HAZRET-I MUSA’NIN ELINDEKI MUCIZELER
PROF. DR. ALI AKPINAR
Allah’in selami hepsinin üzerine olsun, peygamberler insandirlar ancak onlar siradan insanlar degildir. Onlar, manen donanimli olduklari gibi, fiziki olarak da donanimlidirlar; hastalik, eza ve iskenceye dayanikli, kararli ve azimli insanlardir. Onlar, daglar ve taslarin hasmetinden eriyecegi vahye muhatap olan kimselerdir. Nitekim bir seferinde vahiy inerken Peygamberimizin üzerinde bulundugu deve vahyin agirligindan yere çöküvermisti. Iste peygamberler, bir taraftan Ilahi vahyin agirligina, diger taraftan vahye davet yolunda karsilasilan güçlüklere gögüs geren kimselerdir.
Kur’an-i Kerim, bize bazi peygamberlerin hayatlarindan kesitler sunar. Anlatilanlar, bize mesaj veren olaylar¬dir. Yoksa Kur’an, bir peygamberin hayatini, kronolojik olarak bastan sona anlatmaz. Kur’an’in bize anlattigi olaylardan biri de Hazret-i Musa’nin attigi tokat sonucu bir kisinin ölmesidir.
Olay söyle anlatilir: “Musa, halkinin, ögle uykusunda oldugu bir zamanda, sehre girdi. Biri kendi adamlarin¬dan digeri de düsmani olan iki adami dövüsür buldu. Kendi tarafindan olan kimse, düsmanina karsi ondan yardim istedi. Musa, onun düsmanina bir tokat vurdu; ölümüne sebep oldu. Bu seytanin isidir; çünkü o apaçik, saptiran bir düsmandir, dedi. Musa, Rabbim, dogrusu kendime yazik ettim, beni bagisla, dedi. Allah da onu bagisladi. O, süphesiz bagislayandir, merhamet edendir. Musa, Rabbim, bana verdigin nimete and olsun ki, suç¬lulara asla yardimci olmayacagim, dedi.” (Kasas, 15-17)
EDEPLERE RIAYET HAKK’A ULASTIRIR
KUTBEDDIN AKYÜZ
Tasavvuf, Islami hayati içsellestirerek Allah Tealanin istedigi istikamette yasama yolu, tezkiye ile ihsan makamina erme sanatidir. Tasavvuf, adiyla olmasa bile içerigi ve kavramlariyla yüce kitabimiz Kur’an’da var olan bir ilim, Allah Resulü’nün hayatinda mevcut olan bir hal ve kurumdur. Allah Resulü’nün siyasi, ilmi ve manevi olarak temsil ettigi üç otoriteden sonuncusunun müessese ve ilim olarak uzantisinin adidir. Bu minval üzere oldugundandir ki, ruhani ve tasavvufi hayat her devirde ilgi uyandirmis ve Müslümanlarin, insan egitimini konu alan ve tasavvufi birer kurum olan tarikatlara yönelmesini saglamistir.
Tarikatlara yönelip onlara intisap manevi bir gelisim sürecidir. Dolayisiyla bu süreçte kisiye manevi gelisimine uygun görevler önerilir. Yerine göre ciger sattirilir, hela temizligi yaptirilir. Ama hedef bellidir: Allah’a yakin bir kul olup insanlara karsi da sefkat ve merhamet sahibi olmak. Amaci bu olan egitim sürecinde en büyük mesele -tasavvuf ehlinin tamaminin da üzerinde ittifak ettigi gibi- benligi yenmektir. Benligi asmanin yolu da, talimatlara uygun hareket edip verilen vazifeyi en güzel bir sekilde deruhte etmektir. Manevi yolda terakki göstermek için tasavvuf ehlinin sohbetinde bulunanlarin, bir seyhe intisap edip tarikata girenlerin, öncelikle seyhine ve ihvana karsi uymasi gereken birtakim kurallar vardir. Bunun yaninda manevi yolculuklarinda mesafe kat edebilmeleri için de tatbik etmeleri gereken birtakim ritüeller mevcuttur. Bu kural ve prensiplerin tümüne tasavvuf dilinde edep-adap denilmistir.
VARLIGIN KALBINE SEYAHAT: UMRE
YRD. DOÇ. DR. ABDULCEBBAR KAVAK
Peygamber Efendimizin (sas), “Kimin hicreti Allah’a ve Resulü’ne ise onun hicreti Allah’a ve Resulü’nedir.” hadis-i serifi, asirlar öncesinden Müslümanlar için temel bir düstur olmustur. Bu hicreti gerçeklestirme yolunda umre ibadeti, çok ulvi ve samimi bir adim olarak görülmüstür. Çünkü bu sekilde Müslümanlar, beseriyetin yeryüzünde yasamaya basladigi günden beri kendisine Allah’i ve ahireti hatirlatacak bazi sembolleri görme imkanina kavusacaklardir. Bu sembollerin basinda Beytullah yani Kabe gelmektedir.
“Süphesiz insanlarin ibadet ve ziyareti için kurulan çok mübarek ve âlemlere hidayet kaynagi olan ilk ev, ilk mabed, Mekke’deki Kabe’dir.” (Al-i Imran, 96)
Kabe’yi temelleri üzerinde yeniden insa etme bahtiyar¬ligina ulasan Hazret-i Ibrahim ve oglu Hazret-i Ismail’in hizmetleri, dualari ve geride biraktiklari hatiralar, yüce Rabbimizin gönderdigi Kur’an’da zikredilmistir. Bu hatiralara sahip çikma ve yasatma görevi de, “Siz, insanlarin iyiligi için çikarilmis en hayirli bir ümmetsi¬niz.” (Al-i Imran, 110) Ilahi hitabina mazhar olan ümmet-i Muhammed’e verilmistir. Bu görev kiyamete kadar gelecek olan Müslüman nesiller tarafindan yürütülecektir.
ALLAH YOLUNDA BIR ÖMÜR: AHMED ZERRUK (ks)
MERYEM INCI NUR BABADAG
Kuzey Afrika tasavvufunun etkili isimlerinden Ebü’l-Abbas Sihabüddin Zerruk Ahmed bin Ahmed bin Muhammed bin Isa el-Burnusi el-Fasi, 1442’de Fas’in üçüncü büyük sehri Fes’te dünyaya gelmistir. Islam âleminin önde gelen sufi ve fakihlerinden biri olarak Zerruk ismiyle söhret bulmustur. Zerruk Hazretleri dogumundan birkaç gün sonra annesini ve babasini veba salginindan kaybetmistir. Babasinin vasiyeti üzerine, anneannesi Fatima Ümmü’l Benin, Zerruk’un bakimini üstlenmis, egitim ve terbiyesine özen göstermistir. Anneannesi dindar bir fakihtir ve onun yetismesinde önemli bir etkiye sahiptir. Kendisi de çaliskan bir ögrenci olan Ahmed Zerruk on yasinda hifzini tamamlamis, ayrica dokuz yasindan itibaren de haftada birkaç gün okul derslerinden sonra bir kunduracinin yaninda çalisarak meslek egitimi almistir. On yasinda anneannesi vefat ettikten sonra çocukluk döneminin geri kalan kismini kimin yaninda geçirdigi bilinmemektedir.
On alti yasindan sonra ilmi çalismalarina agirlik vererek kunduracilik meslegini birakmistir. Fikih, hadis ve usule dair ana kaynaklari, Arap dili ve gramerini, tasavvufa dair temel eserleri tetkik etmeye baslayan Zerruk, Ali es-Sitti ve Abdullah el-Fahhar’dan bazi risaleler okumustur. Ebu Abdullah Muhammed bin Kasim el-Kavri ve Zerhuni’den Kur’an ilimlerini tahsil etmistir. Abdurrahman el-Mecduli et-Tunisi’den kelam ve fikih ögrenmistir. Karaviyyin camii ve Inaniyye medresesindeki hocalarin derslerine devam ettigi sirada özellikle fikih ve hadis ilimlerine ilgi duymaya baslamis ve Karaviyyin medresesinin ileri gelen hocalarindan Kavri ile arasinda güçlü bir bag kurmustur. Fikhi meselelerin yani sira tasavvufi mevzularda da Kavri’den istifade eden Zerruk, bir süre sonra tasavvufa yönelmistir. Basta Ibn Ataullah el-Iskenderi olmak üzere Sazeli mesayihine ilgi duymaya baslamis ve 1476 yilinda Fas’taki Sazeli zaviyesinin seyhi Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah ez-Zeytuni’ye intisap etmistir.
KALBIN DERINLIKLERINE YOLCULUK: SEFER DER-VATAN
KÜBRA ZÜMRÜT ORHAN
Naksibendiye tarikatinin temel prensiplerini ifade eden kelimat-i kudsiyenin üçüncüsü, kelime anlami vatanda yolculuk olan sefer der- vatandir. Burada vatan, insanin maddi ve manevi varlik âlemini ifade eder. Insan basli basina bir âlem, bir vatandir. Bu sebeple insana cisim bakimindan küçük, mana bakimindan büyük âlem denmektedir. Kainatta var olan her seyin insanda da bulundugu kabul edilir. Sefer, tasavvufta salikin nefsini terbiye etmek ve Hakk’a ulasmak için yaptigi maddi -bedeni- ve manevi -batini- yolculugu ifade etmektedir. Bedenle yapilan seferin de kisinin nefsini terbiye etmesi ve manevi tekamülü açisindan pek çok faydasi vardir. Özellikle eski dönem¬lerin sartlarinda yolculuk son derece mesakkatli bir istir. Açlik, susuzluk, yolda karsilasilan çesitli tehlikeler, yorgunluk gibi özellikleri sebebiyle yolculuk nefsin ter¬biyesine yardimcidir. Öte yandan hikmetli ve basiretli kimseler için yolculuk, Allah’in eserlerini görerek ibret almak ve O’nun (cc) kudreti üzerine tefekkür etmek için güzel bir firsattir.
“De ki: Yeryüzünde gezip dolasin da Allah en bastan nasil yaratmis bir bakin. Iste Allah bundan sonra ahi¬ret hayatini da yaratacaktir. Allah gerçekten her seye kadirdir.” (Ankebut, 20) ayeti insanlari ibret almak için seyahate tesvik etmektedir. Gücü yeten kimselere haccin farz kilinmasi (Al-i Imran, 97) ve Hazret-i Peygamberin, “Ancak üç mescide ibadet maksadiyla gitmek üzere yolculuga çikilabilir: Benim su mescidim -Mescid-i Nebevi-, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa” (Müslim, Hac, 511) buyurmasi, Müslümanlari ibadet maksadiyla yolculuga yönlendirmektedir. Ayrica, “Allah ilim ögrenmek amaciyla yola çikan kimseye cennetin yolunu kolaylastirir.” (Ebu Davud, Ilim, 1) hadisi de ilim için yolculugu tesvik etmektedir. Bu sebeple Islam’in ilk asirlarinda basta hadis talebeleri olmak üzere talebeler, dönemlerindeki en önemli ilim merkezlerine seyahat ederek oradaki alimlerden ilim ögrenmislerdir.
YASIYORSAK ÖLECEGIZ DEMEKTIR
MONA ISLAM
Ölüm korkusu evrensel biyolojik bir içgüdüdür, diyor filozoflar. Insan ölümden daima korkar, bu korku giderilebilir degildir ancak biçim degistirmesi mümkündür. Insanin ihtiyaçlarina bir hiyerarsi belirleyen Abraham Maslow’a göre güvenlik ihtiyaci insanin ihtiyaçlari arasinda temel fizyolojik ihtiyaçlardan hemen sonra gelmektedir. Güvenlik ihtiyaci öncelikle ölüme yönelik bir ihtiyaçtir. Güvende olmak, ölümle aramiza bir duvar çekmek isteriz. Ancak bunu bir yere kadar yapabiliriz, nihai olani sonsuza dek ertelemek imkansizdir. Tibbi, teknik, savunmaya yönelik tedbirlerle ölümü uzaklastiramazsak onu anlamlandirarak onu daha kolay katlanilir bir seye dönüstürmek isteriz. Anlamlandirmak, duvar çekemedigimiz yere istenildiginde açilip kapanabilen ve içeriden disariya bakarak gözlem yapabilecegimiz, tefekkür edebilecegimiz bir pencere koymak demektir. Önlenemeyen ölümü bu pencerede güvenli bir mesafeden incelemek elimizdeki tek seçenektir. Tarih boyunca insanlar mitolojik anlatilarla, çesitli dini inançlarla ölümü anlamlandirmaya ve böylece kalbin kaygisini sagaltmaya çalismislardir. Yakin zamanda sevilen bir yazarin, mütefekkirin ölümüyle yeniden ölümü ve ölüme dogru yasanmis bir hayati hatirlama imkanina kavustuk. Bu imkani berhava etmeden ölümü düsünerek ölüme dogru bir yasam nasil kurulur? Bu yazida üzerinde durmaya çalisacagimiz mesele budur.
SAF KALBIN HAKIKAT ARAYISI
AHMET EDIP BASARAN
Insan kendisine verilen ömür sermayesinin hiç tükenmeyecegini zanneder. Can, ten kafesinde ilelebet sakiyacagi hayaliyle avunur. Can bir kustur, dünyanin güzelliklerine karsi mutlu ve mesut öter durur. Heyhat her seyin bir sonu vardir, dogan her canli ölür. Baki olan sadece Allah’tir. Mezarlik kitabelerine kazinmis o ezeli ve ebedi hakikat, dünyada mutlak bir hükümranligin olmadigini, baki olanin sadece Allah oldugunu haykirir sessizce. O ilahi uyari, özellikle sanki hiç sonu yokmus gibi gelen o lahuti sessizligin içinde kalbimizin ve zihnimizin derinliklerine en temel hakikati fisildar.
Dünya bir oyun ve eglenceden ibarettir. Dogan ölür, ölen çürür. Çünkü insan fanilikle nikahlidir. Insanin en mümeyyiz vasiflarindan birisi faniliktir. Bunun suuruyla yasayan her Müslüman, geçen her günün ömür kitabindan eksilen bir sayfa oldugunu bütün zerreleriyle hisseder. Geçen gün ömürdendir ve aslolan Allah’in bir mevhibe, bir bagis, bir hediye olarak bize sundugu ömrü O’nun (cc) rizasina uygun bir zerafet ve güzellikle yasamaktir.
Sirazli Sadi’nin yüzyillara bir nasihat ve incelik irmagi gibi yayilmis, insanlarin gönüllerini ve zihinlerini her dem berrak bir sadelikle, dinmeyen bir tazelikle beslemis olan Bostan’i bir tasavvuf klasigidir. Bostan niçin bir saheserdir? Ilk basta üç temel kavram üzerinde durdugunu görürüz eserin: Hakikat, iyilik ve güzellik. Sadi, bu üç temel kavramdan en çok da hakikat üzerinde durur. Onun istinat noktasi hakikat kaygisidir. Sanattan, sözü güzel söylemekten, sözü tasannu vadilerinde dolastirmaktan çok önce ve acil olan hakikatin dogrudan ve düpedüz söylenmesidir.
VELAYET DENIZINDE BIR NAKSI SEYHI
M. NEZIHI PESEN
Dergimizin geçen sayisinda Bursali Mehmet Tahir Efendinin hazirlayip 1915 senesinde Istanbul’da basilmasini sagladigi Osmanli Müellifleri adli eserinden bir sufinin hayatini buraya aktarmistik. 1600’den fazla müellife yer verdigi bu kiymetli kitaptan bu sefer de Süleyman Efendi ismiyle meshur olan Naksibendi Köstendilli Mollazade Süleyman Seyhi Efendinin hayatinin ve eserlerinin hülasasini sunuyoruz:
Naksibendi tarikatinin fazilet sahiplerinden bir zat olup Köstendil’dendir. Ilk ve orta derecedeki tah-sillerini memleketinde ikmal ettikten sonra yüksek tahsil için Istanbul’a gelerek zamanin yüksek alimlerinden eksiklerini tamamladi. Memleketine dönüp talebe okutmakla mesgul oldu. Bu esnada Naksibendi seyyidlerinden Samli Seyh Ali Efendiye intisap ede¬rek 1779’da tarikatin hilafet rütbesine erismis olarak saliklerin irsadina basladi. 1819’da vefat ederek kendi¬sinin yaptirdigi dergaha defnedildi. Maalesef yüksek kabirleri Bulgaristan devletinin tesekkülünden sonra yikilarak baska bir binaya nakledilmistir.
Lemaat-i Naksibend ismindeki eserinde mübarek mürsidi Ali Efendi delaleti ile nail oldugu Ilahi tecel-lilerin lüzumlu tafsilati yazilidir.
Eserlerinin en büyügü 1815’de tamamladiklari Bahrü’l-Velayet ismini tasimaktadir ki Imam Cafer Sadik Hazretlerinden baslayarak binbir evliyaullahin muhtasar hal tercümesiyle ilmi ve kevni kerametlerinden bahseder olup sonunda kendi hal tercümesi de gösterilmistir.
Bir nüshasi Besiktas’ta Yahya Efendi dergahi kütüphanesinde vardir.
Otuza yakin eserinden bazilari sunlardir: Bahrü’l- Velayet, Zübde-i Nefahatü’l-Üns, Tarih-i Köstendil, Nükatü’l-Hikem, Mecmau’l-Arif, Risale-i Talia, Divan, Serh (Bazi Misri ve Naksi gazelleri), Usulü’l-Vüsul, Medar-i Salikan Fi Etvar-i Hacegan, Kuvvetü’l-Ussak, Mektubat-i Erbain...
HAYATIN TUZU VARSA TADI VARDIR
KEMAL ÖZER
Hava, su, toprak olmasaydi hayat olmazdi elbet. Ya tuz olmasaydi hayat olur muydu? Tabiiki hayir! Allah’in yarattigi hiçbir sey sebepsiz ve gereksiz degil. Kainat yani varlik âlemi müthis bir denge içinde yaratilmis olup her sey ne bir eksik, ne de bir fazla. Çünkü her seyi yoktan var eden Allah (cc), akil almaz, kusursuz ve mükemmel bir sistem insa etmis.
Tuz; denizler, göller, akarsular gibi kaynaklarin yani sira, maden olarak kaya tuzu kaynaklarindan da elde edilir. Tuzsuz bir hayatin imkansizligi bilindigi halde, tuzun ileriki çaglarda kesfedildigi iddiasi külliyen yalandir. Zira ona ihtiyaç duydugu her seyi ögreten Allah Tealanin, Hazret-i Adem’e ve zevcesi Hazret-i Havva’ya tuzu da ögrettiginden süphe duyulamaz.
Sihhatli kalabilmenin bir parçasi olan tuz, eski zaman¬larin en degerli ve pahali maddelerinden biriydi. Bu yüzden çokça devletlerarasi ticarete de konu olur. Pek çok gidanin saklanmasi ve korunmasi için elzem olan tuz, ayni zamanda gidalara tat katar, ömürlerini uzatir, görüntüsünü güzellestirir. Bedenin ihtiyaci olan bazi eser element yani mineral ihtiyacini da karsilar.
Tuz, Fatir suresi 12 ve 53 ile Vakia suresi 68-70 ayet-i celileri ve bazi hadis-i seriflerde de yer bulan nimetlerden. Tuz, bedenin hiçbir degisime ugratmaksizin kullandigi tek gidadir. Baska bir ifadeyle, vücudumuz tuz disinda kalan bütün gidalari içerdikleri besinleri kullanabilmek amaciyla parçalarina ayirmak zorundayken, tuzu oldugu gibi kullanir.
Her türlü kaynaktan, endüstrilesmenin sagladigi imkanlarla eski dönemlere oranla, daha kolay elde edildigi ve insanligin her türlü ihtiyacini yeterince karsilayacak bollukta bulundugu için tuz artik hayli ucuz bir nimet.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Temmuz (sayi: 59) sayisinda.)
GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI
Ilim ve Irfan dergisi Gülbahçe Çocuk ekinde,
Arif Dede
Cesur Küçük
Melih Tugtag
Betül Nurata
Ahmet Demir
Seval Sahin Cevizci
Yazi ve çizgileriyle yer aliyor.