SUFI GÖZÜYLE SEHIR VE KÖY
PROF. DR. SÜLEYMAN ULUDAG
Insan, tabii olarak medenidir, ifadesi;
insan dogal olarak toplum halinde
yasar, anlamina gelir. Toplum halinde
yasamanin da iki sekli var: göçebe ve
bedevi toplumlar; kasaba ve sehirlerde
yasayan toplumlar. Bu durum; kirsal
kesim ve kent toplumlari, cümlesiyle de ifade edilir. Buna göre köy
hayati kirsal kesime dahildir. Kirsal
kesimdeki hayat ile kent toplumlari
arasindaki hayat, sosyoloji ve sosyal psikoloji bakimindan farklilik
gösterir ve bu farklilik dini hayata
da yansir. Kur’an’da peygamberlerin
ya bir kavme ya da bir sehir halkina
gönderildiginden bahsedilir. Mesela
Ad kavmine kardesleri Hud’u (Hud,
50); Semud kavmine kardesleri Salih’i
(Hud, 61); Medyen sehrine kardesleri
Suayb’i (Hud, 84) peygamber olarak
gönderdik, buyurulur. Kur’an’da sikça
geçen ve; insanlarin birlikte yasadiklari yer anlamina gelen “karye”
(çogulu: kurâ)dan maksat da kasabadir veya kasaba halkidir. Ehl-i kurâ
da, medine de ayni anlama gelir.
Belde (çogulu: bilad), dâr (çogulu:
diyar), memleket (çogulu: memalik),
buka (çogulu: bika), vatan (çogulu:
mevatin) gibi kelimeler daha ziyade
bölgeler ve mintikalar anlaminda
kullanilmaktadir. Peygamberlerin
kissalari anlatilirken onlarin yasadiklari kasaba ve sehirlere, buralarda
yerlesik hayat süren halklarin ve
kavimlerin hayat tarzlarina kisaca
temas edilir. Çadir hayati yasayan
bedevilerin yerlesim yerleri bulunmadigindan onlardan fazla bahsedilmez.
Bedevilerden daha ziyade, Arab seklinde bahsedilir. Kur’an’da Arabdan
olumlu sekilde bahsedilmez. (Bkz.
Tevbe, 90; Hucurat, 14) Medeni ve
bedevi kelimeleri birbirinin mukabili
olarak da zikredilir. (Tevbe, 101, 120)
Böylece bedevi ve medeni (hadari)
ayrimi yapilir. Ayni ifadelere hadislerde de rastlanir.
EL-BASIT (cc)
AHMET EDIP BASARAN
Yeryüzü her daim bir degisim ve yenilenme içindedir.
Yerler ve gökler, bastanbasa
bütün bir kainat bu Ilahi döngünün
içinde renkten renge girer. Her
mevsimin kendine has bir dokusu
vardir. Yillarin, aylarin, sürekli akip
durmakta olan zamanin ve elbet
irmaklarin. Ilahi bir bagis olarak
akip durmakta olan irmaklar bile
kendini tekrar etmez. Kainatta tekrar yoktur. Tekrar, içerdigi anlam
itibariyla zaten hilkatteki hikmete
ters düser. Allah’in her yaratisinda tekrar degil Ilahi bir tecelli
söz konusudur. Kainat kitabini bu
kalp nazariyla okumakla mükellefiz. Cenab-i Hakk’in söyledigi sözlü
ayetlerdir onlar ve idrak edebilenler için bu Ilahi isaretlerde nice
cevherler saklidir. Kalp gözüyle ve
hayret nazariyla bakanlar bu âlemin sayfalarinda Ilahi rahmetin
tecellileriyle anbean karsilasmanin
manevi lezzetini tadarlar.
SEYH ZIYAUDDIN NURSINI (ks)
DOÇ. DR. FERZENDE IDIZ
Osmanli’nin son dönem alim ve mutasavvif sahsiyetlerinden birisi olan
ve Hazret lakabiyla söhret bulmus
Muhammed Ziyauddin, 1856 yilinda
Hizan’a bagli Ispayert nahiyesinin Üsb
(Dogrular) köyünde dünyaya gelmistir. Babasi, Gavs-i Hizani diye bilinen
Seyh Sibgatullah Arvasi’nin halifesi
olan Seyh Abdurrahman et-Tahi’dir.
Abdurrahman et-Tahi gibi büyük
bir zatin oglu olmasi hasebiyle ilim
ve irfan ortaminda bulunmasi onun
yetismesinde etkili olmustur. Nitekim
o da küçük yastan itibaren babasi
Abdurrahman et-Tahi’den ilim tahsil etmeye baslamistir. Daha sonra
Siirt’e bagli Halenze köyünde bulunan
Molla Mustafa Halenze el-Bedevi’nin
yaninda medrese egitimini sürdürmüstür. Bir müddet sonra babasinin
halifesi olan alim ve sufi sahsiyetlerden Seyh Fethullah Verkanisi’nin
yanina gidip ilim tahsilini sürdürmüs
ve Seyh Fethullah’tan ilim icazetini
almistir.
IYILIK ET, DENIZE AT
KAMIL YESIL
Belki hatirlayanlar vardir, bir zaman
gazetelerde söyle bir haber yer almisti:
Denizli’nin Acipayam ilçesine bagli bir
köyde kimsesiz, ihtiyar bir kadin ihtiyaç
içinde kivranmaktadir. Kendisi neyse, askerde oglu
da vardir kadinin. Ona da para göndermesi gerekmektedir. Halini kimseye açamayan ihtiyar kadin,
avlusuna oturmus, bir çare düsünüyor. Böyle insanlar ayet ve hadislerde övülmüstür. Çünkü insanlik
serefine sahip çikmis, dilenmemis ve kimseden bir
sey istememistir. Bu ara bacasina yuva yapmak için
agzinda çer çöp tasiyan bir leylek gelir ve kadinin
damina konar. Kadin, burada böyle miskin miskin
oturacagima merdiveni kurayim, su leylege yardim edeyim bari, diye düsünür. Bir kovanin içine
kaldirabilecegi kadar kerpiç doldurur. Dami tamir
etmek için kardigi kerpiçten arta kalmistir bu kerpiç. Içinde biraz da çali çirpi, saman vardir. Bakraci
alir dama çikar. Kadin dama çikinca, leylek ürkmüs
ve gidip komsunun bacasina konmus. Kadin, getirdigi kerpiçle leylegin yuvasini sigamaya baslamis.
Tam bu sirada bakmis ki leylegin yuva yapmak
için getirdigi çer çöpün içinde bir ip parçasi var.
Ipi söyle bir kaldirmis, bakmis ki ipe dizili üç sari
altin. Aman Allah’im! Altinlari almis ve sevinçle
sunlari söylemis kadin: “Verecek olduktan sonra
Hallak, gagasinda getirir lak lak!”
MASALLARIN ÖGRETTIGI HAKIKATLER
DR. MONA A. TUFAN
Bu yazida size bir masaldan
söz edecegim. Masallarin,
öykülerin sadece çocuklar için oldugunu sananlar
yaniliyorlar. Büyük küçük herkesin
masallardan alacagi hisseler, ögrenecegi hakikatler, çözecegi semboller
ve anlayacagi manalar var. Bendeniz
masallarin insan hayatinda önemli
seyleri isaretlemede, arketipleri
belirlemede ve soyut hakikatleri
somutlastirip bir forma sokarak anlatmada, bu sayede salt akla degil,
duyguya ve muhayyileye de hitap
ederek insani yakalamada pek mahir
oldugu kanaatindeyim. Bu yazida
anlatacagim masal; Bati dünyasinda
epeyce bilinen, çogumuzun da ya
hikayesini okudugu ya da filmini
izledigi Oz Büyücüsü.
GIZLENMENIN DEGERI
DR. SAMI BAYRAKCI
Kulun Allah ile olan irtibatinda gizlilik esastir.
Cenab-i Hakk’in lütuf ve
ikramlarina mazhar olan
Hak dostlari, hallerini diger insanlardan gizlemeye gayret etmisler;
Allah ile olan ülfet ve muhabbetlerini yaban gözlerden sakinmislardir.
Zira kendilerine verilen ihsanlarin
bir sir olduguna inanmislar, bu sirri
asikar etmenin nimetin zevaline
sebep olacagindan endise etmislerdir. Bu konuda onlar için en güzel
örnek ise Resulullah olmustur. O (sas),
ümmetine örnek olmasi için pek çok
konuda detayli açiklamalarda bulunmasina ragmen, Cenab-i Hak ile olan
hususi ülfetine dair pek az teferruat
vermistir. Peygamber Efendimizin
namazlarinda yasadiklari ve hissettikleri; miraçta yasadigi duygular
konusunda bildiklerimiz sinirlidir. Bu
durum, evliyaullah için örnek olmus
ve hususi manada yasadiklari duygu
ve hisleri bir sir kabul ederek, insanlardan gizlemislerdir.
Ilahilerin okundugu bir mecliste
Cüneyd Bagdadi’nin ortamin cezbesine kapilmadan sakin bir halde
oturmasi bu durumun en güzel örneklerindendir. Müritlerinden biri Cüneyd
Bagdadi’nin bu sakin haline hayret
ederek: “Ey seyh, senin bu semadan
hiç nasibin olmuyor mu?” diye sormustur. Cüneyd Bagdadi bu soruya:
“Sen daglari görürsün de, onlari
hareketsiz zannedersin; oysa onlar,
bulutlarin geçtigi gibi geçip giderler.”
(Neml, 88) ayetiyle cevap vermistir.
(Isfahani, Hilyetü’l-Evliya ve Tabakatü’l-Asfiya, thk. Mustafa Abdülkadir
Ata, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-Ilmiyye,
c. 10, s. 289; Hücviri, Kesfü’l-Mahcub:
Hakikat Bilgisi. çev. Süleyman Uludag, Dergah Yayinlari, Istanbul 1996,
s. 569)
(Yazilarin tamami derginin 116. sayisinda.)