Haccin ve Umrenin Derin Anlami
Prof. Dr. Necdet Tosun
Bütün ibadetlerin bir yapilis sekli, bir de manevi yönü vardir. Yapilis sekli fikih kitaplarinda, duygu yönü ise daha ziyade tasavvufi eserlerde bulunmaktadir. Hac için de durum aynidir. Hacca giden insanlara haccin manevi boyutunun anlatilmasi çok önemli bir istir. Eskiden insanlar biraz daha sansliydi. 1980’li yillarin sonuna kadar hacca veya umreye gidenler çogunlukla kara yoluyla giderlerdi. O zaman Irak ve Suriye’de güvenlik vardi, bugünkü kargasa yoktu, yollar problemsizdi. Ayrica karayolu, uçaga göre daha ucuza geliyordu. Bu sebeplerle insanlar karayolunu tercih ediyorlardi. Karayolunda birçok dini ziyaret mekani da ziyaret edilmis oluyor ve kisi manen hazirlanarak Hicaz’a ulasiyordu.
Mesela 1989 Subat tatilinde lise son sinif talebesiyken biz de böyle bir umre yapmistik. Bandirma’dan otobüsle yola çiktik, Bursa’da Ulucami ve Emir Sultan türbesi, Konya’da Mevlana, Tarsus’ta Ashab-i Kehf magarasi, Urfa’da Balikli Göl, Hazret-i Eyyüb’ün makami ziyaret edildi. Sonra Habur Gümrük Kapisindan Irak’a geçilip Bagdat’ta Abdülkadir Geylani ve Imam-i Azam türbeleri, Kerbela’da Hazret-i Hüseyin türbesi ziyaret edildikten sonra Suud’a girildi ve önce Medine-i Münevvere’ye, en son da Mekke’ye ve Kabe’ye ulasildi. Bu yolculuk belki birkaç gün sürüyordu ve yorucu olabiliyordu ama insanlar psikolojik olarak hacca veya umreye hazirlaniyordu. Simdi uçaga biniliyor. Üç dört saat sonra Cidde’ye iniliyor. Oradan hemen Mekke’ye gidiliyor ve o ziyaretlerle olusacak psikolojik ve manevi hazirlik dönemi atlanmis oluyor. Eger kafile baskani da umreye veya hacca giden kisilere haccin manevi boyutuyla ilgili yeterince bilgi vermezse; Kabe’nin etrafinda yedi defa dönün, surada tas atin, burada kosun, burada oturun gibi isi sekilde birakirsa, sadece fikhi yönüyle yetinirse, insanlar; uydum kalabaliga gittim, döndüm, geldim diyor ama hacci tam manasiyla hissedemiyor, anlayamiyor.
Ümmetin Ortak Degeri: Hazret-i Hüseyin
Doç. Dr. Ibrahim Baz
Hazret-i Hasan’in vefatindan sonra olusan yeni yönetim,
özellikle de Yezid’in devletin basina geçme tesebbüsleri
Hazret-i Hüseyin tarafindan kabul edilmemis ve tepkiyle
karsilanmistir. Babasinin 680 yilinda vefatindan
sonra oglu Yezid bin Muaviye tahta geçmis ve Medine
valisine bir mektup yazarak Hazret-i Hüseyin’in de
kendisine biat etmesini istemistir. Hazret-i Hüseyin,
Yezid’e biat etmeyi kabul etmemistir. Esasinda o, hilafetin,
agabeyi Hazret-i Hasan tarafindan devredilmesine
de riza göstermemis, agabeyinin hatiri ile ona gönülsüz
sekilde biat etmistir. Bu biat sonrasinda uzun yillar
Hazret-i Hüseyin, siyasi herhangi bir faaliyete girismemistir.
Hazret-i Hüseyin’in Yezid’in saltanatina karsi
çikmasinin temel nedeni, Yezid’in babasi tarafindan
veliaht ilan edilmesi ve hilafetin saltanata dönüsme
adiminin atilmasidir. Benzer durum Hazret-i Ali’nin
agir sekilde yaralandigi sirada da yasanmistir. Kûfeliler,
ümmetin halifesiz kalmamasi için büyük oglu Hazret-i
Hasan’a biat etme konusunu sorduklarinda, Hazret-i
Ali bunun cevabini Müslümanlarin verecegini söylemis
ve istisare ve seçim geleneginin devam etmesini arzu
etmistir. Dolayisiyla Hazret-i Hasan’in hilafeti, babasinin
vasiyetiyle yahut veliaht ilan etmesiyle degil, basta
Kûfeliler olmak üzere Müslümanlarin çogunlugunun
biati ile gerçeklesmistir.
Hazret-i Hüseyin, Yezid’in biat etme teklifini kabul
etmeyerek Medine’den Mekke’ye gitmistir. Babasi
döneminde iktidar ile soguk da olsa sorunsuz bir iliski
sürerken Yezid iktidari ile Hazret-i Hüseyin’in ilk ayrilik
ve isyan hareketi baslamistir. Bunun muhtemel iki
nedeni bulunmaktadir. Birincisi, dört halife ile devam
eden liyakate dayali hilafet sisteminin saltanata dönüsmesi;
ikincisi ise Yezid’in liyakat sorunudur. Hazret-i
Hüseyin’in biat etmemesi, Mekke, Medine Basra ve
hatta Kûfe halkinin gönülsüzce de olsa biat ettigi bir
dönemde oldukça riskli ve tehlikeli bir tercihtir. Bu
durus bize gösteriyor ki Hazret-i Hüseyin, yanlisin karsisinda
tek basina kalsa bile tavir gösteren bir karaktere
sahiptir.
Muhaddis Bir Alim:Ibn Mace
Islim Gümüstekin
Tam adi Ebu Abdillah Muhammed bin Yezid
Mace el-Kazvini olan Ibn Mace, Kütüb-i
Sitte’nin altinci müellifi olarak kabul edilmis
önemli bir sahsiyettir. 824 yilinda günümüzde Iran
sehirleri arasinda yer alan Kazvin’de dünyaya gelmistir.
Kendisine nispetiyle meshur oldugu Mace’nin dedesinin
veya annesinin adi olabilecegi yahut babasinin lakabi
oldugu rivayet edilmektedir.
Ibn Mace’nin içerisinde yasadigi dönem, genelde Islami
ilimlerin özelde de hadis ilminin hummali bir tedvin
asamasina geldigi diger bir deyisle tesekkül ve gelisimini
tamamladigi bir sürece tekabül eder. Bu nedenle
bu sürece altin çag seklinde isaret edilir. Bu durum Ibn
Mace’yi de o süreç içerisinde, yasadigi Kazvin bölgesinin
de kültürüne uygun bir sekilde 15-16 yaslarinda
hadis ögrenmeye sevk etmis ve o tedrisata basladigi ilmi
gelenekten en iyi derecede istifade etmeye büyük gayret
göstermistir.
Var Olmanin Sevinci: Okyanus Hissi
Mona Islam
Gecenin bir vaktinde, mahalledeki kuslar ve kedilerden baska kimsenin olmadigi bir sokakta yürürken, rüzgarin salladigi agaçlardan burnunuza hanimeli ya da ihlamur kokulari gelirken ve basinizi kaldirip bulutsuz simsiyah gökte sedef bir madalyon gibi duran ayin yürüyüsünüzü takip ettigini fark ettiginizde, tam o anda, baska hiçbir yerde degil tam da bulundugunuz yerde olmaniz gerektigini hissedersiniz. Belki de, safak sökerken, uykunun tatli mahmurlugu henüz üstünüzden çekip gitmemis ama yaz sicaginda açik biraktiginiz pencereden kulaginiza giren kuslar korosu odanizi çinlatmaya baslamisken, kalkarsiniz, yüzünüzü bile yikamadan balkona çikarsiniz, disaridaki alacakaranligin tam da sizin iç dünyaniz gibi yari gizli yari açik bir dünya oldugunu idrak edersiniz. O anda siz ve balkondan baktiginiz, serinligini teninizde hissettiginiz, havasini içinize çektiginiz dünya ile arkadas sayilirsiniz. Iste böyle bir anda, “Ben kimim?”, “Içinde bulundugum dünya nedir?”, “Neden buradayim?”, “Bu gördüklerimin anlami nedir?” diye düsünmeye baslarsiniz. Böyle anlarda tüm ezberler bir yana birakilir. Insan zihni, kalbi, duyulari, yeni açilmis bir çiçek gibi, kaygi ve heyecanla ilk kez sorar gibi seslenir dünyaya. Ayni anda içinde ve disinda hissettigi sonsuzluga bir mektup birakir. Birinin orada oldugunu, mesajini alacagini, okuyacagini ve kendisine gülümseyecegini bilir. Orada, o anda o ve dünya bir bütündür, varlik birdir, her sey bendir. Bu, Romain Rolland’in, okyanus hissi olarak adlandirdigi duygudur ve nadir de olsa gündelik hayatin kosturmasinin, elimize önceden tutusturulmus görev listelerinin çagrisinin, bize hazir sunulmus tanimlarin, sorulara hazir cevaplarin zihnimizi, kalbimizi esir edisinden kurtuldugumuzda, adini bilmesek de bu hissi hepimiz yasariz.
Cesaret Dileyen Kudüs’e Gitmeli
Süleyman Ragip Yazicilar
Kismet oldu, Agustos ayinda Kudüs’ü gördük, o kutsal beldede bes gün geçirdik, hamdolsun Allah’a. Elli dokuz kisilik genç bir kafileyle yaptigimiz bu kutlu seferden geriye kalan bazi duygu ve düsüncelerimi paylasmak isterim sizlerle:
Seferimiz, Uluslararasi Genç Dernegi ve Gençlik Spor Bakanliginin ortaklasa hazirladigi bir proje sonucu gerçeklesmisti. Aramizda GSB’nin idarecileri, yöneticileri de vardi. Mescid-i Aksa’da toplu bir sekilde oturmustuk, GSB yöneticileri coskun hisler esliginde ancak nemli gözlerle konusabildiler. Onlarin o hali beni çok etkiledi; Allah’in izniyle yöneticileri, idarecileri bu kivamda olan bir millet daha pek çok hayra gebedir, dedim içimden.
Mescid-i Aksa’nin her kapisinda Israil askeri var, içeriye girerken çantamizi ariyorlar, bayraklara izin vermiyorlar, tekbir getirmememiz konusunda bizi uyariyorlar. Içimde ukde kaldi, Hazret-i Ömer Efendimizin Mescid-i Aksa’yi gördügü ilk anda heyecandan tekbir getirmesi gibi, orada doya doya ve manasina vara vara tekbir getirecegimiz günleri nasip etsin Rabbimiz. Büyük bir hüzün var Kudüs’te, adeta her kapisi agliyor, tüm duvarlar Müslümanlarin içeriye Israil askerlerinin izni dahilinde girmesine çok içerliyor.
Nimetlerin Padisahi: Zeytin ve Yagi
Kemal Özer
Allah Teala Hazretlerinin Tin suresinde adina yemin, Hazret-i Peygamberin ise medh-ü sena ettigi bir agacin ürünü o. Bes bin yillik ömrüyle dünyanin en çok yasayan agacindan söz ediyoruz; zeytin agacindan.
Âlemlerin Rabbi, aziz kitabinda söyle buyurur: “Incire ve zeytine, Sina dagina ve su güven veren sehre -Mekke’ye- andolsun ki, biz insani hakikaten en güzel biçimde yarattik.” (Tin, 1-4)
Hazret-i Ömer ve Ebu Üseyd’den (ra) gelen rivayette ise Resulullah (sas) buyurdular ki, “Zeytinyagini yiyin ve onunla yaglanin. Zira o mübarek bir agaçtandir.” (Tirmizi, Et’ime, 43/1852-1853) Bir baska rivayette ise, “Zeytinyagini yiyin ve onunla yaglanin, çünkü hostur, mübarektir. Zira onda yetmis derde sifa vardir.” buyurulur.
Zeytin ve zeytinyagi, insanligin en kadim yiyeceklerinden biri! Zeytin agacindan yesil zeytin, siyah zeytin, zeytinyagi, zeytin sütü, çay elde edilir. Ayrica ilaçlarin en önemli hammaddelerinden biridir. Akdeniz mutfagi olarak isimlendirilen dünyanin hafif ve en sihhi mutfagina lezzet veren yegane unsur zeytinyagidir.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan'in 2018 Ekim sayisinda.)
GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI
Arif Dede
Cesur Küçük
Melih Tugtag
Betül Nurata
Ahmet Demir
Seval Sahin Cevizci
Yazi ve çizgileriyle yer aliyor.