ILIM VE IRFAN | Temmuz | 2018 | DIGER YAZILAR | Okunma: 1322
TÜRKISTAN’IN MÜRSIDI:AHMET YESEVI (ks)
CANKAT KAPLAN

Türkistan
Türkistan Türklerin yurdu manasina gelir. Ayni anlama gelen Turan ismiyle birlikte kullanimi uzun bir süreye dayanan bu terim temelde Orta Asya cografi bölgesini isaret etmek için kullanilir ve sinirlari Bati’da Ural nehri ve Hazar denizi, doguda Altay dagi ve Çin hududu, güneyde Iran ve Afganistan, kuzeyde Tobol ve Tomsk vilayetleridir. Türkistan denilen bölge, Avrupa kitasinin üçte biri büyüklügündedir ve su anda Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Rusya ve Çin ülkeleri topraklarinin bir kismini kapsamaktadir.
Türkistan bölgesinden göç eden dervisler özellikle Anadolu’nun Islamlasmasinda belki de en önemli rolü oynamislardir. Buhara, Semerkand, Kasgar, Azerbaycan, Tebriz, Siraz, Isfahan, Hemedan, Horasan, Belh, Herat, Tacikistan ve Acem’den gelen dervisler, belki de Islam tarihi boyunca tedvin edilmis tüm silkleri Anadolu’da yaymis ve burayi darü’l-Islam haline getirmislerdir. Bilindigi kadariyla Naksibendiye, Yeseviye, Bektasiye, Kübreviye, Nurbahsiye, Mevleviye, Halvetiyye, Semerkandiye, Vefaiye, Zeyniye ve Misriye tarikatlari Türkistan’dan gelen maharetli ve digergam dervisan ve mesayih tarafindan Anadolu’ya tasinmis ve Anadolu onlarin elinde tüm bu turukun ve daha fazlasinin menbai yapilmistir.
Söze Türkistan’dan baslayinca ve bu cografyayi Anadolu ile iltisaki içerisinde düsününce, bahsedilmesi gereken ilk isim süphesiz Pir-i Türkistan, yani Hoca Ahmet Yesevi olur. Yesevi’nin irsad faaliyetini yürüttügü memleketi Yesi ince bir latife olarak su anda Türkistan diye anilmaktadir ve Kazakistan’in güneyinde Seyhun nehrine yakin bir sehirdir. Önceleri çok genis bir cografyanin ismi olan Türkistan’in bugün Hazret-i Pir’in memleketine tesmiye olunmasi Yesevi’nin hem Türklerin hem de Anadolu’nun manevi hayati açisindan haiz oldugu önemi göstermesi bakimindan mühim bir isarettir.

VAKTIN SUFILERI,SUFILERIN VAKTI
DR. KÜBRA ZÜMRÜT ORHAN

Bir tasavvuf kavrami olarak vakit, kisinin içinde bulundugu zaman parçasini, yani ani ifade eder. Eser sahibi sufilerden Kuseyri, seyhi Ebu Ali Dekkak’in, vakiti, içinde bulundugun haldir seklinde tarif ettigini söyler. Burada hal iki anlama gelir. Bunlardan biri simdiki zaman, yani geçmisle gelecek arasindaki andir. Arapçada geçmis, simdiki ve gelecek zamanlar için mazi, hal ve müstakbel kelimeleri kullanilir. Halin ikinci anlami ise insanin yasadigi sevinç, keder, cosku gibi psikolojik durumlardir. Tasavvufta hal ve vakit kelimeleri birbiriyle irtibatlidir. Hali vakti yerinde olmak deyimi de bu iki kavramin iç içeliginin bir tezahürüdür. Bazi sufiler vakti bedene, hali de ruha benzetmisler ve vaktin daima hale muhtaç oldugunu söylemislerdir. Vakti, içinde bulunulan hal olarak tanimlayan Seyh Dekkak, bunu su sekilde açiklamaktadir: “Eger gönlün dünyayla mesgulse vaktin dünyadir, ahiretle mesgulse vaktin ahirettir. Eger neseliysen vaktin nesedir, hüzünlüysen vaktin hüzündür.” Onun bu açiklamasindan vaktin, insanin üzerinde galip olan hal oldugu anlasilmaktadir. Müellif sufilerden Hücviri ise vakti, insani geçmis ve gelecek düsüncesinden kurtaran sey olarak tarif etmektedir. Ona göre bu mertebeye ulasmak herkesin kari degildir. Ona göre vakit erbabi söyle düsünür: “Geçmis ve gelecek hususunda bizim bilgimiz yoktur. Bizim için, vakit içinde Hak ile hos olmak vardir. Çünkü dünle mesgul olur veya yarinla ilgili bir sey düsünürsek, vakitten mahrum kaliriz.”

HADIS ILMININ BÜYÜK ALIMI:IMAM TIRMIZI (ra)
ISLIM GÜMÜSTEKIN

Hadis ilminde büyük otoritelerden biri olan Ebu Isa Muhammed bin Isa bin Sevre et-Tirmizi, Hicri 209 senesinde bugünkü Özbekistan sinirlari içerisinde bulunan Tirmiz’de dünyayi tesrif etmistir. Meshur bir muhaddis olmasina ragmen aile hayatiyla ilgili bilgiler oldukça sinirlidir. Bu hususta sadece Imam Tirmizi’nin Merv’den gelip Tirmiz’e yerlesen bir aileye mensup oldugu ve Beni Kays Aylan kabilelerinden Beni Süleym’e nispetle Sülemi nispetiyle de anildigi bilinmektedir.

Tirmizi’nin içinde yasadigi ve özellikle talebelik yillarini sürdürdügü süreç büyük Islam alimlerinin yetistigi son döneme rastlar. 20’li yaslarina kadar ilim ve kültür merkezlerinden biri olan Tirmiz’de ilim tahsilinde önemli mesafeler kat eden Tirmizi, o bölgede pek çok muhaddisten rivayetler almis ve bulundugu bölgenin ilmi feyiz ve bereketinden en iyi derecede istifade etmistir. Bu süreçten sonra büyük hadis alimlerinden olana kadar çogu seyahatlerle geçen uzun, canli ve hizli bir talebelik evresi geçirmis ve hayranlik uyandiracak bir gayret içerisinde tedrisatini sürdürmüstür. Horasan, Rey, Vasit, Hicaz, Basra ve Kufe gibi sehirlere ilmi seyahatler gerçeklestiren Tirmizi, buralarda sayilamayacak kadar çok seyh ve raviden hadis almis ve onlarin ders halkalarinda Hazret-i Peygamberin sözlerinin takipçisi olma serefine nail olmustur. Bu egitim süreci içerisinde bütün hocalari, bir muhaddiste bulunmasi gereken özelliklerin onun zatinda mündemiç oldugunu ve onun hadisleri toplama, ayiklama ve tasnif etme konusunda üstün bir kabiliyete sahip oldugunu dile getirmislerdir. Özellikle Imam Buhari, uzun soluklu dersler yaptigi ve derin bir münasebet içerisinde oldugu talebesi Tirmizi’ye; “Aslinda benim senden faydalandiklarim senin benden faydalandiklarindan daha çoktur.” diyerek onun ilmi üstünlügüne sehadetini/itirafini dile getirmistir. Ancak Imam Tirmizi hocalarinin kendi hakkindaki iltifat ve takdirlerini büyük bir tevazuyla karsilamis ve onlara olan minnet ve hürmetini her zaman sürdürmüstür. Bunun en önemli yansimalarindan biri, Imam Tirmizi’nin de en çok istifade ettigi hocasi Imam Buhari için, “Sünen’imde hadis illetleri, raviler, hadis tarihiyle ilgili bilgilerin çogu, Buhari ile yaptigim mübahaselerin mahsulüdür. Horasan ve Irak’ta onun kadar hadis illetleri ve tarihinde alim hiçbir kimse görmedim.” ifadesiyle üzerindeki emegi dile getirmesidir.

EBU TALIB EL-MEKKI (ks)ILE HASBIHAL
DR. NURULLAH KOLTAS

Ebu Talib el-Mekki: Garip demlerdeyiz kardeslerim. Önceleri insanlar arkadaslariyla karsilasip, “Halin nasil, haberler nasil?” diye sorduklarinda, bunu, “Nefsinle mücahedede ve bu yolda sabirda ne haldesin, iman ve yakin ilmi konusunda kalbinin hali nasildir?” demek için sorarlardi. Ayrica kardeslerinin Mevla ile muamelelerinde nasil oldugunu, ahiret islerindeki durumlarinin ne âlemde oldugunu, güzel hallerinin artip artmadigini ögrenmek isterlerdi. Büyükler bir araya geldiklerinde ise kalbi halleri müzakere edip ilimlerin gerektirdigi amelleri tarif ederek onlari tanitma cihetine giderlerdi. Bugün birisi için “hali, vakti yerinde” dedigimizde, bu ifade bütünüyle dünya islerini tasvir etmekte. Bazi ilimlerle mesgul olup bir açigi kapatiyoruz kapatmasina. Lakin marifet nurundan uzak kaldikça kemalat nesvesinden de uzaklasiyoruz. (Ebu Talib el-Mekki, Kutü’l-Kulub, I/107) Allah’i bilmenin ayni zamanda imanin da ölçüsü oldugunu unutuveriyoruz. (Kutü’l-Kulub, II/30)

Seyyar: Efendim, Hücviri “Allah hakkinda alim olmayan, O’nun hakkinda arif olamaz.” (Hucviri, Kesfu’l-Mahcub, s. 398) diyor. Diger bir deyisle Hakk’i bilmeyen, O’nu (cc) taniyamamakta. Bu durumda imani nereye konumlandirmak gerekir?

Ebu Talib el-Mekki: Allah kimin kalbine nurunu koyarsa, o kalbi Islam’a açar. Ona hak yolunu tanitir ve onu imanda muvaffak kilar. (Kutü’l-Kulub, I/20) Allah Tealayi bilmek ve O’na (cc) iman etmek birbiriyle iç içedir, birbirinden ayrilmazlar. Allah Tealayi bilmek, O’na (cc) imanin ölçüsüdür. Onunla fazlalik ve noksanlik birbirinden ayirt edilir. Çünkü ilim, imanin zahiridir, onu açar, onu ortaya koyar. Iman ise, ilmin batinidir; onu parlatir, nurunu yakar. Bu durumda imanin ilmin dayanagi oldugu söylenebilir. Ilim ise imanin kuvvet ve lisanidir. Iman bakimindan ziyadelesme, zayiflama ve noksanlasma, Cenab-i Hakk’i bilme ya da marifetteki fazlalik, noksanlik, kuvvet ve zayifligina göre degisir. Imanin en üst derecesi, müsahededir. Müsahede ise marifet, yakin ve imandan hasil olur. Bunun misali ise bugdayin un, kavut ve baslangiçta undan ortaya çikan özdür. Bütün manevi makamlar, imanin nurlari içinde mevcuttur ve yakin ilmi tümünü kuvvetlendirir. (Kutü’l-Kulub, II/30-31)

EVLILIKTE MUTLULUGUN SIRRI
ISMAIL ACARKAN

Peygamberimiz daima “kolaylastiriniz” tavsiyesinde bulunmus, “Sizler zorlastirici olmakla degil kolaylastirici olmakla emrolundunuz.” seklindeki sözleriyle tavsiyesini vurgulamistir. (Buhari, Edep, 80)
Toplum hayatinin temel tasi olan ve nefsin sükun bulmasi için Allah’in bir isareti olarak tanimlanmis olan evlilik ve aile; Islam’da çok önem verilen ve desteklenen bir degerdir. Nitekim Peygamberimiz, “Evlenecek kisilere Allah muhakkak yardim eder.” (Nesai, Nikah, 5) buyurmustur. Peygamberimizin, evliligin kolaylastirilmasini tesvik hususundaki hadis-i serifini de unutmayalim, “Nikahin en hayirlisi, kolay ve külfetsiz olanidir.” (Ebu Davud, 2; 591 )
Evlilik ve nikah sürecinde hem iki tarafin hem de yakin akrabalarin istek, beklenti, arzu ve hevesleri devreye girebilir. Tüm bu arzu, istek ve heveslerin karsilanmasi bazen imkansiz oldugu gibi çogu zaman da gereksiz ve yanlistir.

TASAVVUF SÖZLÜGÜ
ÖMER ASLAN

ITISAM

Arapça asame kökünden gelen itisam kelimesi sözlükte; bir nesneye el ile yapisip tutmak, sikica bagli olmak, siginmak, masiyetten çekinmek ve sakinmak gibi anlamalara gelmektedir. Allah’in lütfuyla günahtan korundu cümlesinde oldugu gibi korunmak, imtina etmek anlaminda da kullanilmaktadir. Istilahi olarak itisam; Allah’in insanlara gönderdigi son din olan Islam’in emir ve hükümlerine sarilmak, yasaklarindan ve günahlardan da sakinmaktir. Bunun yani sira, zan ve sek içeren tüm tereddütlerden kurtulmak seklinde de tanimlanmistir.
Kur’an-i Kerim’de buyurulan, “Hep birlikte Allah’in ipine simsiki sarilin.” (Al-i Imran, 103), “Kim Allah’a simsiki baglanirsa, kesinlikle dogru yola iletilmistir.” (Al-i Imran, 101), ayetlerinde itisam kelimesi, sarilmak anlaminda kullanilmistir. Bu ayetlerle ayni manada kullanilan itisam bi’s-sünne kavrami, Peygamberin sünnetine baglilik seklinde ifade edilmistir.
Ahmed Ziyaeddin Gümüshanevi Hazretleri (v. 1893) itisami üç kisma ayirarak bu kisimlari su sekilde açiklamistir: Itisam-i amm, Allah’in dinine sarilmaktir. Itisam-i has, Allah’in ipine sarilmaktir. Itisam-i ahas, Allah’a sarilmaktir.

KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
EFENDIMIZI SEVDILER VE ANLATTILAR

Kudemadan alimlerimiz, sufilerimiz yani gerçekten büyük olanlar Resulullah Efendimizi suret ve siretiyle çok güzel tarif etmislerdir. Çünkü O’na (sas) muhabbet ve hasretleri ziyade idi. Iste bunlardan biri de Üsküdar’in mihmandari Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleridir. Onun Hülasatü’l-Ebrar isimli eserinde yer alan cümlelelerine kulak kesilelim ve hangi faziletleri kaybettigimizi hatirlayip gayrete gelelim insallah: Resulullah (sas) insanlarin en yumusak huylusu ve cömerti idi. Yaninda para bir gece bile kalmazdi. Hayasi en fazla olan insandi. Bundan dolayi yüzüne devamli bakilmazdi. Hür olsun, köle olsun herkesin davetine giderdi. Kendisine sunulan ister bir yudum süt olsun, ister bir tavsan uylugu olsun onu kabul eder, yer ve onunla yetinirdi. Fakat sadaka kabul etmezdi. Allah için kizar, kendi nefsi için kizmazdi. Yemek için hazirda ne varsa onu yer, hiçbir yemegi kötülemezdi. Buldugunu giyerdi; bu bazen ince bir elbise, bazen bir hirka, bazen de bir cübbe olabilirdi. Diger taraftan Resulullah ayakkabasini tamir eder, elbisesini diker, ev islerine yardim ederdi. Hazret-i Peygamber güzel kokuyu severdi, çirkin kokuyu sevmezdi. Yumusak huylu, cömert yaratilisliydi; insanlarla iyi geçinirdi. Tatli dilli, güler yüzlü idi fakat kahkaha atmazdi. Hüzünlü bir durusu vardi fakat asik suratli degildi. Yerine göre hiddetli olur fakat kimseyi azarlamazdi. Mütevazi idi fakat kendisini zillete düsürmezdi. Cömertti fakat müsrif degildi. Akrabasini arar, Müslümanlara merhametle davranirdi. Ince kalpliydi, gözlerinin önüne bakardi, gerekmedikçe konusmazdi. Bu yüzden çogunlukla sükut ederdi.

BEYIN ÖLÜMÜ VE ORGAN NAKLINDE BAZI GERÇEKLER-2
KEMAL ÖZER

Önceki sayimizda beyin ölümünün ve organ naklinin tarihçesine kisaca temas etmistik. Simdi ise kisa bir özet çikarip bahse devam edecegiz. Batili hayat biçiminin dayatilmasi neticesinde, dogudan batiya, kuzeyden güneye dünyanin her yerinde, özellikle zenginler olmak üzere pek çok kisi sihhatini kaybetti; dolayisiyla organlarini da. Dünyaya tutkulu olan Batili insan ve onlarin izinden giden diger insanlar, dünyevilesmenin bir neticesi olarak kaybettikleri organlarinin yerine yedek parça arayisina girdiler. Kendisine ondan fazla organ nakli yapilan ve vericileri gizli tutulan David Rockefeller’e ait Harvard Üniversitesi, 1968’de ölümün tanimini degistirip, ihtilaflara neden olan beyin ölümü mefhumunu ekledi.
Bu iddiaya göre beyin ölümü teshisi konulan kisi hayata bir daha dönemezdi. Oysa aradan geçen elli yil, beyin ölümünün kabulünü güçlendirmek bir yana, devletlerin, sirketlerin, tip sektörünün, vakiflarin, bazi dini yapilarin ve birtakim sahislarin bütün kampanyalarina ragmen zayifladi. Inananlari artmak yerine azaldi. Zira beyin ölümü teshisi konulan kimseler organlari alinirken hayata döndü, doktoru dövdü, organ bagisinda bulunmayanlar ise ya morgda ya da mezarda uyandi. Bu gerçekler ne kadar gizlense de, bazilarinin medyaya yansimasi engellenemedi. Beyin ölümü tanimi hakkinda pek bir sey bilmeyen pek çok doktorun ise kendilerinin organlarini bagislamaktan imtina ettikleri görüldü. Hatta dünyada en az organ bagisinda bulunanlarin doktorlar oldugu ortaya çikti. Çünkü bunun gerçek ölüm olduguna doktorlar dahi inanmiyordu ama kampanyada ön saftaydilar.
Iste tam da bu yüzden pek çok kisi, beyin ölümü gerçekten ölüm mü sorusunu daha yüksek sesle soruyor artik! Biz de bundan hareketle kaleme aldigimiz Organ Nakli Hakkinda Gizlenen Gerçekler kitabini hazirlamistik.

(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Temmuz, 2018 sayisinda.)

Muhterem hazirun, Hazret-i Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesi...

Insanin fitrati tertemizdir. Ne var ki zamanla disardaki enkazin, toz dumanin külleri üzerine düser....

Ilim ve Irfan dergisinin 2024 Aralik sayisi sahsiyet dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2024