HALILULLAH’TAN HABIBULLAH’A IKI KADIM EMANET: HAC VE KURBAN
YRD. DOÇ. DR. ABDULCEBBAR KAVAK
Hac ve kurban, insanin maddi ve manevi dünyasinda derin izler birakan, ferdi ve toplumsal hayata yönelik ulvi mesajlarla dolu iki kadim ibadettir. Hazret-i Ibrahim ve oglu Hazret-i Ismail’in Mekke’ye gelisiyle ortaya çikan bu iki ibadet, asirlar boyu Müslümanlarin hayatinda çok degerli ve anlamli hatiralar birakmistir. Hac ve kurban, Hazret-i Ismail’den sonra toplumsal yapi içinde sirk unsurlariyla kirletilmek suretiyle asil amacindan uzak dünyevi gayelere araç edilse de, varligini hep devam ettirmistir. Nihayet son peygamber Hazret-i Muhammed’in Mekke’de baslayan tebligiyle asli mecrasina dönen bu iki kadim ibadet, vahyin yönlendirmesiyle kemale ulasmistir. Bu nedenle hac ve kurbanin Hazret-i Ibrahim’den yani Halilullah’tan Hazret-i Muhammed’e yani Habibullah’a kadar nesil¬ler boyu devam eden iki kadim emanet oldugunu söyleyebiliriz.
Hac, Allah’a dönüsün ve mahserin dünyadaki provasidir. Hac, mü’minler için dünya hayatinda Rablerine dönecekleri güne bir hazirliktir. “Biz süphesiz -her seyimizle- Allah’a aitiz ve sonunda yine O’na döne¬cegiz.” (Bakara, 156) ayet-i celilesi, Allah’a dönüs yolunda mü’minlerin zihinlerini hep canli tutan ve onlari hedeflerine motive eden Ilahi bir hatirlatmadir. Beytullah’a giden milyonlarca Müslümanin Kabe’nin etrafinda dönüsleri, Lebbeyk diye Rablerine seslenis ve yakarislari, bu manzarayi izleyenlere mahseri hatirlatir.
TASAVVUF SÖZLÜGÜ
Abdulbaki ALTINDAG
IHSAN
Sözlükte; iyi yapmak, güzel olmak, güzel yapmak manasina gelen hüsn kökünden türetilmis olup genel olarak, baskasina iyilik etmek ve yaptigi isi güzel yapmak seklinde muhtelif iki anlamda kullanilmaktadir. “Bunlar, hikmet dolu kitabin; muhsinlere -iyilik yapanlara- bir hidayet ve rahmet olarak indirilmis ayetleridir.” (Lokman, 2-3) ayet-i kerimesinde yer alan ihsan kelimesiyle masdarlari bir olan muhsin kelimesi iyilik yapmak anlaminda oldugunu teyit eder niteliktedir. Bu minval üzere olmasindandir ki tasavvufta ihsan makaminda bulunan kisiye de muhsin denir. Bir insanin gerçeklestirdigi isin ihsan mertebesine ulasabilmesi için hem yaptigi fiili nasil yapmasi icap ettigini ve hangi mihverde hangi sartlara haiz olmasi gerektigini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüstürmesi gerekmektedir. Kainatin medar-i iftihari olan Efendimizin, “Allah’a, O’nu görüyormusçasina iba¬det etmendir, O’nu göremiyorsan da O seni görüyor.” hadis-i serifleri bizlere ihsanin tasavvuftaki yerini açikça beyan etmektedir. Ayrica söz konusu Cibril hadisesinde ihsanin, Islam ve imanin hemen akabinde zikredilmesi ihsan makaminin tasavvufta ne derece üstün bir mezi¬yete sahip oldugunu vurgulamaktadir. Tasavvufla istigal eden kimselerin asil gaye ve maksatlari ihsan makamidir. Bunun sebebiyse ihsan makaminin Allah’i müsahede etme makami olmasidir. Mutasavviflar ihsan makamina ulasil¬masinin seyr-ü sülûkle mümkün olacagini belirtmislerdir. Arifler, ihsan makamini hedefleyen bir kimsenin su yedi sarti kendisinde toplamasi gerektigini ifade etmislerdir: Ilk olarak, yapmis oldugu bütün masiyetlerden samimi bir sekilde tevbe etmesi; ikincisi, Rabbine yönelmesi -inabe-; üçüncüsü, zahidane bir hayatla yasamini sürdürmesi; dördüncüsü, karsilastigi her durumda Rabbine tevekkül etmesi; besincisi, isleri Allah’a havale etmesi; altincisi, islerde riza-i Ilahi’yi gözetmesi ve son olarak da bütün amellerini samimi, ihlasli bir sekilde yapmasidir.
SAZELILERIN BÜYÜK MÜRSIDI: SEYH EL-ARABI ED-DARKAVI
MERYEM INCI NUR BABADAG
Ebu Hamid Mulay el-Arabi bin Ahmed ed-Dar¬kavi (v. 1823) Sazeliye tarikatinin Darkaviye kolunun seyhidir. Soyu Fas’in kuzeyindeki Rif daglarinda bulunan Beni Zerval kabilesine dayanir. 1746 yilinda dogan Darkavi çok sayida alim, müttaki ve abid bulunan Darkava ailesinde yetismistir. Hayatinin ilk yil¬larinda hafizligini yapmis ve veli kimselere ziyaretlerde bulunmustur. Ilk egitim ve terbiyesini abisi Ebü’l-Hasan Ali ed-Darkavi’den aldiktan sonra Fas’ta bulunan Misbahiye medresesinde tahsiline devam etmistir. Bu medresedeki ilmi gayreti sayesinde zamaninin en önemli alimlerinden biri olmustur. Bu dönemde Darkavi, kendisine bin tane mesele sorulsa dahi hepsine tam olarak cevap verebilecek bir yetkinlige ulastigini söyler.
Darkavi, 1767 yilinda seyhi Ali bin Abdurrahman el-Cemel el-Imrani (v. 1780) ile karsilasti ve ona inti¬sap etti. Seyhinin yaninda bir süre kaldi sonra Beni Zerval kabilesine dönerek Darkaviye kolunun ögreti¬lerini sistemlestirdi. Ali bin Abdurrahman el-Cemel’in vefatindan sonra seyhinin yerine geçen Darkavi’nin manevi aydinligiyla tarikat kisa sürede Fas, Cezayir ve diger bölgelerde yayildi. Tarikat adap ve erkanini tarif ve tespit ederek müritleri arasinda birligi sagladi ve bundan sonra tarikat kendi adiyla anilmaya bas¬landi. Tarikata ait ilk tekke de bizzat Darkavi tarafindan Bu Berid bölgesinde kuruldu. Tekkelerin yerleri tespit edilirken devlet merkezine uzak olan bölgelerin seçilmesine özellikle dikkat edildigi görülmektedir. Ancak buna ragmen Darkaviye tarikatinin hizla yayilmasi Fas sultani Süleyman el-Mevla’yi rahatsiz ettiginden Seyh Darkavi’yi tutuklatmistir.
VELILERIN SAHIBI ALLAH’TIR
YRD. DOÇ. DR. IBRAHIM TOZLU
Ebu Hureyre’nin (ra) rivayet ettigine göre, -bir hadis-i kudside- Resulullah söyle buyurmustur: “Yüce Allah söyle buyurur: Kim benim veli kuluma düsmanlik ederse ben ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklastiranlar arasinda en çok hosuma gideni, ona farz kildiklarimi yerine getirmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle her an yaklasir, firsat kollar ve ben onu hep severim. Ben kulumu sevdim mi onun isiten kulagi, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayagi olurum. O kul, benden bir sey isteyince onu veririm, bana siginirsa onu himayeme alir, korurum.” (Buhari, Rikak, 38)
Sevmeden olmuyor. Insan sevmedigi, içine sindiremedigi hiçbir seyi kabullenemiyor. Insan birini sevmiyorsa kapisinin önünden bile geçmek istemiyor. Sevdigi bir yiyecek içecek olsa onu hep arzuluyor. Sevdigi bir esyasi varsa gözü gibi bakiyor insanoglu ona kiyamiyor. Sevgi içimize islemis. Çünkü yüce Allah kulunu böyle yaratmis, önce kulunu çok sevmis ve onun içine sevgiyi-muhabbeti koymus.
Kuyuya atilan Yusuf aleyhisselamin sevgisini önce Misirli vezir Aziz’in gönlüne düsürmüs yüce Mevla, “Ona iyi bak. Belki bize yarari dokunur.” (Yusuf, 21) diye. Allah, sevdirmeyi murat etmeseydi, Yusuf aleyhisselam kuyudan nasil çikacakti, Misir’a yerlesip nasil melik olacakti? Tipki Musa aleyhisselamin sevgisini Firavun’a verdigi gibi, halbuki bir bebekti Nil nehrine atilan, Kur’an’da kendisinden bu ümmete bahsedilen: “Ey Musa! Sevilmen ve benim nezaretimde yetistirilmen için sana kendimden sevgi verdim.” (Taha, 39)
TASAVVUF VE TARIKATLAR ÜLKESI: ÜRDÜN
YRD. DOÇ. DR. MAHMUD ESAD ERKAYA
Tasavvuf, Kur’an ve sünnetin hayata aktarilma çabasidir. Bu çaba asirlar boyunca yalnizca belirli bir bölgeyle sinirli kalmamis, dünyanin muhtelif beldelerinde de yayilma imkani bulmustur. Zira mutasavviflar bir taraftan Islam’i anlatirken diger yandan da halleri ve yasantilariyla onun canli bir numunesi olmuslardir. Bu durum Islam’in yayilma¬sini ve benimsenmesini kolaylastiran en etkili unsur oldugu gibi Müslümanlarin çesitli ülkelerdeki kimliklerini korumalarinda da önemli bir güç olmustur. Böylece mutasavviflar bir taraftan Islam’in yayilmasinda diger taraftan da Islam’in asirlarca canli bir seklide yasanmasinda önemli bir rol üstlenmislerdir. Günümüzde artik dünyanin her bir kösesinde sufilere ve tasavvufi kurumlara rastlamak mümkün bir hale gelmistir.
Tasavvufun çesitli ögretileriyle kabul görüp yayginlik gösterdigi ülkelerden biri de hiç süphesiz 1949’da kuru¬lan Ürdün Hasimi Kralligi’dir. Ürdün, günümüzde sekiz ayri tarikata, bu tarikatlari temsil eden yetmisten fazla seyhe ve tarikat faaliyetlerinin yürütüldügü yüzlerce zaviyeye ev sahipligi yapmaktadir.
Ürdün, Suudi Arabistan’a yakinligi ve pek çok selefi ve vehhabi yapilanmayi barindirmasi nedeniyle tasavvuf karsiti propagandalarin yogun olarak görüldügü bir ülke olarak düsünülmektedir. Fakat sanildiginin aksine bütün sikintilara ragmen Ürdün, tarikatlarin genis faaliyet alanlari buldugu bir ülkedir. Burada özellikle selefi akimlarin hakim oldugu bazi Arap ülkelerine nazaran tasavvuf ve tarikatlarin çok daha rahat bir sekilde yayildigi bariz bir sekilde görülmektedir.
HORASAN’DAN ANADOLU’YA BIR HIKMET COGRAFYASI
AHMET EDIP BASARAN
Insan ilkin bir dile dogar. Tipki cografyalar gibi diller de kaderimizin fotograflarini tasir. Insan dile dogar çünkü dogmus olmak bizatihi Allah’in kelamina muhatap olmak demektir. O’nun (cc) rizasina uygun bir hayat, O’na (cc) layik bir kul olabilme erdemi, dilin içine dogan insanin vazgeçilmez mesuliye¬tidir. Insan ilkin dille heceler, sonra yine dille konusur, kavrar, düsünür. Insanin sükutunu anlamli kilan yine onun konusabilecegi bir dile sahip olmasi degil midir? Dil olmasa insan neyi, nasil susabilir?
Kadim bilgelik dili ayni zamanda sadece bir konusma araci olarak betimlemez. Dil ayni zamanda gönül demektir ve Divan sairlerimiz iste bu dilin, gönül dili¬nin imbiginden damittiklari essiz güzellikte rayihalar sunmuslar yasadiklari çaga. Ayni dili konustuklari halde anlasamayan insan topluluklarinin hizla arttigi bir çagda agizlardaki dedikodulardan kalplerdeki dostluga ve kardeslige kaçmak gerek belki de. Önemli olan ayni dili konusmak degildir, diyordu Cemil Meriç ve ekliyordu: Önemli olan ayni gönül dilini konusmak.
Sadece ayni dili degil konustugu dili de bir gönül diline bir yürek fethine dönüstüren büyük bir isimden bahis açacagim: Ahmet Yesevi Hazretlerinden ve onun yüzyillari asan bir ask ve irfan klasigi olan Divan-i Hikmet’inden. Ahmet Yesevi’de ve ayni zamanda Yunus’ta kemalini bulacak Müslüman Türkçenin atardamarlarini görürüz. Sanki o dil, kendi içindeki tekamülünü, seyr-ü sülûkunu tamamlamis ve Yunus’un dizelerine gömmüstür kendisini. Nesilden nesile bir hakikat kivilcimi olarak yasasin diye o dil. Ahmet Yesevi, sadece Türkistan’in degil Türkçenin de seyhi ve üstadidir.
KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
ALLAH YOLUNDA BIRLIK OLALIM
Ibnü’l-Benna Sarakusti’nin tasavvufu nazimla anlattigi el-Mebahisü’l-Asliyye isimli eserine, büyük arif müfessir Seyh Ahmed Ibn Acibe Haseni Hazretleri serh yapmistir. Bu serhin ismi de Fütühatü’l-Ilahiye’dir. Bu eserde, tasavvufun tarifi, fazileti, faydasi, edepleri, hükümleri, kâmil mürsidin vasiflari, gerçek müritligin esaslari gibi konular ele alinmistir. Bu eser, manevi terbiye yoluna giren bütün mü’minlere yol haritasi, yön pusulasi gibidir. Ibn Acibe Hazretleri Allah yolunda birlik ve topluluk olmak hakkinda sunlari söyler:
Sufilere göre Allah yolunda cemaat olmak en büyük ve en önemli esaslardan biridir. Hatta sufilerden biri söyle demistir: Tasavvuf üç temel esas üzere kuruludur: Bunlar, Allah yolunda cemaat olmak, Hak sözü dinlemek ve emre uymaktir.
Kim, mü’min kardeslerinden ayrilir ve kendi nefsiyle mesgul olursa ondan bir hayir gelmez. Cemaatten ayrilan kimseyi seytan kapar; aynen çobanin kontrolündeki sürüden ayrilan koyunu kurdun kaptigi gibi. Allah Teala bizleri kendi yolunda birlik ve yardimlasma içinde olmaya tesvik ederek söyle buyurmustur: “Iyilik ve takvada birbirinizle yardimlasin; kötülük ve düsmanlikta yardimlasmayin.” (Maide, 2)
MODERN TIP MI, ALTERNATIF TIP MI?
KEMAL ÖZER
Insanlari hastalandirmama, hastalanmislarsa iyilestirme ilmi olan tip, Türkçeye, Arapça tibb kelimesinden geçmis. Tip ilminin bütününe tababet denir. Gümümüzde tip kelimesi genellikle sadece Tip fakültelerini akla getirirse de, bu da bizi hastalik, doktor, tetkik, reçete, eczane, ilaç, ameliyat, rant ve ölüm kelimelerine götürür. Ardindan eklenecek sey ise kavgalar, gürültüler, tartismalar ve bezginliklerdir. Oysa tip dedigimizde ilk akla gelmesi gereken seyin hastalik degil, sihhat, afiyet olmasi gerekir.
Gerçekte tip kelimesini izleyen kelimelerin tababet yani ilim, hekim, tabip, teshis, dert, deva, derman, sifa, çare, ilaç, cerrahi, otaci gibi kelimeler olmasi gerekirdi.
Günümüz insani ve özellikle de etibba -doktorlar- camiasi, icra ettikleri meslegin Ikinci Cihan Harbi sonrasinda ortaya çikan endüstri tibbindan ya da Rockefeller tibbi olarak da adlandirilan kimya tibbindan ibaret oldugunu sanir. Bu, tip ve tarih bilmezlikten baska bir sey degil! Kur’an-i Kerim Bakara suresinin 31, 32 ve 33. ayet-i kerimesinde Allah Teala Hazretlerinin, Adem’e (as) bil¬mesi gereken her seyi ögrettigini bildirir. Bunun içinde tip yok muydu? Elbette vardi! Çünkü ilk insanlar da hastalanirlardi! Nihayetinde Hazret-i Adem bir peygam¬berdi ve her peygamber gibi tip ilmini de bilirdi. Kaldi ki tip, peygamber olabilecegi de zikredilen ve adina sure inen Lokman (as) ile özdeslesmis bir ilim, yeni ifadesiyle meslekti.
O halde sunu açikça söyleyebiliriz ki, tip ilk insandan bugüne kadar insana hizmet etmek için vardi. Simdi ise küresel düzenin sahiplerini memnun etmek ve dev sirketlere hizmet için var. Kimse kalkip tibbin insan için oldugunu artik söylemesin. Zira söylerse, hakikati söylememis aksine örtmüs olur.
Geçmisi kötüleyerek kendilerine alan açmaya çali¬sanlarin asil amaci, hem dünle ilgili cehaletlerini hem de bugünkü insani nesnelestiren uygulamalarini gizlemektir.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Eylül (sayi: 61) sayisinda.)
GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI
Ilim ve Irfan dergisi Gülbahçe Çocuk ekinde,
Arif Dede
Cesur Küçük
Melih Tugtag
Betül Nurata
Ahmet Demir
Seval Sahin Cevizci
Yazi ve çizgileriyle yer aliyor.