessire, zahirden
batina, distan içe, afaktan enfüse
giden bir düsünce metodu ile cevap
verdigi için Cenab-i Hak’tan bagimsiz
bir bilim tasavvuruna girismemis, Bati
ise; içten disa, enfüsten afaka seklinde
bir metod benimsedigi için Hak’tan
neredeyse soyutlanmis ve dolayisiyla
aslinda insani da iskalayan
bilimler üretebilmistir. Bu yüzdendir
ki Dogu düsüncesi atom bombasi gibi
bir teknolojiyi asla üretemeyecekken,
Bati düsüncesi bunu üretmekle kalmamis
sehirleri, insanlari ve sayisiz
canliyi bu bombayla yok edebilmistir.
Sosyal bilimlerden bir örnek verecek
olursak, Osmanli devleti bu düsünce
metodu nedeniyle, ihtiyaçtan fazlasini
üretmeyi dogru bulmadigi için
hiçbir zaman kapitalist bir üretim
tarzina girememis, Avrupa ise sanayi
devrimiyle bu yüzden Osmanli’yi
-zahiren- geride birakmistir. Buradan
sunu anliyoruz. Düsünmek çok
degerli bir eylem. Ancak bu tek basina
degerli degil, onun degerini belirleyen
nasil yapildigi.
HEYBEMIZDE NE VAR?
KAMIL YESIL
Üç dervis birbirlerinden habersiz
olarak yola çikmislar. Yol onlari
birlestirmis. Hu diyerek selamlamislar
birbirlerini. Tanismislar.
Her birinin tarikatinin ayri, muradinin
ayni oldugunu görmüsler. Bu tür yolculuk
ve yol arkadasligi ögretici olur. Menzilleri
farkli olsa da belli bir süreye kadar ayni
istikamet ve güzergahta yürümek zorunda
olduklarini fark etmisler. Her üçünün de
omuzlarinda heybe. Biri keçi kilindan yapmis
heybesini digerininki el isi. Üçüncü
dervis de eski kilimi heybe haline getirmis.
Pinar baslarinda abdestlerini aliyor, namazlarini
kiliyor, yeri geliyor ilahi söylüyorlar,
yeri geliyor seyhlerinin kerametlerinden
bahsediyorlarmis. Gün bitmek üzereyken
yolda hiçbir sey yemediklerini fark etmisler.
Acikmis, susamis, yorulmus dervisler
olarak bir agacin gölgesine oturmuslar. “Yol
ayrimina geldik. Su agacin gölgesine oturalim,
biraz nefeslenelim, Allah ne verdiyse
yiyelim sonra da kendi yolumuza devam
edelim.” demisler.
Sakalinin beyazligindan, yüzündeki çizgilerden,
hafif öne egilen kamburundan yasça
büyük oldugu anlasilan dervis konusmus.
Demis ki, herkes heybesindekileri koysun
sofraya. Heybeleri omuzlarindan indirmisler.
Yasça büyük dervis de heybesini
omzundan indirmis. “Benim heybemin ön
gözünde yiyecek, içecek cinsinden bir sey
yok. Biz yolda buldugumuzu yeriz, bulamazsak
sükrederiz.” demis. Peki o zaman
neden tasiyorsun bu heybeyi diye sormus
biri. Dervis söyle cevap vermis: “Ön cebine
isledigim günahlari koyuyorum. Allah’in
hangi emirlerini çignedim. Hangi emirleri
gönülsüz getirdim yerine. Üsenerek,
tembellik göstererek yaptigim amelleri,
eksiklerimi, hatalarimi koyuyorum ön göze.
Yolda giderken günahlarimin, acziyetimin,
kul olusumun hep hatirimda olmasini
istiyorum. Böylece her daim tevbe, istigfar,
nedamet üzere oluyorum.” Peki arka
gözünde ne var heybenin, demisler.
DOGA FILOZOFUNUN KESIFLERI
DR. MONA A. TUFAN
Bir doga filozofu nasil çalisir? O öncelikle
dogada oldugunun farkindadir. Doga onun
çalisma alanidir. Bu farkindalik otantik bir
karsilasmanin ilk sartidir. Içinde bulundugu
mekana ve mekandaki nesnelere dikkat kesilir.
Agaçlar, akan bir nehir, filozofun yüzüne
yapraklar arasindan vuran günes, rüzgarin
ugultusu ve kus sesleri… Gözleri, kulaklari, teninin
isi alma kapasitesi, dokundugu toprak, eline
aldigi dökülmüs yapraklar… Ilkin dis duyulari
sonra iç duyulari teyakkuz halindedir. Bellegi,
hayal gücü, algilari, heyecanlari, kaygilari oradadir.
Hazir bulunmaktadir. Filozof dogadayken
zihninin yarisi evde, dörtte biri iste, bir kismi
yarin halledecegi ödevde olan biri degildir. O bir
adanmislikla dogadadir. Filozof varligin sesini
isitmeye çalisir. Bir seylere müdahale etmeden
onlari olmaya birakir. Gözlem yapar. O zaman
doga kendince bir dille filozofa konusacaktir.
(Yazilarin tamami derginin Temmuz, 2022 sayisinda.)