ILIM VE IRFAN | Aralık | 2017 | DIGER YAZILAR | Okunma: 938
-HAZRET-I MUSA KISSASI-
SIHIRE KARSI MUCIZE
PROF. DR. ALI AKPINAR

Vahyin beser üstü özelligi, insanlari aciz birakmis ve inkarcilar peygamberlere sihirbaz, getirdikleri ayetlere ve mucizelere ise sihir demekten çekinmemislerdir. Halbuki sihir, insanlari saptirmak için üretilmis göz boyamadan ibaretti. Mucize ise gerçegin ta kendisi idi. Mucize, insanlari dogru yola çagiran bir ayet, sihir ise yoldan çikaran bir uydurma idi. Mucizenin sahibi yüce Allah, sihri üreten ise insan ve cin seytanlariydi. Sihirbaz nereden gelirse gelsin basari kazanamazdi. (Taha, 69) Sihirle ugrasmak küfre bulasmakti. (Bakara, 102)
Kaynaklarimizin verdigi bilgilere göre Hazret-i Musa aleyhisselam döneminde sihir yaygin, sihirbazlar pek fazlaydi. Buna karsilik yüce Yaratici, her peygamberi, kendi döneminin yaygin olan unsuruna karsi farkli mücadele yöntemiyle görevlendirdi. Tababetin ileri seviyede oldugu dönemde Hazret-i Isa’nin hastalari iyilestiren hatta ölülere hayat veren mucizesiyle gelmesi; belagat-fesahat, edebi sanatlarin yaygin oldugu dönemde son peygamberin akillara durgunluk veren ve beseri aciz birakan Kur’an ile gönderilmesi gibi. Burada dikkat çeken husus sudur: Tababetin ileri seviyede oldugu o topluma Hazret-i Isa bir doktor olarak gelmemis, bir peygamber olarak gelmistir. Hastalara sifa verisi ve ölüleri yeniden hayata döndürmesi de yüce Allah’in izniyle bir mucize olarak gerçeklesmistir. Ayni sekilde siirin etkin ve yaygin oldugu bir topluma gelen Peygamberimiz bir sair olarak gelmemistir. Kur’an, kendisinin siir, Peygamberimizin de sair olmadigini özellikle vurgular.
Peygamberimizin insanliga getirdigi Kur’an, kendine özgün edebi yapisiyla mucizevi olarak insanlari etkilemistir.

ILIMDEN IRFANA IÇ YOLCULUGU
PROF. DR. SÜLEYMAN DERIN

Tek kanatli kus çabucak bas asagi düser. (Mevlana Celaleddin Rumi)
Sufilere göre gerçek ilim Allah’in zatini ve sifatlarini tanimak manasina marifetullah ilmidir. Zahiri ilimleri ögrenenler bu ilimleri de ögrenmeden zülcenaheyn yani iki kanatli olamazlar. Ilimleri eksik kaldigindan bazi durumlarda faydadan çok zarari da olur. Bu sebeple zahir ilminde yüksek behre sahibi olan Imam Gazzali, Imam-i Rabbani, Aziz Mahmud Hüdayi, Halid Bagdadi gibi nice din büyükleri Peygamber Efendimize (sas) sadece zahiri planda uymanin yeterli olmadigini anla¬yarak seyr-ü süluke girmisler, iç âlemlerini de Fahr-i Âleme uydurmanin gayretini vermislerdir. Bu süreç, nefsin emmarelikten çikip raziye, marziyye gibi diger yüksek makamlari asmasiyla gerçeklesir. Baska bir deyisle insan-i kâmil olmak için seriatin batini demek olan tasavvufi ilimleri ögrenmek ve yasamak gereklidir. Sufilerin bu ilmi ise satirlardan degil de sudurlar¬dan yani gögüslerden alinir, salik zor uygulamalarla nefsini yenerek bu egitimden mezun olur. Mevlana Hazretlerinin, hamdim, pistim yandim sözleri bu egiti¬min nasil oldugunu çok veciz bir sekilde anlatir. Ilmini hale ve amele dönüstüremeyen herkes, zahiri ilimlerde alim olsa da sufilere göre avam mertebesini asamamis demektir. Imam-i Rabbani bu durumu Mektubat’inda söyle anlatir: “Bilesin ki, her türlü dini ve dünyevi saadetin sermayesi olan Peygambere tâbi olmanin farkli derece ve mertebeleri vardir. Birinci derece; Müslümanlarin avaminin muhatap oldugu derecedir. Bu, kalple tasdik ettikten sonra seriatin ahkamini yerine getirmek, Sünnet-i seniyyeye tâbi olmaktir. Bu, velayet derecesinin bagli oldugu nefsin itminana ermesinden önceki derecedir.” (Mektubat, II. 54)
Bu derecenin özelligi nefsinin kulluk hususunda ayak diremesine ragmen Müslümanin ibadetlerini ve Ilahi emirleri zorlanarak da olsa yapabilmesidir. Zannedildigi gibi bu tür bir dini hayat sadece cahillerin ve avamin degil bilakis dini konularda bilgi sahibi olan kimselerin de hali olabilir. Imam-i Rabbani bu sinifi söyle açiklar: “Zahir ulemasi, abitler ve nefsleri mutmainne mertebesine ulasmamis herkes bu derecedeki peygambere baglilik mertebesinde esittir, hepsinin kademleri esittir. Nefs küfrü ve inkari sebebiyle bu makamdan kurtulmadigi sürece, dogal olarak onlarin derecesi bagliligin, hakikatinda degil sadece suretinde kalacaktir.” (Mektubat, II. 54)

MANEVI ILIMLERE ERISMEK REHBERSIZ OLMAZ
YRD. DOÇ. DR. MAHMUD ESAD ERKAYA

Tasavvuf, insani maddeten ve manen egiten bir ilimdir. Tasavvuf tümüyle edepten ibarettir, sözü tasavvufi egitimin esas itibariyle kulun kendisi, diger insanlar ve Rabbi ile olan iliskisinde uygulamasi gereken edeplerin tatbikinden mütesekkil olduguna isaret eder. Dolayisiyla manevi egitime giden yol bir yönüyle maddi düzlemde uygulanan adab ilkesinden geçmektedir. Tasavvuf yoluna giren müridin ilk vazifesi bu edepleri ögrenmek ve hayata aktarmaktir.
Öte yandan tasavvuf, özü itibariyle kal’e yani teoriye odakli degil, bunun ötesinde hal’i yani dogrudan yasan¬tiyi ilgilendiren bir ilimdir. Dolayisiyla mürit, bu adab ve erkani kitaplardan degil bizzat tasavvufi hayati kendi yasantisinda somutlastirma fonksiyonuna sahip olan mürsidden alacaktir.
Tipki Peygamber (sas) ile ashabi arasindaki iliskide oldugu gibi mürsid de müride genel anlamda Islam’in ve özelde tasavvufun esaslarini ögretmekle vazifeli¬dir. Mürsid, her an yaninda bulunan müritlerine, bir taraftan bu esaslari anlatirken diger taraftan da hali ile bizzat uygulamali olarak bunlarin hayata nasil akta¬rilabilecegini göstermektedir. Bunun yaninda mürsid, Allah’in salih kullarina bahsettigi özel ilim, -ilm-i ledün- ile müritlerine yol göstermekte, dis görünüs itibariyle farkli yorumlanabilecek pek çok hadisenin iç yüzünü açiklamaktadir. Bundan dolayidir ki sufilere göre Hakk’a giden yolda müridin gerçek anlamda yetkin bir mürsidin rehberligine ihtiyaci bulunmaktadir.
Tasavvuftaki mürit ile mürsidin arasinda kurulan bu bag Kur’an’da Musa (as) ile Hizir (as) arasinda geçen bir olay ile tam anlamiyla uyum arz etmektedir. Bu hadisede Musa (as) vahye mazhar olarak ser’i ilimleri derinlemesine bilen bir peygamberdir. Hizir (as) ise Allah’in kendisine katindan ilm-i ledün bahsettigi salih bir kul olup Musa’ya (as) hakikat ilimleri baglaminda rehberlik etmektedir.

BANA SENI GEREK SENI: BAZ GEST
KÜBRA ZÜMRÜT ORHAN

Kelime anlami; geri döndü, tekrarladi olan baz gest, kelimat-i kudsiyenin altincisidir. Bir tasav-vuf terimi olarak baz gest, nefesi tutarak kalple birkaç kez tekrarlanan La ilahe illallah zikrinin ardindan nefesi birakarak dille, Ilahi ente maksudi ve rizake mat-lubi cümlesini söylemektir. Bir önceki prensip olan yad kerd’i açiklarken belirttigimiz üzere, Naksibendiye tari-katinda habs-i nefes adi verilen, nefesi tutarak kalple farkli sayilarda La ilahe illallah demeyi ifade eden bir zikir uygulamasi mevcuttur. Iste baz gest, bu usulle yapilan zikrin ardindan nefesi salip dille Ilahi ente mak-sudi ve rizake matlubi demektir. Arapça olan bu cümle, Allah’im maksadim sensin ve istegim senin rizandir, manasina gelmektedir. Asagida bu cümlenin anlami üzerinde duracagiz. Ondan önce bu cümleyi tekrarlamaya niçin baz gest adi veril-mis olabilecegi sorusuna cevap arayalim. Bu soruya birkaç cevap verilmektedir. Bunlardan biri, dervisin kalple yaptigi La ilahe illallah zikrinden dille yaptigi farkli bir zikre dönmesi nedeniyle böyle bir isim verildigi yönündedir. Bir diger ihtimal, dervisin bu cümleyle kalben Allah’a yönelmesi sebebiyle baz gest dendigi seklindedir. Bir digeri de bu cümle sayesinde kalbe gelen havatirin, her türlü iyi ve kötü düsüncenin geri dönmesi sebebiyle bu sekilde adlandirilmis olmasidir. Zira sufilerin belirttigine göre bu cümle sayesinde kalbe gelen havatir silinmektedir. Allah’im maksadim sensin ve istegim senin rizandir, cümlesi dervisin bütünüyle Allah’a yönelmesini, O’ndan (cc) baska her seyden -agyar, masiva- yüz çevirme-sini, yalnizca O’na (cc) ulasmayi ve O’nun (cc) rizasini kazanmayi hedef edinmesini anlatir. Bunu söylerken kul bütün benligiyle Hakk’a yönelmis olmali ve O’ndan (cc) baska hiçbir sey düsünmemelidir. Dolayisiyla bu cümleyi hakkiyla idrak ederek söylemek, kisinin gönlüne gelebilecek iyi olsun kötü olsun her türlü düsünceye engel teskil edecektir. Tasavvuf diliyle ifade edecek olursak bu cümle her türlü havatiri nefyedecektir. Peki havatir nedir?

ABDÜLKERIM KUSEYRI (ks) ILE KISA BIR HASBIHAL
YRD. DOÇ. DR. NURULLAH KOLTAS

Abdülkerim Kuseyri: Tasavvuf yolunun esasi; seriatin adab ve erkanina riayet, harama ve mübah oldugu süpheli seylere el uzatmaktan imtina, zahiri ve batini haramdan muhafaza, genislik zamani bir yana darlikta bile mübah oldugu süpheli bir susam tanesini bile helal saymama gibi hususlari içerir.
Seyyar: Üstadim, Sühreverdi de sizin susam tanesi örnegini çagristirir bir biçimde az bir dünyalikla yetin¬menin sufiyenin ahlakindan oldugunu dile getiriyor. Sufi için dünya bir gurbet mekani oldugundan, orada biriktirmenin ve mal çogaltmanin anlamsizligini vur¬guluyor. Bu açidan bakildiginda, sufiler ve zenginlik arasindaki iliskinin tabiatiyla alakali düsünceniz nedir?
Abdülkerim Kuseyri: Derler ki, “Allah bes seyi su bes seyin içine yerlestirmistir: Izzeti taata, zilleti günaha, heybeti gece namazina, hikmeti bos karina, zenginligi de kanaata.” Kanaat, sufinin kusanmasi gerekli bir zirh. Aslolan, gözümüzü halkin elinde bulunana tâbi kilmama. Zira, halkin elindekine tamah edenin daim olur gami. Bu, zühde mani bir haldir. Sairin dedigi gibi, “Merde daha evla, geçirilen bir gün aç biilaç varsa seha/ Utanilasi bir is yapilan günden, zengin olma ugruna.”

BIR ISLAM SAIRI: YUNUS EMRE
AHMET EDIP BASARAN

Ahmet Yesevi’yi anlatigimiz yazidan su cümleyle baslayalim yazimiza: “Ahmet Yesevi’de ve ayni zamanda Yunus’ta kemalini bulacak Müslüman Türkçenin atardamarlarini görü¬rüz. Sanki o dil, kendi içindeki tekamülünü, seyr-ü sülûkunu tamamlamis ve Yunus’un dizelerine gömmüstür kendisini. Nesilden nesile bir hakikat kivilcimi olarak yasasin diye o dil. Ahmet Yesevi, sadece Türkistan’in degil Türkçenin de seyhi ve üstadidir.”
Yesevi Hazretlerinin Horasan diyarinda yaktigi gönül atesi, kendisinden birkaç yüzyil sonra Anadolu’da Yunus’la karsilik bulmus. Bugün konustugumuz dilin mayasini karmis Yunus. Hem konustugumuz dilin hem de gönül dilinin. Yesevi Hazretlerini anlatirken dil bahsinde söyledigimiz her cümleyi Yunus Emre için de tesmil edebiliriz elbette. Onun siirlerini okurken Yesevi’den el almis bir ruhun müsahhas güzelliklerini görürüz. Süleyman Çobanoglu’nun o harikulade benzetmesiyle söyleyecek olursak; diller de insanlar gibi din diyanet degistirirler, Türkçe, Yunus Emre’nin dizleri dibine oturup kelime-i sehadet getirip Müslüman olmus bir dildir.
Görklü bir nazardir Yunus Emre. Yani güzel, muhtesem bir bakis. O halktandir, içimizden biridir. Büyükler söz konusu oldugunda tazim ve hürmet ifade eden kaliplara basvurmak zorunda hissederiz kendimizi ama Yunus Emre söz konusu oldugunda Yunus deriz, yani bizim Yunus. O kadar yakin ve bizden biridir. Yine de bu büyük dervisin aziz hatirasina hürmeten Hazret-i Yunus demek daha evla olacak. Onun siiri görklü bir nazardir evet. Görklü nazar deyisini Hazret-i Yunus, Hazret-i Mevlana için kullanir divaninda: “Mevlana Hüdavendigar bize nazar kildi / Onun görklü nazari gönlümüz aynasidir.”

KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
SEVMEK IMANDANDIR

“Özgürlük, dirilis insani için bir sorumluluktur. Sorumluluk da özgürlük. Özgürlüksüz sorumluluk doguran her ideolojiden nefret eder. Tipki sorumsuzluk doguran özgürlükten nefret ettigi gibi. Kisileri, esyayi, düsünceleri putlastirmanin amansiz düsmanidir. Maddeye degil ruha üstünlük ve öncelik tanir. Üne degil, hizmet erdemine, kendine degil baskasina tanir bu önceligi. Akli tanrilastirmaz. Onun dogrultusunu düzeltecektir dirilis insani. Baskalari cehennem degildir onun için. O, kendisinin baskalari için bir cehennem degil, bir cennet olma¬sina çalisandir.” Bu satirlari Sezai Karakoç, 1970’lerin ortasinda yazdi. Insanligin Dirilisi kitabinda yer aliyorlar. Oradan derledim dirilis erlerinde bulunan veya bulunmasi gereken bu nitelikleri. Yani Müslümanda. Müslümanin, Allah’a teslim oldugu anda sorumlulugu basliyor. Çünkü akil ve iradeyle özgürlük imkanina kavusmus oluyor. Tevhid-i zat, sifat ve ef’al ile bütün sirk çesitlerini ve putlastirmalari reddediyor. Sevmek imandandir. Sever ve yardim eder. Sever ve uyarir. Sever ve kol kanat gerer. Akli dinamik ve zindedir. Daima Kur’an ve sünnet ölçüsüne vurur o nimeti. Çatisma ve çeliski olusmaz zihninde. Severek ve sevinerek yapar yapacagini. Böyle Müslümanlar var elhamdülillah. Ama hepimiz veya çogumuz neden böyle olmayalim? Dua edelim ve yardimlasalim. Allah’in rahmeti ve nusreti mü’minler içindir.



(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Aralik (sayi: 64) sayisinda.)


GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI

Ilim ve Irfan dergisi Gülbahçe Çocuk ekinde,
Arif Dede
Cesur Küçük
Melih Tugtag
Betül Nurata
Ahmet Demir
Seval Sahin Cevizci
Yazi ve çizgileriyle yer aliyor.

Muhterem Müslümanlar, sahabe-i kiramdan rivayet edildigine göre Ramazan-i serif yaklastiginda...

Mübarek Ramazan ayinin gölgesi üzerimize düstü. Çok sükür yeniden ulasiyoruz bir kutlu zaman dilimine....

Ilim ve Irfan dergisinin Mart 2024 sayisi Ramazan dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2016