ILIM VE IRFAN | Şubat | 2018 | DIGER YAZILAR | Okunma: 1299
RABBIMIZ ALLAH, DINIMIZ ISLAM, RESULÜMÜZ MUHAMMED’DIR
YRD. DOÇ. DR. IBRAHIM TOZLU

Yaslimiz, gencimiz, erkegimiz, kadinimiz bir seyin tadina bakmak ve lezzet bulmak ister. Hiç yasanmamis gibidir içimizdeki zevkler, istekler. Bir de tadini tuzunu kaçirmasa su hayatin karsi koyamadigimiz mesguliyetleri, bir baska âlemde seyrederiz kendimizi. Sahi, bir seyin tadina varmak gerçekten nasil bir duygu? Sevgili Peygamberimizin (sas), “Allah’i Rab, Islam’i din, Muhammed’i nebi ve resul taniyan kimse imanin tadina varmistir.” (Müslim, Iman, 56; Tirmizi, Iman, 10) hadisini bu baglamda bir kez daha tefekkür etmek isteriz bu yazimizda.
Imanin tadina varma ifadesi hadiste Arapça zevk kelimesiyle zikredilir. Dilimizde bu kelime, hosumuza giden ve yapmaktan hoslandigimiz davranislarimiz için kullanilir. Mesela kitap okumak, eglenmek, gezmek, yemek-içmek gibi herhangi bir isin zevkini çikarir¬ken tadini da alabiliriz. Islam alimleri zevki, maddi ve manevi olarak ele alir ve ona göre tarif eder. Bu anlam, kelimenin ihtiva ettigi derin manalari da beraberinde getirmistir. Eger ifade Peygamberimizin (sas) mübarek fem-i saadetlerinden çikiyorsa zevkin elbette süfli olani ile ulvi olanini birbirinden ayirt etmek kaçinilmaz olacaktir. Zira Efendimiz Aleyhisselam, gerek Kur’an’dan gerekse hadislerden anlasildigina göre asla bos yere konusmamis, lüzumsuz laflar üretmemis, hayal ürünü cümleler kurmamis ve konusmamistir. Bilakis, “O, arzusuna göre konusmaz.” (Necm, 3) buyurulmustur. Yine Abdullah bin Amr’in (ra), hadislerini yazmak istemesi üzerine eliyle agzini isaret edip, “Yaz, nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, buradan haktan baska söz çikmaz!” buyurmasi buradaki has¬sasiyeti ortaya koymaktadir. Hiç süphesiz Efendimiz Aleyhisselamin özellikle vahye dayanan sözleri oldugu gibi bir beser olarak da kullandigi cümleleri de var¬dir. Bunlar birbirinden elbette ayrilmistir. Yukaridaki hadiste zevk kelimesi genellikle, imanin tadina varmak seklinde tercüme edilir. Peki, Efendimiz Aleyhisselam zevk kelimesiyle bize gerçekte ne anlatiyor olabilir? Zira baska hadislerinde ayni anlama gelen farkli ifadelerle imanin tadina varmaktan bahseder sevgili Peygamberimiz (sas). O halde, tadina varmak ve zevk kelimesi ile ne kast edildigini iyi anlamak gerekiyor.

HAZRET-I ADEM KISSASINDAKI TASAVVUFI INCELIKLER
YRD. DOÇ. DR. MAHMUD ESAD ERKAYA

Tasavvufta insan, Allah’in halifesi olmasi dolayisiyla, âlemin en degerli varligi, cilasi ve ruhudur. Sufilere göre çogunlukla hadis ola¬rak nakledilen, “Ben gizli bir hazine idim, bilinmemi istedim, sevdim ve mahlukati yarattim.” sözü insanin yaratilis gayesini özetlemektedir. Allah’i tanimalari için yaratilan mahlukatin en yücesi, marifetullaha erme kuv¬vetini haiz olan insandir. Allah Teala insanlari kendisini bilmeleri için yaratmistir. Tasavvufta, özellikle insanin degeri ve dünyadaki konumuyla ilgili büyük önem atfedilen insanin yaratilis hikayesi Kur’an-i Kerim’de söyle anlatilmaktadir:
Allah Teala meleklere, yeryüzünde yasayacak bir halife yaratacagini bildirir: “Ben, kurumus balçiktan bir beser/insan yaratacagim. Onu düzenleyip içine ruhumdan üfledigim zaman, onun için hemen secdeye kapanin, onun üstünlügünü kabul ederek saygi ile egilin!”
Melekler ise daha önceki tecrübelerine yahut Allah Teala’nin kendilerine ögrettiklerine dayanarak, “Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yer¬yüzünde fesat çikaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksin?” sözleriyle saskinliklarini ifade ederler. Allah Teala da onlarin hayretle sarf ettikleri itirazvari bu sözleri üzerine, “Ben sizin bilmediginizi bilirim.” buyurarak bu yaratmanin meleklerin o an için anlayamayacagi bir hikmete binaen gerçeklesecegini ima eder. Allah Tealanin meleklere ve cinlere Adem’i yaratacagini bil-dirmesi esas itibariyle onlari denemek, imtihan etmek gayesine matuftur. Zira Allah Teala, Adem’i yaratti¬ginda meleklere ve cinlere, “Adem’e secde edin, onun üstünlügünü kabullenin.” buyurur. Iblis hariç hepsi secde eder. O ise yüz çevirir ve küstahça böbürlenerek büyüklük taslar. Böylece kafir oluverir.
Seytanin suursuz ve cahilce yaptigi bu davranisi karsisinda Allah Teala ona, “Söyle bakayim, ben sana, ‘Adem’in üstünlügünü kabul et!’ diye emrettigim halde bu emre uymana engel olan neydi?” diye sorar. Iblis, “Ben ondan daha üstünüm. Çünkü sen beni atesten, onu topraktan yarattin. Ben kurumus balçiktan yarat¬tigin insana secde edecek degilim.” der.
Iblis’in bu sözleri üzerine Allah Teala söyle buyurur, “Öyleyse, bulundugun makami derhal terk et! Büyüklenip küstahlik etmek senin ne haddine! Çik git; artik sen alçagin tekisin! Sen artik rahmetimden kovul¬mus birisin. Kiyamete kadar lanetim üstündedir.”

BILMEK BILDIGI GIBI OLMAKTIR
ISMAIL ACARKAN

“Su bir gerçek ki, suça batmis olanlar, iman sahiplerine gülerlerdi. Ne zaman yanlarindan geçseler birbirlerine, istihza ile göz kirparlar ve evlerine döndüklerinde de yaptiklari bu islerle övünüp eglenirlerdi.” (Mutaffifin, 29-31) “Keske, günaha batmis olanlarin, hesap günü, Rablerinin huzurunda baslarini öne egerek, ‘Ey Rabbimiz! Simdi görmüs ve duymus olduk. Öyleyse bizi yeryüzündeki hayatimiza geri döndür ki dogru ve yararli isler yapalim çünkü artik hakikate kani olduk!’ dedikleri zamanki hallerini bir görsen!” (Secde, 12)
“Azabi gördügünde söyle de konusacaktir: Bana bir kez daha imkan verilseydi de güzel düsünüp güzel davrananlardan olsaydim!” (Zümer, 58)
“Evet, Allah, gerçekten imana erenlerin de, ikiyüzlülerin de kimler oldugunu mutlaka gösterecektir.” (Ankebut, 11)
Kur’an birçok ayette bazi insanlarin ahirette yasayacaklari pismanliktan bahseder. Bu kisilerin önemli bir kismi ikiyüzlü ve muhataplarini aldatan kimselerdir.
Baskalarini aldattiklarini zannederken aslinda kendilerini aldatan bu kimseler; hem bu dünyada fitratlarindan uzaklasmis hem de ahirette hüsrana ugrayacak kisilerdir. Bazi Arap dilcilerine göre; nifak, nafika kelimesinden türemistir. Nafika, köstebek deligine verilen addir. Köstebegin yuvasinin iki kapisi vardir. Kapilarin birinden girerken öbüründen çikar. Köstebek, çikacagi bu kapiyi, basiyla vurup disari çikmasina imkan verecek sekilde ince tutar ve bunu da baskasi fark edemez. Kendisini tehdit eden tehlike oldugunda, hemen sakli tuttugu bu dayaniksiz kapidan disari çikar. Kaçmak için yaptigi bu ikinci kapiya nafika denir. Çünkü münafik, bir tarafiyla dine girerken daima kendisi için sakladigi diger yönden de ondan çikar.

ÜSTAD KELABAZI ILE HASBIHAL
YRD. DOÇ. DR. NURULLAH KOLTAS

Kelabazi: Kardeslerim! Insana lazim olan ilk sey, Kur’an ve hadis yaninda selef-i salihinin üzerinde ittifak ettik¬leri hususlar ile Ehl-i sünnetin izledigi rotanin hakikatini yakinen ögrenecek kadar tevhid ve marifet ilmine sahip olmaktir. Tevhid ve marifet ilminin ardindan, elden gel¬digince ve idrak elverdigince ser’i hükümlerle alakali malumat edinilmelidir. Bunu da nefsin afetlerinin ve terbiye yöntemleri ile huylarin nasil islah edileceginin bilinmesi, sonra seytanin tuzaklari ve dünya fitnesinden nasil korunulacaginin ögrenilmesi izler. Buna, hikmet ilmi adi verilir. Tüm bunlar pratige aktarilirsa, nefs de arzularini kontrol altinda tutar ve huylarini islah edip Allah’in edepleriyle edeplenir. Böylece kulun nefsani arzularindan uzaklasmasi ve dünyayi terk etmesi kolay-lasir. Bu mertebeye erisildiginde, kalbe gelen havatiri murakabe altina almak ve ruhu temizlemek mümkün olup buna da marifet ilmi adi verilir. Bahsi geçen bu ilimleri havatir ilimleri ile müsahede ve mükasefe takip eder. (Kelabazi, Ta’arruf, s. 132-133)
Seyyar: Efendim, sufilerden Nifferi, “Hicabi bilen kesfe yaklasir.” diyor. (Nifferi, Mevakif, s. 146) Hicap ya da perde halihazirda bir bilinmezlik unsuruna sahipken, müsahede ve kesfin mahiyeti nasil anlasi¬labilir? Birkaç kelimeyle özetleyebilir misiniz?
Kelabazi: Kalbin müsahedesi ve ruhun kesfinin sözle tam manasiyla açiklanmasi mümkün degildir. Bu yüzden ona isaret ilmi denmistir. Bunlarin mahiyeti vuslat ve vecd ile bilindigi için yalnizca tasavvufi halleri yasa¬yanlar ve bu ilmin makamlarina erisenler tarafindan bilinir. Ebu Hureyre’den (ra) bir rivayette, “Gizli bir ilim nevi vardir. Allah hakkinda marifet sahibi olan bir kisi¬den baskasi bunu bilmez. Bu ilimden bahseden arifleri, Allah hakkinda da aldanis halinde olanlardan baskasi inkar etmez.” buyrulmakta. (Kelabazi, Ta’arruf, s. 133)

SEMBOLDEN MANAYA
MONA ISLAM

Bir rüya gördügümüzde bunun sembollerle yüklü oldugunu biliriz. Rüyalar bize bilinç disinin söz söyleme tarzidir. Bunu psikolojiden ögrenmekteyiz. Bilinç disi, bizim bir parçamizdir ve ken¬dimizle ilgili bilinç düzeyinde kavrayamadigimiz kendilik bilgileriyle doludur. Ariflerin nefsini bilmek dedigi bu kendilik bilgisi bize hayat içerisinde gayretimizle orantili bir biçimde verilir. Bilinç disi bize yani bilincimize imge¬lerle, resimlerle, hikayelerle konusur. Bize kendimizden haber verir. Kendilik ise kadimdir, ruhlar âleminden, ilk söz veristen bu yana tüm var olusumuzu, bize derç edilmis tüm potansiyelleri, insanlik tarihinin, kültürün biriktirdiklerini içermektedir. Carl Gustave Jung’un iddiasina bakilirsa biz atalarimizin binlerce yildir biriktirdiklerini, doganin dünya tarihi içinde geçirdigi evreleri bünyemizde tasiyoruz. Farkinda degiliz çünkü bilinç düzeyinde degiller. Bilinç disinin zuhur alani olan rüya sembolizmi, bizi bir yasantinin içine alir, bir hali tattirir ve tecrübe etmedigimiz seyleri tecrübe imkani verir. Bazi rüyalardan çok etkilenmis, hatta kismen degismis olarak uyanmamizin nedeni bu tecrübenin gücüdür. Bir hikaye tecrübe edilmistir. Insan, hikayesi olan ve hikaye anlatan bir varliktir. Insanlarin kahir ekseriyetinin bir sey okudugunda öykü, roman vb. tahkiye usullerini tercih edisinin sebebi budur. Sinemanin, tiyatronun, mitlerin de usulü hikaye etmektir. Bütün bunlarin hayatimizda tuttugu yere baktigimizda hika-yelerin, sembollerin bizi kusattigini görürüz. Tahkiye etmek sadece sözün bir tarzi degildir, o yasamin kendisidir. Hikaye bize sadece mevcut olani vermez, mümkün olani da içinde barindirir.

HAK’TAN BIR AN BILE GAFIL OLMAMAK: YAD DAST
DR. KÜBRA ZÜMRÜT ORHAN

Kelimat-i kudsiyenin Abdülhalik Gücdevani (ks) tarafindan belirlenen son prensibi, sekizinci prensip olan yad dasttir. Kelime manasi anmak, hatirda tutmaktir. Tasavvufi manasiyla Allah’i hatirlama halinin süreklilik kazanmasidir. Zikr-i daimi kavrami da bu anlamda kullanilmaktadir. Zaten zikrin esas gayesi, daima Hakk’i hatirda tutmak, bir an bile O’ndan (cc) gafil olmamaktir. Zikrin hakikati gafleti kovmaktir. Bu sebeple zikr-i daimi; dil ile veya kalp ile devamli Allah’i anmaktan öte, gönlünü saflastirmak ve onu insanlara meyilden, geçmis ve gelecek endisesinden, duyularin ve aklin sebep oldugu mesgalelerden korumak için devamli kontrol altinda tutmaktir. Bu hal tasavvufta sürekli huzur olarak da isimlendirilir. Bu bakimdan yad dast, kendinden önceki üç prensip olan yad kerd (Allah’i zikretmek), baz gest (nefesi tuta¬rak icra edilen kelime-i tevhid zikrinde nefesi birakirken Ilahi ente maksudi ve rizake matlubi demek) ve nigah dastin (kalbi dünyevi düsüncelerden korumak) da gayesi hükmündedir. Bu üç prensip, müridi zikr-i dai¬miye ulastiran birer basamak olarak degerlendirilebilir. Bu dört prensip hakkinda söyle söylenmektedir: Yad kerd, kendini zorlayarak -tekellüfle- Hakk’i zikretmektir. Baz gest, kelime-i tevhidi her söyleyiste dervisin gön¬lünün, yegane maksadinin Hak oldugunu düsünerek O’na (cc) yönelmesi, rücu etmesidir. Nigah dast, bu rücu halini muhafaza etmektir. Yad dast ise nigah dastin derinlemesine yapilmasi ve kiside iyice yerlesmesidir.
Konunun biraz daha açiga kavusmasi için bir tasavvuf terimi olarak huzur üzerinde durmak istiyoruz. Kelime manasi hazir olma, huzurda bulunma olan huzur, tasav¬vufta Hakk’in huzurunda bulunarak kendinden geçmeyi ifade eder ve çogu defa gaybet kavramiyla birlikte zikredilir. Kendini kaybetme, kendinden geçme anlamin¬daki gaybet, Hak’tan gelen feyiz ve tecellinin çoklugu ve kuvveti sebebiyle salikin kendinden geçmesi, his ve idrakini kaybetmesidir. Gaybet ve huzur kavramlari zit anlamli kavramlar olmakla birlikte birbirlerinin yerine kullanilabilirler. Zira halktan ve kendinden gaib olan Hak ile hazir, Hak’tan gaib olan nefsiyle ve halkla hazir olur. Sufiler, “Unuttugun zaman Rabbini an.” (Kehf, 24) aye¬tini, Allah’tan baska her seyi unuttugun zaman seklinde yorumlamislardir. Yani hakiki manasiyla Allah’i anmak için kalbin Allah ile huzur halinde, nefsinden ve bütün masivadan da gaybet halinde bulunmasi gereklidir.

GÜLISTAN’DA BIR NEFES
AHMET EDIP BASARAN

Minnet; buyruklarina uyarak kendisine yak¬lastigimiz, sükrettigimizde bize bagis ve ikramlarini arttiran yüce Allah’a yakisir. Sirazli Sadi, Gülistan kitabina bu cümleyle baslar. Hamd ve sükür, kullugun istinat noktasidir. Bir manevi anahtardir sükür. Dilimizi ve zihnimizi açar. Biz her dem Ilahi merhamete ve bagisa muhtaciz. Sükürsüz ekmek olmaz. Sükürsüz ibadet olmaz. Sadi, öncelikle bu temel hakikati hatirlatir bize. “Yaratici’ya karsi eksiklerini bilen ve özür dileyen insana ne mutlu!” der. O’nun (cc) yüceligine layik olmak, insanin kendi acziyetini ve faniligini idrak etmesiyle mümkündür.
Gülistan, Sadi’nin, Bostan’indan bir yil sonra kaleme aldigi bir eser. Tipki Bostan’da oldugu gibi kissa ve menkibelerle derinlesen, insanin bu dünyadaki temel meselelerine açik, yalin ve oldukça net çözümler öne¬ren bir tasavvuf klasigi. Bostan bir sehirse, Gülistan o sehirdeki bir gül bahçesi. Bostan bir gülse, Gülistan o gülün bir goncasi. Bu sebepten bu iki tasavvuf klasigi¬nin bir arada ve pes pese okunmasi daha bir anlamli ve güzel olacaktir.
Insan öte âlemdeki hayatini bu dünyadayken kurar. Gülistan, hayatin iyilik, güzellik ve adalet üzere nasil yogurulabilecegine dair önemli dersler veriyor bize. Geçen gün ömürdendir, demistik Bostan’i anlattigimiz yazida. Gülistan da buna benzer bir cümleyle açiyor sayfalarini aslinda: “Her solukta bir an eksiliyor ömrümden.” Sadi, gecenin dipsiz karanliginda akip giden zamani düsünürken kuruyor bu cümleyi. Her solukta ömrümüzden bir an eksilirken biz o ömrü nerede harciyoruz? Biz o ömrü neyle ve ne yaparak harciyoruz?

KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
SERIAT ÖLÇÜSÜNE UYAN ALDANMAZ

En çok korkmamiz gereken bir mekr var. Mekr-i Ilahi derler ona. Seyyid Mustafa Rasim Efendi Istilahat-i Insan-i Kâmil’de Hakk’a muhalefeti varken nimetlerin gelmeye devam etmesi olarak tanimlar bu kavrami. Su-i edebi varken kisi¬nin halinin zail olmayip baki kalmasi da mekre isaret olabilir. Hatta bazen bu haldeki kisilerden kerametler de izhar olur. “Ve’l-hasil hak yolunda aldandigini duymayip gafletini kendinden ref etmemektir, gidermemektir. Zira Allah Tealanin ibada -kullara- mekri çoktur ve bu mekrden halas olmak, kurtulmak isteyen, taraf-i Resul’den (sas) gelen mizan-i ser’i -seriatin kurallarini- daima elinde tutmalidir.”

(Yazilarinin devami Ilim ve Irfan dergisinin Subat sayisinda, sayi: 66)

Muhterem hazirun, Hazret-i Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesi...

Insanin fitrati tertemizdir. Ne var ki zamanla disardaki enkazin, toz dumanin külleri üzerine düser....

Ilim ve Irfan dergisinin 2024 Aralik sayisi sahsiyet dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2024