HAYIRLI HIZMETLERIN ÖNCÜSÜ: UBEYDULLAH AHRAR HAZRETLERI
PROF. DR. NECDET TOSUN
Hoca U beydullah Ahrar
-kuddise sirruh- Hicri 806
(Miladi 1404) senesinde
Taskent’te dünyaya geldi.
Gençliginde Semerkant’ta kisa bir
süre medrese egitimi aldiktan sonra
Maveraünnehr ve Herat’ta birçok
mutasavviftan feyz aldi. 1431 senesinde Herat’tan Çaganiyan tarafindaki
Hülgatu köyüne giderek Yakup Çerhi’ye intisap etmeye karar verdi.
Yolculugu esnasinda Belh’te Alaeddin
Attar’in halifelerinden Hüsameddin Parsa Belhi ile sohbet etti. Sonra
Çaganiyan vadisine gelip Alaeddin
Attar’in kabrini ziyaret etti. Çaganiyan’da bir süre hastalanan Hoca
Ahrar, bazi kimselerin Yakup Çerhi
hakkinda dedikodu ettigini duydu
ve bu sözlerden etkilenip Herat’a
dönmeyi düsündü. Ancak bu kadar
yol gelmisken Çerhi ile görüsmeden
gitmek istemedi ve Hülgatu köyüne
gidip onunla görüstü. Birkaç gün sohbetinde bulunduktan sonra Yakup
Çerhi’ye intisap etti. Çerhi, bu intisapta ona kelime-i tevhid zikri (nefy
u isbat) telkin etti ve ekledi: “Büyük
efendi Bahaeddin Naksibend’den
bize ulasan budur. Ama siz müritleri
cezbe yoluyla egitmek isterseniz, o
sizin tercihinizdir.” O meclisteki bazi
kisiler Yakup Çerhi’nin bu sözüne
hayret edip, “Daha yeni intisap etmis
olan bir müride, nasil olur da, cezbe
yoluyla müritleri terbiye ederseniz
o sizin tercihinizdir, diyorsunuz.”
dediler. Çerhi, “Mürit dedigin, mürsidin huzuruna böyle gelmeli. Her seyi
hazir, is icazete kalmis. Lamba, yag ve
fitili hazirlamis, sadece kibrit çakmak
gerekiyor.” dedi. Ubeydullah Ahrar, üç
ay kadar Yakup Çerhi’nin sohbetinde
bulundu ve hilafet -icazet, diploma alarak Herat’a döndü.
ALLAH'A MINNETTAR OLMAK: SÜKÜR
DOÇ. DR. MAHMUD ESAD ERKAYA
Sükür, Allah Tealaya duyulan minnetin bir ifadesidir. Bundan
dolayidir ki Peygamber Efendimiz (sas), peygamberlik yillarini
Rabbine sükrederek geçirmistir. Bu sükür, dil ile oldugu kadar hal
ve ibadetlerle de gerçeklesmektedir. Mü’minlerin annesi Hazret-i
Aise, O’nun (sas) sükür dolu yasamindan ibretlik bir kesiti bizlere
nakleder. Tabiinin ileri gelen fakihlerinden Ata bin Ebu Rebah
ile Ubeyd bin Umeyr de bir gün Hazret-i Aise’nin yanina gelip,
“Annecigim, Resul-i Ekrem’de gördügün en hayret verici davranisi
bize anlatir misin?” derler. Nitekim Hazret-i Aise, hanimi olmasi
itibariyla Peygamberimizi yakindan taniyan ve O’nun (sas) en
özel anlarina sahitlik eden bahtiyar bir kimsedir. Bu hususu çok
iyi bilen sahabe ve tabiinden bazi kimseler zaman zaman onun
yanina gelip Hazret-i Peygamber hakkinda sorular sormaktadir.
Bu soru karsisinda Hazret-i Aise, bir müddet susarak düsündükten sonra söyle cevap verir: “Bir gece bana, ‘Ey Aise! Izin verirsen
kalkip bu gece Rabbime ibadet edeyim.’ dedi. Ben de, ‘Vallahi, ben
sana yakin olmayi da seni sevindirecek seyi de severim.’ dedim.
ÜBEY BIN KA'B
DOÇ. DR. IBRAHIM TOZLU
Yüce Allah’in adini andigi
kutlu insan, Peygamberimizin vahiy katibi, sirdasi,
Kur’an muallimi, kurra
hafizlarin efendisi, Kur’an hizmetkari, seyyidü’l-müslimin, fetva ehli,
imam, Medineli ilk Müslümanlardan Übey bin Ka’b Hazretleri Hazrec
kabilesinin Neccarogullari koluna
mensuptu. Bu kabile, soy itibariyla
dedesi Abdulmuttalip’in annesi
araciligiyla Efendimizin yakinlariydi. Peygamberimiz, “Sizler benim
dayilarimsiniz, ben sizdenim, sizin
nakibiniz benim.” diye onlara hitap
ederdi. (Ibnü’l-Esir, Üsdü’l-Gabe, I,
205) Akabe tepeciklerinde Islam’i ilk
kabul eden kahraman ve yigit insanlardi Neccarogullari. Hicret günü
yollara kabilenin küçük kizlarini
çikartip kutlu elçiyi, “Talea’l-bedru
aleyna” nesideleriyle karsilayanlar
onlardi. Resulullahin babasi Abdullah, onlarin yurdunda bir ay hasta
kalmis akabinde ahirete irtihal
etmisti. Efendimiz alti yasindayken
annesi Amine, bu seçkin insanlarin
yanina gelmis ve esi Abdullah’in kabrini ziyaret edip bir ay orada kalmis,
Mekke’ye dönerken de genç yasta
Ebva’da vefat etmisti. Efendimiz hicret yurduna geldiginde devesi Kasva,
bu kabileden iki yetime ait arsaya
çökerek Mescid-i Nebevi için Resule
yer göstermisti. Hasili Übey bin
Ka’b’in dogup büyüdügü Neccarogullari ile Allah Resulü arasinda çok
yönlü gönül bagi bulunuyordu. Ancak
Efendimiz nazarinda Übey bin Ka’b’i
asil öne çikartan ve “Seyyidü’l-Kurra”,
“Seyyidü’l-Ensar”, “Seyyidü’l-Müslimin” sifatlariyla mü’minlere efendi
-seyyid- diye takdim edilecek daha
üstün özelliklerinin bulunmasiydi.
Übey bin Ka’b; çok küçük yaslardan
itibaren Tevrat ve Incil’i okuyup
yazabilen, içerigi hakkinda engin
bilgiye sahip Medine’nin nadir gençleri arasindaydi. Akabe biatlarinda
Resulullahin yanina geldiginde bu
iki kutsal kitaptan ögrendikleriyle
Efendimizin (sas) okudugu Kur’an
ayetleri ve anlattiklari arasinda hiç
kuskusuz bir mukayese yapabilmekteydi. Çünkü Ibn Sa’d’in naklettigine
göre o, zamaninin büyük bir kismini
Yahudi ve Hristiyanligin en önemli
klasik dini eserlerini okuyup yazarak
geçirmekteydi. (et-Tabakatü’l-Kübra,
III, 378)
MENKBELERI NASIL ANLAMALIYIZ?
KAMIL YESIL
Insanoglu genel olarak sahit oldugu
olaylara iki türlü tepki vermistir. Ya
harika demis ona hayran olmustur
ya hurafe demis reddetmistir. Insanin
bu özelligi degismedi ve halihazirda
devam ediyor. Fen ve teknolojik
gelismelerde bu tepkiyle daha çok
karsilasiyoruz. Yüzyilin basinda bu
günkü fen ve teknolojik gelismelerin
ipucunu veren bilginler istihzayla
karsilandi. Bilisim teknolojisi bugün
onlarla alay ediyor. Insanoglunun akil
erdiremedigi en esasli olay yaratilis
veya Hazret-i Adem’in yaratilisidir
ki bu aslinda bir iman hadisesidir.
Insanlar yaratilisi olmus bitmis bir
hadise olarak kabul ederler. Nasil
oldugu bilinmemesine ragmen dünya
denilen bir yerdeyiz. Anne baba vasitasiyla dogmusuz. Bir gün gelecek
ölecegiz. Birinci yaratilisi kavrayamadigi için ikinci yaratilis, -basü badel
mevt- insan için bir muamma olmustur. Bundan dolayi Rabbimiz insanin
aklini kullanmasini ister. Ilk, birini
örnek almadan, yoktan yaratmak mi
daha zor; ikinci kez yaratmak mi, diye
sorar. Daha dogrusu bu soruyu sormamizi ister. Hazret-i Isa’nin babasiz
olarak yaratilisini bir türlü anlayamayan insanlara Adem’in anasiz ve
babasiz olarak yaratilmasini misal
getirir.
ÜMIT VE KORKUNUN DENGESI
DR. FATMA SENA EKICI
Tasavvufta havf ve reca iki
manevi haldir. Temel ve
genel haller oldugu için
her mü’minde bulunmasi
farzdir. Bunlar iki kanat, iki binek
olup geçilmesi zor olan ahiret yollarindan onlarla geçilir. Imam Gazzali
Ihya’sinda su benzetmeyi yaparak,
recanin hakikatini anlatir: “Dünya
ahiret için bir tarladir. Kalp, toprak;
iman, kalbe ekilen tohum gibidir.
Ibadet, yerin sulanmasi ve temizlenmesidir. Dünyaya tamamen kendini
kaptiran bir kimsenin kalbi de tohumu
bitirmeyen çorak arazi gibidir. Kiyamet günü ise hasat günüdür, kimse
ektiginden baskasinin biçemez.”
(Yazilarin tamami derginin Haziran, 2022 sayisinda.)