BÜYÜK MESALE: SEYH AHMED HAZNEVI
HÜSNÜ GEÇER
Seyh Ahmed Haznevi (ks), Sirvan’in Mavit köyünden Mardin’in Banih köyüne aile olarak göçerler. Orada bir müddet kaldiktan sonra babasi Molla Murat, Sengal ovasindan, simdi Suriye’nin hududuna düsen Asitan bölgesine göçer. Bir müddet yörede tebligde bulunduktan sonra Tandiri ile Sorrukin arasinda vefat eder ve bir tepenin üzerinde bulunan bir mezarlikta defnedilir.
Sah-i Hazne (ks) babasi vefat ettikten sonra Diyarbakir tarafina giderek zamanin usulüne uygun bir sekilde, köy köy dolasarak yörenin âlimlerinden ilim tahsilinde bulunur. Son olarak meshur âlim, allame muttaki bir zat olan ve Farkin’de ikamet eden Seyda Mela Hüseyin Küçük’ün (ks) medresesinde ilim tahsiline devam eder.
Üstün ahlâkiyla, keskin zekâsiyla, olgun akliyla arkadaslari arasinda itibar görür. Bir zaman sonra ilmini ve tahsilini nihayate erdirerek icazet alir. Daha sonra babasinin yasadigi yöreye döner. Orada Nusaybin’e bagli Kirtvin köyünde imamlik yapar. Ve burada Seyyide Emine Hatun ile evlenir.
Zahirî ilimler tam olarak kendilerini tatmin etmediginden mürsidini bulmaya koyulur.
Tam olarak seriat-i garraya tâbi, sünnet-i seniyyeye uyan bir mürsidi yöresinde bulamadigindan, Suriye’nin dogusundan yaya olarak, Norsin’de yasayan ehl-i hal ve ehl-i kemal, Naksibendilerin büyüklerinden sayilan Hazret Muhammed Diyaüddin’in yanina gelir ve seyr u süluke baslar.
IMAM RABBANI HAZRETLERININ MEKTUBAT’I
ZAHIT YAKIN
Mektubat, bir büyük mutasavvif tarafindan yazilan en kapsamli ve en meshur mektup külliyati olup tevarüs ettigi ve gelistirdigi Naksibendi yolu hakkinda baslica kaynak eser durumundadir. Eser, her seyden önce, Imam Rabbani Hazretlerinin manevi gelisim sürecini göstermesi bakimindan önem tasimaktadir. Imam Rabbani (ks) mektuplarini ihtiyaç dogdukça, farkli zamanlarda çesitli kisilere hitaben yazmistir. Kendisi de, mektuplarin çok degerli ve Ilahî tasdike mazhar bir bütün olusturdugunu belirtmektedir.
Eser, tasavvuf teorileri ve kelam terminolojisi agirlikli bir muhteva tasir. Muhtevasi açisindan çok zengin olan Mektubat, Naksibendi tarikatinin Hindistan, Orta Asya ve Osmanli dünyasinda genis kitlelere yayilmasinda mühim rol oynamistir.
Imam Rabbani'nin (ks) yazdigi mektuplar, onun olgunluk çagina ait fikirlerini yansitmasi açisindan önemli olmakla birlikte, dinî ve sosyal meselelere dair sundugu reçeteler de kendisinden sonra genis kitlelere ulasmasinda etkili olmustur. Genellikle sorulan sorulara cevaplar mahiyetinde olan mektuplar, o dönem Hint-Islam dünyasinin iç bünyesini ve ona ait problemleri yansitmasi açisindan da, birinci el kaynak olarak, tarih ilmine katki saglayicilik yönüyle de dikkat çeker.
Bu mektuplarin muhataplari olarak üç zümrenin öne çiktigini görüyoruz: siyasî, manevi ve ilmî güç sahipleri. Afganistan, Bedahsan, Belh, Bengal, Buhara, Delhi, Harezm, Isfahan, Kesmir, Lahor, Anadolu, Semerkand ve Tebriz gibi dönemin çok genis bir cografyasina yazilmis (39 ayri sehir) bu mektuplar, Imam Rabbani Hazretlerinin kalbinin ve ufkunun genisligini, irsadinin kapsayiciligini göstermesi bakimindan ayrica dikkate sayandir.
KÂINAT ZIKIR HALINDEDIR
MEHMET ÇETIN
Islam sevgi ve ask medeniyeti ise bu medeniyetin tuglalaridir zikir… Zikreden insanlar çogaldikça yeryüzünde nur halelerinin sayilari artacak, hatta bu haleler iç içe girecek demektir. Zikir hem insanin iç dünyasinin disavurumu, hem de nurlarin zuhurudur; ayrica zikredilen her bir lafzin tasidigi nice anlamlarin zuhura gelmesidir.
Böylece Hadid suresinin ilk ayetinde beyan edildigi üzere zikrimiz, göklerde ve yerde bulunan her “sey”in zikriyle bütünlesmektedir. Böyle bir Ilahî havzada sevgi ve ask ulvî bir medeniyet formuyla sütun haline gelmez mi? Insanin tabiatin zikriyle bulusmasini neredeyse bütün hayvanat ve nebatat coskuyla kutlamaz mi? Bu seviyeye ulasabilmek için zikir tesbihle oldugu kadar hassaten kalp ile yapilmalidir; kalbimiz yeterince zikirle atmalidir ki, vücudumuzu dinleyen tabip, steteskop cihazindan kalple birlikte atan Allah nidalarini duyabilsin…
Hem bizim, hem de bizimle ilgilenen tabibin kalbi Insirah ayetleriyle açiliversin.
Varlik âleminin dönmesi zikirdir
Zikir, insandaki en degerli mana mekani olan kalp ile beyin arasinda, varligi idrak konusunda ruhun onayiyla yapilan bir sözlesmedir. Zikir kalbin, gönlün ve ruhun huzur bulmasidir.
Zikrin ritmik yatistirici etkisi vardir. Zikirle yinelenen ifadeler adeta monoton titresimlerle hücrelerimizin nice coskularina katilmaktadirlar. Varlik âleminde protonlar yedi çember içerisinde saniyede üç yüz bin km hizla dönmüyorlar mi? Bu dönüsün titresimleri tabiî bir zikir halesi olusturmuyorlar mi?
Merhum ve muhterem Ömer Nasuhi Bilmen’in su sadelestirilmis su dizeleri bizleri hayrete düsürmez mi?
“Su göklerden, su yerlerden olusan bütün âlemlerin zerreleri,
Ya Rab senin büyüklük ve mukaddesligini göstermektedir.
Nehirlerin o hüzünlü sedasi, âsiklarin o kalbî inlemeleri,
Bütün kuslarin çigliklari, hep seni tesbih ve tenzih etmektedir.”
GÖKKUSAGINI MERDIVEN YAPMAK
MONA ISLAM
Allah’in esmasi tümüyle Adem’e verilmistir. Fakat Adem çocuklari kabiliyeti olsa dahi, kusurlari itibariyle, icraatindaki noksanligi ile, bu esmayi kuvveden fiile çikaramayabilir. O vakit bazi isimler bazilarinin önüne geçer, insan hayatinda isik kirilir ve renkler ortaya çikar. Bilinir ki aslinda beyaz tüm renklerin toplamidir.
Renkleri isimlere benzetecek olursak tümünün toplamini ise Allah ismine benzetebiliriz. Tüm renkleri yansitmak da, tüm isimleri üstünde zuhur ettirmek de çok güçtür. Bu sebeple “abdullah” olmak, yani Allah’in kulu olmak çok yüksek bir mertebeye isaret eder ki bu Efendimizin (sas) mertebesidir; “abdiyyet makami” denen yer burasidir.
Diger insanlar baska baska esmanin kullaridirlar. Bir isim onlarda azamdir, baskindir, diger isimler onun gölgesinde kalir. Baskin olan isim o kiside kendini gösterir ve o, kendinde tasarruf eden o ismin kuludur. O isim ise Ibn Arabi (ks) istilahiyla o kisinin Rabb-i Hassidir.
Varlikta çesitlilik esmada çesitlilik demektir. Isimler çogunlukla sanildigi gibi doksan dokuz adet degildir.
Imam Zeynelabidin’den (ra) bize ulasan Cevsen-i Kebir’de Allah’in binbir ismi zikredildigi gibi, muhakkiklerin bize ögretmesiyle biliriz ki Allah’in isimleri sonsuzdur. Isimlerin sonsuz olmasi ve insana bütün isimlerin verilmis olmasi su anlama gelir: Mertebeler sonsuzdur, tekamül sonsuzdur.
SAHABEYI YÜCELTEN DUYGU
SELAHATTIN YILDIRIM
Müslümanlara ve bütün mahlukata karsi hayirhah olmak bütün peygamberlerin ortak sünnetidir. Ne var ki insanlarin çogu kendisine nasihat edilmesinden hoslanmaz. Çünkü nasihati yudumlamak acidir. Onu ancak yüksek azimet sahipleri içebilir. Hikmet ehlinden birisi söyle demistir: “Nasihat dinlemekten yüzü kizaran kisinin rengi rezalet sebebiyle siyahlasir.”
Vaizler ve hatipler mealini verdigimiz hadis-i serifi açiklarken çogunlukla, “Din nasihattir.” derler. Mutlak olarak dinin nasihatten ibaret oldugunu söylemek nasihatin sadece bir yanini, yani sözlü kismini ifade eder. Oysa nasihat kelimesi sadece sözlü bir hayirhahlik demek degildir.
O hayirli fiilleri de kapsamaktadir. Yani her hayirli söz ve hayirli is bir nasihattir. Hadis-i serifi bu sekilde anlamak ve yorumlamak gerekir. Bu duruma göre yanlis yola sapmis olanlara dogru yolu göstermek için sözle nasihat etmenin yaninda matbuat yoluyla kitap, dergi, gazete nesredip insanliga hizmet etmek önem arz etmektedir. Diger bir ifade ile iliskilerimizin sünnete uygun olmasi en büyük hayirhahliktir.
Dinimizin medar-i iftihar noktalari; itikat, ibadetler, edeb, ukubât (cezalar) ve muamelattan ibarettir. Insanlarla sosyal münasebetlerimizde, alis-verislerimizde ve günlük hayatimizda baskalarinin haklarina saygili olmak, en az kendimiz kadar onlarin da haklarini korumak mecburiyetindeyiz.
ILIM VE IRFAN AILEMIZ
KOZALAK MISALI BIR GAYEYE BAGLIYIZ
DENIZ ÇIFTÇI
Tefekkür bambaska âlemlere sürükler götürür bizleri. Sadece bir saatinin bir yillik nafile ibadetten hayirli olmasi sebepsiz degildir. Zaten Rabbimiz düsünen akil sahiplerine hitap etmis ve çesitli nimetleri, hikmetleri, akil sinirlarimizin almadigi bazi incelikleri sayarak gözleri kâinata çevirmemizi isaret etmistir. Nereye dönsek hayret verici islerine, onlarin hikmetlerine, bazen de hikâye ettiklerine takilir gözlerimiz. Önemsiz ve siradan sandigimiz seyler bile ders verir bizlere hal dilleriyle.
Onlardan biri de kozalaktir. Evet evet, su bildigimiz çam kozalagi. Ne kadar güzel bir hikâye anlatir dinleyenlere, sessizce. Her biri büyük bir agacin gövdesinde yer alir. Kimisi birbirine yakin durur, kimisi birbirinden uzak. Çam agacinin dikenli yapraklari arasinda yerlerinde sessiz sakin yerlerini alir.
Her biri önceleri bir bütünken büyüdükçe hafifçe birbirinden ayrilir ama bagli bulunduklari zemine simsiki bagli kalir. Hepsi ayni günesin altinda olgunlasir, ayni gövdenin köklerinden gidalanir ve yagmurdan kendi payina düseni alir.
BABALAR ÇOCUKLARINIZIN GÖZÜ SIZDE!
ESRA KÜÇÜK
Çocuk egitiminde en önemli ve etkili dönemin 0-6 yas arasi, ilk çocukluk yillari oldugunu biliriz. Bu dönemde çocuk, yakin iliski içerisinde oldugu ailesinden etkilenerek sahsiyet, görgü ve bilgisinin ilk temel taslarini insa eder. Bundan dolayi ilk egitim yillarinda anne ve babaya pek çok görev düser. Bu görevlerden söz edilirken, genellikle annenin çocugun yasamindaki rolü üzerinde durulur. Fakat aslinda baba da en az anne kadar, hatta bazen anneden de fazla önemlidir.
Baba, çocugunu dokuz ay karninda tasimadigi ve onu emzirmedigi için, ilk bebeklik yillarinda kendini anneden daha az gerekli zanneder. Çocugun tüm sorumlulugunu annenin yüklendigi ailelerde, babanin, çocugunun egitiminde devreye girmesi, genellikle ikinci yilda gerçeklesir.
Artik çocuk, bebeklikten çikmaya baslamis ve sirin hareketleri, yarim konusmalariyla babasinin dikkatini çekmeyi basarmistir. Çocugu iki yaslarina varinca ona yakinlasmaya baslayan bir baba, babalik görevini yerine getirmekte gecikmis sayilir, çünkü babalik bebeklik döneminin sonunda baslamaz.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Nisan 2013 sayisinda.)