Akilli Kime Denir?
Dr. Kübra Zümrüt Orhan
Düsünme, dogruyu yanlistan
ayirt etme yetenegi olarak
tarif edilen akil; insanin
hem diger varliklara hem
de Rabbine karsi sorumlu olmasini
saglayan özelliktir. Insan, akil
sayesinde Ilahi mesaja muhatap
olup Hakk’in emir ve yasaklarina
uymakla mükellef olmustur. Akil
nimetinden mahrum olan kimseler,
davranislarindan da sorumlu degildirler.
Sufiler aklin insana verilis
sebebinin kullugu yerine getirmek
oldugunu belirtirler. Bu anlamda
Hakim Tirmizi’nin de söyledigi su
söz, sufilerin akilla ilgili yaygin
kabulünü yansitir: “Akil rububiyyeti
idrak için degil, ubudiyyeti yerine
getirmek için verilmistir.” Sufiler bu
sözle aklin metafizik konulardaki
yetersizligine isaret etmislerdir. Ilk
dönem sufilerinden Haris Muhasibi,
el-Akl isimli eserinde akil konusunu
ayrintili olarak ele almis ve akli, insanin
kendisi için faydali olanla zararli
olani birbirinden ayirmasini saglayan
bir yetenek olarak tarif etmistir. Akil,
ancak kisinin davranislariyla bilinebilir.
Ona göre akilli insan, kendisine
sorulan sorulara beklenildigi gibi
cevap veren, yararina olani yapip
zararina olandan kaçinan kimsedir.
Imtihanlarda Nice Imkanlar Vardir
Prof. Dr. Süleyman Derin
Bu dünyada huzura kavusmak
istiyorsak öncelikle
bu âleme niçin geldigimizi
ve nereye dönecegimizi iyi
bilmemiz gerekir. Yüce kitabimiz
bu dünyaya kulluk, kullugumuzun
kalitesini belirlemek üzere de imtihan
için geldigimizi söyle haber
verir: “Andolsun ki sizi biraz korku
ve açlikla; mallardan, canlardan ve
ürünlerden eksiltmekle sinayacagiz.
Sabredenleri müjdele!” (Bakara,
155) Bu ayeti tefsir eden Ismail Hakki
Bursevi, “Mü’minlerin kendilerini
hazirlayip sartlandirmalari ve baslarina
gelince de kolaylikla sabretmeleri
için Allah Teala, bu gibi hadiselerin
vuku bulacagini onlara önceden haber
vermistir.” der. Zira beklenmedik bir
zamanda aniden basa gelen belaya
sabir, vuku bulacagi önceden bilinen
musibete sabretmekten daha zordur.
Bela ve musibetler mihenk tasi gibidir,
bir mü’minin kalitesini ortaya kor.
Kalitesi en yüksek olan peygamberler
bu makamlara sabirlariyla ulasmistir.
Süleyman (as) hariç hiçbir peygamber
rahatlik içinde yasamamis, her biri en
agir sekilde imtihan edilmistir. Fahr-i
Kainat Efendimiz bile bu dünyada her
tür imtihana tâbi tutulmus, hem sözlü
hem de fiziki siddete maruz kalmis,
açligin ve korkunun her çesidiyle
imtihan edilmis, Taif dönüsünde
ayaklari kanlar içindeyken bile
tam bir sabir ve teslimiyet halinde:
“Allah’im, sen benden razi isen ben
hiçbir belaya aldirmam.” demistir.
Bu sebeple maneviyat yolunda ilerlemek,
cennete ve cemalullaha ulasmak
isteyen bir mü’minin mihnet ve sikintilara
gögüs germesi, belayi degil onu
gönderen yüce zati müsahede etmesi
gerekir.
Zenginlikle Sinanan Sahabi: Abdurrahman Bin Avf (ra)
Doç. Dr. Ibrahim Tozlu
Gani gönüllüydü. Cömertler cömerdiydi.
Uzun boyluydu. Güzel yüzlüydü. Beyaz
tenliydi. Hiç ak düsmemisti uzun
saçlarina ve sakalina. Hafif tümsek
burunluydu. Gözleri büyüktü. Iriydi avuçlari.
Kalindi parmaklari. Ilahi muhabbette bir inciydi,
infakta ise öncü. Kalbi sefkat mahalliydi. Dört
gözle yolunu beklerdi köleler. Fakirlerin umuduydu.
Isi asi tertemizdi. Seciyeliydi. Seçkin
komutandi. Islam’in ilk neferlerindendi. Ases
basiydi. Annesi; Efendimizin annesiyle ayni
kabileden Zühreogullarindan idi. Resulullahin
övgüsüne, duasina mazhardi. Cennetle müjdelenmisti
Abdurrahman bin Avf Hazretleri.
Mutlak Galip ve Izzet Sahibi: el-Aziz
Ahmet Edip Basaran
Dünya nefesimizi bogmaya basladiginda,
darlandigimizda,
bunaldigimizda dilimizden bir
zikrullah dökülür: Aziz Allah! Çünkü
bir kulluk mesuliyetiyle gönderildigimiz
dünya sürgününde siginilacak,
iltica edilecek yegane makam uluhiyyet
makamidir. Allah azizdir, izzet ve
ikram sahibidir. O’nun izzeti, ikrami
olmadan yasayamayiz. Dualar, niyazlar,
yakarislar sadece ama sadece
O’nadir. Çünkü biliriz ki, Cenab-i Hak
bize sahdamarimizdan daha yakindir.
Bu Ilahi ihtari her daim aklimizda ve
yüregimizde dipdiri bir suurla tutabilmemizin
yolu da izzet ve ikram sahibi
olan Allah’in lütfuyladir. O’nun dilemesiyle
bir hayat sahibi olduk, O’nun
dilemesiyle nefes alip veriyoruz. Varligimizi
muhtaç oldugumuz yegane
merci Cenab-i Hak’tir. Güzeller güzeli
isimlerin hepsi bir baska veçheden, bir
baska uluhiyyet penceresinden Rabbimizi
bizlere tanitir/anlatir. El-Aziz
ismi lügatlerde izzet, azamet, seref ve
onur sahibi anlamiyla karsilanir. Yine
bu ismin Ilahi isaretlerini takip edersek
Cenab-i Hak; maglup edilmeyen,
maglup edilmesi mümkün olmayan,
daima galip gelen, sonsuz izzete
sahibi olandir. El-Aziz, ayni zamanda
sevgili, dost, çok nurlu, nadir anlamlarina
da gelmektedir. Mutlak galip
olma ile izzet sahibi olmanin el-Aziz
isminde cem olmasinda derin hikmetler
vardir. Izzet; Cenab-i Hakk’in
kullarina sundugu rahmetin, inayetin,
lütfun bir yansimasidir. O’nun lütfu ve
rahmeti olmadan yeryüzündeki izzet
ve ikramlardan nasil nasiplenebiliriz?
Nereden Baktigin Ne Görecegini Belirler
Sami Bayrakci
Zahit sufilerden Ebu Sakik Ibrahim Belhi
(v. 780), Horasan bölgesi seyhlerindendir.
Zengin bir tüccarin oglu olan ve kendisi de
ticaretle ugrasan Sakik Belhi’nin zühd ve
tasavvuf yolunu tutmasiyla ilgili pek çok menkibe
rivayet edilir. Bunlardan bir tanesi de müridi Hatim
Esam tarafindan anlatilan su olaydir: “Sakik bin
Ibrahim zengin bir zat idi. Fütüvvet ve mürüvvet
gösteriyor, malini cömertçe harciyor, gençlerle
düsüp kalkiyordu. Bu sirada Belh emiri Ali bin
Isa bin Mahan idi. Emir, köpegini alarak ava gitmekten
hoslanirdi. Bir gün köpeklerinden birini
kaybetmisti. Köpegin bir adam tarafindan çalindigi
fesatçilar tarafindan iddia edildi. Bu adam
Sakik’in komsusu idi. Adam aranmakta oldugunu
duyunca korktu ve kaçti. Eman dileyerek Sakik’in
evine girdi. Sakik kalkti, emirin yanina gitti ve, ‘Bu
adamin yakasini birakin, köpek benim yanimdadir,
üç güne kadar size teslim edecegim.’ dedi. Emir
ve adamlari adamin pesini biraktilar. Sakik, emirin
yanindan ne yapacagini düsüne düsüne ayrildi.
Üçüncü gün olunca Sakik’in dostlarindan olup o
sirada seferde bulunan bir zat Belh’e dönmüs, yolda
boynunda halka bulunan bir av köpegi bulmus,
bunu Sakik’e hediye etmeliyim, zira o gençlerle
düsüp kalkiyor, diye düsünerek köpegi almis ve
Sakik’e getirmisti. Sakik, köpegi görünce bunun
kaybolan köpek oldugunu anladi ve memnun oldu,
köpegi aldi, emire götürdü ve taahhüdünden kurtuldu.
Bu hadise üzerine Allah, Sakik’e bir uyanis
nasip etti, yaptiklarina tevbe etti ve zühd yolunu
tuttu.” (Kuseyri, er-Risale, haz.: Süleyman Uludag,
Dergah Yayinlari, Istanbul 1978, s. 90)
Kalbin Çigliklari ve Allah'tan Umdugu
M. Nezihi Pesen
"Ey hikaye anlaticilar! Bir defa da Tebriz’in hikayesini anlatin,
ne olur bir kez de o kanlar döken bakisi anlatin! Onun seker gibi
dudaklarinin ayriligiyla aci bir hale geldik. O Ilahi sekerlerden
sekerler dökün, ballar saçin!”
Bize o biçaklardan lazim, bize o biçaklardan lazim. Içimizde
gezinirken dehsetle fark ediyoruz, bize sahteligi desici biçaklardan
lazim. Nerede bulalim o biçagi nerede? Nerede bulalim
o günesi? Daima deveran halinde, seyran etmekte, beldeden
beldeye seyahat etmekte. Tebriz’de mi, Sam’da mi, Konya’da mi?
“Sam’in aksama benzeyen o güzelim siyah saçlari yüzünden
Rum ülkesinden kalkalim da üçüncü defa Sam’a dogru at sürelim
biz.Eger Tebrizli Sems oradaysa, bir de onu burada bulursak,
Sam’a kul köle oluruz, ama ne kul köle oluruz biz.”
Kalp Bize Ne Söyler?
Gökhan Ergür
Yakinlik bazen görmeye engeldir.
Sürekli sizinle olan, burnunuzun
dibinde duran, varligina alistiginiz
ve bu aliskanliktan dolayi degerini
unuttugunuz, önemsemediginiz, asiri
yakinliktan dolayi belirli bir kismini
taniyip künhüne vakif olamadigimiz
kisiler, nesneler ve durumlar vardir.
Bu noktada bütünü görmek, ne ise
yaradigini gerçekten anlamak ve
saglikli bir muhasebe yapmak için
yavaslamamiz, uzaklasmamiz ve
temel malumatimizi yeniden kontrol
etmemiz gerekmektedir. Bu yöntemle
hayatimizda degerli olarak görüp yer
verdigimiz kisilere, nesnelere ve olaylara
hak ettigi rolü ve kiymeti saglikli
bir sekilde yeniden biçip degerini
bilerek yaklasmaya ve yasamaya
baslayabiliriz. Aksi halde yakinligin
ve aliskanligin dogurdugu özensizlikle
kiymet verdiklerimizi yavas
yavas yipratir nihayetinde de yok
ederiz. Hepimizin gögsünde ruhani
bir cevher olarak tasidigi kalbin unutulmasi
insana dair tüm güzelliklerin
ve hakikatin de unutulmasidir. Cahit
Zarifoglu’nun, “Bir kalbiniz vardi,
onu hatirlayiniz.” dizeleriyle isaret
edilen sey temelde nereye ait oldugumuzun
ve neyle yasadigimizin
hatirlatilmasidir aslinda. Biliriz ki
insan unuttuklariyla degil hatirladiklariyla
yasar. Akil, merkez, iç, öz,
esas, cevher, meselenin ruhu anlamlarini
tasiyan kalbin lügatteki bir diger
anlami da fuad kelimesidir. Fuad,
Arapçada, f-’e-d kökünden türeyen bir
isimdir. Çogulu ef’ide’dir; yanip tutusmak
anlamini tasir. Kalbin sevgiyle ve
aciyla yanip tutusmasi.
(Yazilarin tamami derginin 102. sayisinda.)