ILIM VE IRFAN | Temmuz | 2022 | DIGER YAZILAR | Okunma: 525
IKI KANATLI MÜRSID: IZZEDDIN HAZNEVI (KS)
DR. AHMET AZ

Seyh Izzeddin Haznevi 1925 yilinda Mardin’in Nusaybin ilçesine 25 km. uzaklikta bulunan Suriye’nin Kamisli kazasina bagli Hazne köyünde dünyaya geldi. Dogdugu yere nispetle Haznevi lakabini aldi. Babasi, Sah-i Mazin (Büyük Seyh) lakabiyla meshur Ahmed Haznevi’dir. Annesi ise takva sahibi bir hatun olarak bilinen Amine Hanim’dir. Babasi Ahmed Haznevi’nin gözetiminde ilmi ve tasavvufi bir muhitte yetisen Izzeddin Haznevi, gerek tasavvufta gerek ser’i ilimlerde söz sahibi oldugu için Bazu’l-Esheb (Ak Dogan), hem ser’i ilimleri hem de tasavvuf ilmini kendisinde cem ettiginden Zü’l-Cenaheyn (Iki Kanatli) lakabini aldi. Ayrica keskin zekasi ve ferasetinden dolayi ilmi icazetinde babasi Ahmed Haznevi tarafindan ez-Zekiyyü’l-Levzai (Keskin Zekali) diye tavsif edildi. Izzeddin Haznevi ilk tahsilini o dönemde akli ve nakli ilimlerde otorite olan babasi ve seyhi Ahmed Haznevi’den aldi. Henüz küçük yasta Kur’an-i Kerim’i ögrendikten sonra kardesleri Masum ve Alaeddin Haznevi ile birlikte sarf, nahiv, belagat ve mantik gibi alet ilimleri yani sira Islami ilimleri tahsil etti. Daha sonra Safii fikhi basta olmak üzere fikih alaninda ihtisas yapti. Uzun zaman tedrisatla mesgul olup nakli ve akli ilimlerde üstün maharet kazanan Izzeddin Haznevi, kisa zamanda ser’i ilimlerde kendisine müracaat edilen biri oldu ve bir süre sonra babasinin elinden ilmi icazet almaya layik görüldü. Izzeddin Haznevi, ilmi icazetten sonra iki kardesi; Masum Haznevi ve Alaeddin Haznevi ile birlikte bir yandan medresede ders vermeye bir yandan da tekke ve medresenin ihtiyaçlarini deruhte etmeye basladi.

SUSMANIN BOYUTLARI
DOÇ. DR. AHMET ALBAYRAK

Susmak, kadim ve ontolojik bir durumdur. Annemizin karninda yesermeye çalisirken sessizlik deryasinda degil miydik? Ne zaman ki dogarken agladik iste bu süreçte susmayi kaybettik. Hazret-i Zekeriya Aleyhisselam konusmama orucu tutardi. Bizler konusmayinca derunilesebiliriz yani annemizle ayni bedende yasadigimiz hali hatirlamis oluyoruz. Hazret-i Isa Aleyhisselamin dogumundan önce Hazret-i Meryem validemiz kimseyle konusmama orucu tutmustu. “Ye, iç, gözün aydin olsun. Eger insanlardan birini görürsen, ‘Ben Rahman için susma orucu adadim; bugün hiçbir insanla konusmayacagim.’ de.” (Meryem, 26) Konusacak olsaydi kaç kisi anlayabilecekti ki. Meryem validemiz Allah (cc) ile birlikteydi. Böyle sessizlige bürünmüs bir anneden Hazret-i Isa zuhur etmez mi hiç! Suskunlugumuzdur özümüz. Varligimizi belirleyen sey iç dünyamizdir, dis dünyamiz degildir. “Kur’an okundugu zaman onu dinleyin ve susun ki, size rahmet edilsin.” (Araf, 204) Bir kisinin Allah’a olan hürmetini, Kur’an okunurken husu içerisinde olup olmadigindan anlayabiliriz. Allah kelami olan Kur’an, dogrudan kulaklarimizda dolasirken bizler nasil gaflette kalabiliriz ki! Arabamizda giderken Kur’an dinliyorsak ve yolda gidecegimiz yere vardiysak, Kur’an metni ilgili durakta tamamlanincaya kadar dinlememiz gerekmez mi? Kur’an’in sözü/cümlesi tamamlanmadan arabanin anahtarini kapatmak, Kur’an’i yarida kesmek degil midir? Ramazan ayinda iftara davet ettigimiz akraba veya misafirlerimiz geldiklerinde, televizyonda Kur’an okunuyorsa, derhal edep ve emir (Araf, 204) geregi susmamiz gerekmez mi?

ER-RAFII (CC)
AHMET EDIP BASARAN

Alçalis ve yücelis Cenab-i Hakk’in tasarruf alanidir. Ilahi taksimatin tecellileri söz konusu oldugunda kula düsen vazife tefekkür ve niyazdir. Insana iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayirt edebilme melekesi bahsedilmistir. Haliyle alçalma ve yücelis dogrudan insanin tercihine baglidir. Kötülerin ve kötülüklerin birçok yardimcisi, yardakçisi olagelmistir dünyada. Hepsinin sonu alçalis, azap ve hüsrandir. Iyiler sadece Cenab-i Hakk’in rahmetine ve inayetine itimat ettikleri için hayrin da serrin de O’ndan (cc) geldigi inanciyla hayatlarini tanzim ederler. Kalben ve ruhen yücelme böylesi bir tavir inceligiyle gerçeklesir. Bu baglamda er-Rafi’ isminin hem somut hem de soyut bir anlam derinligi söz konusudur. Maddi düzlemde kainatin yaratilisi, göklerin yükseltilmesi, günesin ve gezegenlerin kozmik bir düzen içinde dizilmesi gibi durumlar Cenab-i Hakk’in tasarrufu altindandir. Manevi düzlemde ise yine insan bir küçük âlem olarak ruhsal nitelikler ve manevi dereceler bakimindan çesit çesittir. Iste Cenab-i Hak, kendisine yakin olanlari ibadet ve eylemleri sebebiyle kalben ve ruhen yüceltir. Bu yücelme, mü’min kullarin yüreklerinde bir cennet müjdesine, bir hayat nesesine dönüsür.

HICRI TAKVIM VE HICRET SENESI
ISLIM GÜMÜSTEKIN

Hazret-i Peygamber, Mekke’nin fethinden sonra “Mekke fethinden sonra artik hicret yok; fakat cihat ve niyet vardir; Allah yolunda savasa çagrildiginiz zaman hemen katilin.” (Buhari, Menakibü’l-Ensar 45; Müslim, Hac 445) hadisiyle hem Müslümanlarin bulunduklari beldelerden Medine’ye göç etmelerini engellemis, hem de hicretin hayat akisinin içerisinde ibadetleri kusatan bir biçimine dikkat çekmistir. Bütün dini gün ve gecelerin ve ibadetlerin vakitlerinin Hicri takvime uygun sekilde yerine getirilmesi hicretin hayatin akisi içerisinde etkisini ve önemini ortaya koyar. Hazret-i Ömer’den sonra Arap hükümdarlari yeni yilin ilk gününe daima saygi göstermis ve tebrikleri kabul etmek üzere törenler düzenlemislerdir. Osmanlilar döneminde de Muharrem ayinda devlet erkani padisahin huzuruna çikarak yeni yili tebrik etmis ve padisahtan Muharremiye denilen hediyeleri alirken, onlar da kendi yanlarindaki kisilere Muharremiye vermislerdir. Özellikle edebiyat alaninda sairler yeni yila ait çesitli manzumeler yazmis ve tekke ve camilerde Kerbela olayi ile birlikte anilarak Muharremiye adi verilen çesitli ilahiler okutmuslardir. Günümüzde Misir, Tunus, Cezayir ve Fas gibi ülkelerde bu ayda çesitli kutlama törenleri düzenlenmektedir.

SAGLIKLI DÜSÜNME DERSI
DR. ABDULLAH TAHA ORHAN

Ibn Ataullah Iskenderi Hazretleri söyle buyuruyor: “Allah sana mevcudatta tecelli edene bakmaya izin vermis, mevcudatin kendilerine takilip kalmana ise müsaade etmemistir. ‘De ki: Bir bakin da görün, göklerde ve yerde neler var?’ (Yunus, 101) buyurmustur. Böylece sana onlardaki mesaji anlama kapisini açmistir. ‘Göklere ve yere bakiniz.’ dememistir ki onlarin cisimlerine takilip kalmayasin.” Tefekkür; insanin kendisini ve kainati, daha da önemlisi bunlardan hareketle Rabbini tanimasi için eline verilmis en önemli vasitadir. Düsünmek içinse insanin önce durmasi ve bakmasi gerekir. Bu nedenledir ki Kur’an-i Kerim’de pek çok ayette Cenab-i Hak insana bakarak düsünmesini emreder: “Ya hala bakmazlar mi o deveye: Nasil yaratilmis? Ve o göge: Nasil kaldirilmis? Ve o daglara: Nasil dikilmis? Ve o yeryüzüne: Nasil yayilmis?” (Gasiye, 17-20) Burada dikkat gerektiren önemli bir nokta var. Bu düsünce ameliyesinin metodu ne olacak? Bu soruya verilecek cevap Dogu ile Bati medeniyetlerinin olusumunu netice verecek kadar önemlidir. Dogu; bu soruya eserden müessire, zahirden batina, distan içe, afaktan enfüse giden bir düsünce metodu ile cevap verdigi için Cenab-i Hak’tan bagimsiz bir bilim tasavvuruna girismemis, Bati ise; içten disa, enfüsten afaka seklinde bir metod benimsedigi için Hak’tan neredeyse soyutlanmis ve dolayisiyla aslinda insani da iskalayan bilimler üretebilmistir. Bu yüzdendir ki Dogu düsüncesi atom bombasi gibi bir teknolojiyi asla üretemeyecekken, Bati düsüncesi bunu üretmekle kalmamis sehirleri, insanlari ve sayisiz canliyi bu bombayla yok edebilmistir. Sosyal bilimlerden bir örnek verecek olursak, Osmanli devleti bu düsünce metodu nedeniyle, ihtiyaçtan fazlasini üretmeyi dogru bulmadigi için hiçbir zaman kapitalist bir üretim tarzina girememis, Avrupa ise sanayi devrimiyle bu yüzden Osmanli’yi -zahiren- geride birakmistir. Buradan sunu anliyoruz. Düsünmek çok degerli bir eylem. Ancak bu tek basina degerli degil, onun degerini belirleyen nasil yapildigi.

HEYBEMIZDE NE VAR?
KAMIL YESIL

Üç dervis birbirlerinden habersiz olarak yola çikmislar. Yol onlari birlestirmis. Hu diyerek selamlamislar birbirlerini. Tanismislar. Her birinin tarikatinin ayri, muradinin ayni oldugunu görmüsler. Bu tür yolculuk ve yol arkadasligi ögretici olur. Menzilleri farkli olsa da belli bir süreye kadar ayni istikamet ve güzergahta yürümek zorunda olduklarini fark etmisler. Her üçünün de omuzlarinda heybe. Biri keçi kilindan yapmis heybesini digerininki el isi. Üçüncü dervis de eski kilimi heybe haline getirmis. Pinar baslarinda abdestlerini aliyor, namazlarini kiliyor, yeri geliyor ilahi söylüyorlar, yeri geliyor seyhlerinin kerametlerinden bahsediyorlarmis. Gün bitmek üzereyken yolda hiçbir sey yemediklerini fark etmisler. Acikmis, susamis, yorulmus dervisler olarak bir agacin gölgesine oturmuslar. “Yol ayrimina geldik. Su agacin gölgesine oturalim, biraz nefeslenelim, Allah ne verdiyse yiyelim sonra da kendi yolumuza devam edelim.” demisler. Sakalinin beyazligindan, yüzündeki çizgilerden, hafif öne egilen kamburundan yasça büyük oldugu anlasilan dervis konusmus. Demis ki, herkes heybesindekileri koysun sofraya. Heybeleri omuzlarindan indirmisler. Yasça büyük dervis de heybesini omzundan indirmis. “Benim heybemin ön gözünde yiyecek, içecek cinsinden bir sey yok. Biz yolda buldugumuzu yeriz, bulamazsak sükrederiz.” demis. Peki o zaman neden tasiyorsun bu heybeyi diye sormus biri. Dervis söyle cevap vermis: “Ön cebine isledigim günahlari koyuyorum. Allah’in hangi emirlerini çignedim. Hangi emirleri gönülsüz getirdim yerine. Üsenerek, tembellik göstererek yaptigim amelleri, eksiklerimi, hatalarimi koyuyorum ön göze. Yolda giderken günahlarimin, acziyetimin, kul olusumun hep hatirimda olmasini istiyorum. Böylece her daim tevbe, istigfar, nedamet üzere oluyorum.” Peki arka gözünde ne var heybenin, demisler.

DOGA FILOZOFUNUN KESIFLERI
DR. MONA A. TUFAN

Bir doga filozofu nasil çalisir? O öncelikle dogada oldugunun farkindadir. Doga onun çalisma alanidir. Bu farkindalik otantik bir karsilasmanin ilk sartidir. Içinde bulundugu mekana ve mekandaki nesnelere dikkat kesilir. Agaçlar, akan bir nehir, filozofun yüzüne yapraklar arasindan vuran günes, rüzgarin ugultusu ve kus sesleri… Gözleri, kulaklari, teninin isi alma kapasitesi, dokundugu toprak, eline aldigi dökülmüs yapraklar… Ilkin dis duyulari sonra iç duyulari teyakkuz halindedir. Bellegi, hayal gücü, algilari, heyecanlari, kaygilari oradadir. Hazir bulunmaktadir. Filozof dogadayken zihninin yarisi evde, dörtte biri iste, bir kismi yarin halledecegi ödevde olan biri degildir. O bir adanmislikla dogadadir. Filozof varligin sesini isitmeye çalisir. Bir seylere müdahale etmeden onlari olmaya birakir. Gözlem yapar. O zaman doga kendince bir dille filozofa konusacaktir.

(Yazilarin tamami derginin Temmuz, 2022 sayisinda.)

Yüce Allah buyuruyor ki: “Insanlarin hangisinin daha güzel amel isledigini deneyelim diye süphesiz biz yeryüzündeki seyleri ona bir zinet yaptik.” (Kehf, 7...

Imkan, insanoglunun en büyük imtihan sahasidir....

Ilim ve Irfan dergisinin 2025 Ocak sayisi Üç Aylar dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2024