PEYGAMBER EFENDIMIZIN SADE HAYAT TARZI
DR. IBRAHIM TOZLU
Hiç kuskusuz Peygamber Efendimizin gönderildigi
cografyada hayatin kendine özgü bas
döndüren hizi vardi ve devrin hayat tarzina
sekil veriyordu. Günümüzde oldugu gibi o devirde de
insanlarin karsi konulamaz arzu ve hevesleri vardi.
Örnegin Medine hayati, birçok kültüre mensup halk
kitlesiyle Müslümanlarin irtibatini zorunlu kilmisti.
Bir yanda Yahudilerin ticaretteki hirsi, diger tarafta
Hristiyanlarin dünyevi yönetim planlari, kuzeyde Kudüs,
Iskenderiye, Sam ve Bizans’in sosyo-ekonomik hayat
tarzi Medine’yi çepeçevre kusatmis, hayati ilmek ilmek
örmüstü. Mekkeli olup da Medine’yi mesken tutan birçok
sahabenin ticaret kervani bulunuyordu. Üstelik bir
de buna dogunun gizemli ve bir o kadar insan gönlüne
nüfuz eden siir ve nagmeleriyle kadim Fars/Iran kültürü
ekleniyordu. Nice sair ve edip çesitli anlatimlariyla
Bizans imparatorunu -Kayser- misal gösteriyor, zengin
ve görkemli hayatini güç ve servetin sembolü kabul
ediyordu. Kisra’nin -Iran/Sasani hükümdari taci, tahti,
hazinesi, saraylariyla kullandigi mobilya, hali ve lüks
esyasi ihtisam unsuru olup dillerde dolastiriliyordu.
Peki, Efendimizin dünyayi sereflendirmesiyle ihtisamin
en büyük göstergesi Kisra’nin sarayi sarsilmamis
miydi? Sahi, hakikatte yikilan neydi? Degisen neydi?
Hak ile yeksan olan neydi?
SEYH YUSUF HEMEDANI'NIN TASAVVUF ANLAYISI
PROF. DR. KADIR ÖZKÖSE
Hayati boyunca gerçeklestirdigi manevi rehberligi, yetistirdigi halifeleri ve kaleme aldigi eserleri ile Yusuf Hemedani Hazretleri ilim ve amel, seriat ve tasavvuf, zahir ve batin, fert ve cemiyet, madde ve mana iliskilerini bir bütün olarak degerlendirmistir. Yusuf Hemedani’nin suret ve sireti kadar zühd ve takvasi da mezhebinin imami, Imam-i Azam Ebu Hanife’ye benzerdi. Kal ve hal sahibi, ilim ve irfan ehliydi. Sirtinda daima yamali yün elbise bulunurdu. Hilm ve merhamet abidesiydi. Kur’an okumaya çok düskündü. Dünya islerine ehemmiyet vermez, padisahlarin ve büyüklerin evlerine gitmezdi. Eline ne geçerse muhtaçlara verir, kimseden bir sey kabul etmezdi. Herkese karsi çok iltifat eder, halim ve merhametli davranir, misafirlere kendi vilayetlerindeki dervislerin ahvalini sorardi. Kalben zikrederek nefsini hapsettigi cihetle çok terlerdi. Mescit kapisindan Hace Hasan Endaki ve Hace Ahmed Yesevi’nin evine varana kadar Bakara suresini, geri dönerken de Al-i Imran suresini okurdu. Arada yüzünü Hemedan’a çevirir ve çok aglardi. Selman-i Farisi’nin (ra) asasi ile sarigi kendisinde idi. Her ay basinda Semerkand mollalarini çagirarak onlarla ser’i esaslar üzerine sohbet ederdi. Hizir (as) daima onun musahibi idi. Herkesin derdine yetismeye çalisirdi.
DOSTLUGUN ANLAMI ÜZERINE
MONA ISLAM
El-Halil kentine gittigimden, Hazret-i Ibrahim’in kabr-i serifini ziyaret ettigimden beri, dostlugun anlamini, Allah’in kendisine dost edindigi bu nebinin halini düsünür oldum. Bir zamanlar Hazret-i Ibrahim’in herkese açik sofralar kurdugu o beldede, bugün her zaman herkese açik olmayan bir mescidde, kendisini ziyaret için gelen Müslümanlarin demir kapilardan, turnikelerden, kontrol noktalarindan geçmek, çantalarini açmak zorunda oldugu, yerel halkin ise o sartlarda bile giremedigi ancak izin verilen zamanlarda ziyaret edebildigi bir yerde yatiyor Allah’in dostu. Insan ister istemez, biz artik Allah’in dostu degil miyiz ki buraya Allah’in en büyük dostunu ziyarete gelmek bu kadar zorlasti diye halinden, hususen de nefsinden sikayet içeren bir ah demeden edemiyor. Bu soru bir baska soruyu daha doguruyor: Biz artik birbirimize dost degil miyiz ki Halilü’r-Rahman’in dergahina girmek bu kadar zorlasti?
IKI ZIT HAL: GAYBET VE HUZUR
DR. KÜBRA ZÜMRÜT ORHAN
Gaybet ve huzur, birbiriyle iliskili iki tasavvufi
kavramdir. Gaybetin sözlük anlami; kaybolmak,
göze görünmemek, hazirda olmamak
iken huzurun sözlük anlami; mevcut olmak, bulunmak,
hazir olmaktir. Bu itibarla bu iki kavram zit anlamlidir.
Tasavvufi bir terim olarak gaybetin anlami; salikin varid
ve ilhamin etkisiyle kendinden geçerek dis dünyaya dair
suurunu yitirmesidir. Burada varid, salikin kalbine ansizin
gelen Ilahi bir hali ifade eder. Gaybet halindeki salike
gaib ve ehl-i gaybet denir. Bir tasavvuf terimi olarak
huzur da genel itibariyle gaybet halinin sona ermesinden
sonra baslayan uyaniklik halidir. Huzur, salikin
Hakk’in huzurunda bulundugunun idrakinde olmasini
ya da sürekli Hakk’i gönlünde hazir bulmasini da ifade
eder. Huzur halindeki salike hazir, ehl-i huzur denir.
BIR CAN SIMIDI: NAMAZ
SAID YAVUZ
Namaza ne veriyorsun ki ondan bir seyler bekliyorsun?
Bu soruyu bana sorduran bir büyügüm
oldu. Istikrar ve istikamete dair büyük yenilgi
ve basarisizligimizin sebepleri üzerine konusuyorduk.
Bana hiç alisilmadik bir cevap verdi. Felsefi argümanlari,
süslü cümleleri bir kenara itti, sözü yormadan
söyledi. Dedi ki özensiziz. Yaptigimiz ibadetlere özen
göstermiyoruz. Namaza dururken mesela ona ne
kadar hazirlaniyoruz? Yani huzura çikarken söyle bir
bakiyor muyuz kendimize, nasilim? Aynanin karsisina
geçip boyumuzun ölçüsünü aliyor muyuz? Ben onun
dediklerinden sunu anladim. Ne kadar hazirsan o
kadar aliyorsun namazdan. Sen namaza ne veriyorsun
ki ondan ne bekliyorsun? Bu çok önemli. Abdestiyle,
zihni hazirligiyla, kildigin namazin son namazmis gibi
olmasiyla, takkesi, kokusu, güzel elbisesiyle. Böyle bir
hazirligimiz yok. Nuri Pakdil’in yaziya oturmadan önce
takim elbisesini giydigini, önünü ilikledigini, böylece
masasina oturdugunu duymustum. Bir ibadet vecdi
içinde yazmak. Her sey böyle. Namazlarimiz yarim. Bir
yük var sanki omzumuzda da sunu rastgele bir yere
birakiverelim diyoruz.
YASAMAK HATIRLAMAKTIR
AHMET EDIP BASARAN
Hayat bize verilmis bir emanet. Bu emanetle olan ünsiyetimiz mukabilince bir karakter sinavindan geçeriz sürekli. Imtihan bir an için olup bitmis bir süreci degil, nefes alip verdigimiz her saniyenin suuruyla yasamayi gerekli kilar. Müslüman her daim tetikte ve teyakkuzda olmak zorundadir. Zira dünya ve nefsin oyunlari hiç bitmez. Bu oyunlara karsi, yüregimizi kavi ve diri kilacak sahih eylemler içinde olmak zorundayiz. Diri bir kalp, diri bir gönül. Kadim anlatilarda kalbi öldüren felaketler sayilirken en basta gelen afet, kalbin Allah’i unutmasidir. Çünkü yaraticisini unutan bir insan, ne kadar hayat emaresi gösterse de ölü bir kalple yasamaya mahkumdur. Bu yüzden bir Müslüman için ilk elde gerekli ve elzem olan husus, unutmaya ve gaflete karsi kalbi Allah’in zikriyle sürekli mesgul etmek ve hem kalbini hem kendini hayatta ve ayakta tutmak olmalidir.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Agustos sayisinda; sayi 72)