ILIM VE IRFAN | Mayıs | 2017 | DIGER YAZILAR | Okunma: 1194
BEDEN ZAHMETTE, KALP MÜRÜVVETTE
PROF. DR. SELAHATTIN YILDIRIM

Insandan insaniyet, fetadan fütüvvet türetildigi gibi merü kelimesinden de mürüvvet türetilmistir. Mürüvvet, nefsin hayvani ve seytani vasiflarindan arindirilarak insani vasiflarla donatilmasi demektir. Insan nefsinde üç çesit cazibe vardir. Birincisi, haset, kibir, üstünlük, azginlik, aldatma, ser ve fesat gibi seytani özelliklere yönlendirir. Ikincisi, sehvettir ki hayvani özelliklere yönlendirir. Üçüncüsü, itaat, ilim, birr, nasihat ve ihsan gibi meleklerin sahip oldugu üstün ahlaklara yönlendirir. Selef alimlerinden birisi söyle demistir: “Allah, melekleri sehvetsiz olarak nurdan yaratip akilla, hayvanlari akilsiz olarak sehvetle, insani da her ikisiyle donatmistir. Her kimin akli sehvetine galip gelirse melekler seviyesine çikar. Sehveti aklina galip gelen de hayvan seviyesine iner. (Ibnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Medaricü’s-Salikin, II, 357-358) Bundan hareketle mürüvvet; aklin sehvete galebesidir seklinde tarif edilmistir.
Nefslerin süsü, himmetlerin ziyneti olan mürüvvet insana fazilet ve üstünlük kazandiran bir vasif olup hal ve zamanin en uygun ve güzel olanini gözetmektir. (Maverdi, Edebü’d-Dünya ve’d-Din, s. 514)
Hazret-i Ali (kv) kanaliyla gelen bir hadislerinde Peygamberimiz (sas) söyle buyurmuslardir: “Insanlarla muamelesinde zulmetmeyen, konusurken yalan söy¬lemeyen, vaadettiginde vaadinden hulfetmeyen kisi mürüvveti kemale ermis, adaleti gerçeklesmis, kardesligi hak etmis olan kisidir.” (Kudai, Müsnedü’s-Sihab, hadis no: 520; Hatib el-Bagdadi, el-Kifaye fi Ilmi’r-Rivaye, hadis no: 84; Ebu Nuaym, Ahbaru Isbahan, II, 271; Maverdi, Edebü’d-Dünya ve’d-Din, s. 514)

CENNET EHLININ EFENDISI: HAZRET-I HASAN (ra)
ISLIM GÜMÜSTEKIN

Efendimizin (sas) reyhanim diye bagrina bastigi, cennet ehlinin efendisi: Hazret-i Hasan (ra).
Hazret-i Ali (kv) ve Hazret-i Fatima’nin ilk çocuklari olan Hazret-i Hasan, Medine’de, hicretin üçüncü yilinda Ramazan ayinin on besinde dünyaya gözlerini açmistir. Hazret-i Hasan güzel ve beyaz yüzlü olup Peygamber Efendimize (sas) görünüs itibariyle en çok benzeyen kimse idi. Hazret-i Hasan’in dogumu, Efendimize (sas) müjdelendiginde büyük bir sevinç ve saadet yasamis hatta ismini bizzat kendisi koyup kulagina mübarek sesiyle ezan okumustur. Ayrica Efendimiz (sas) torunu yedi günlük olunca akika kurbanini kesmis ve kizi Fatima’ya da saçinin agirliginca gümüs tasadduk etmesini emretmistir. Hazret-i Hasan henüz çocuk yasinda Efendimize (sas) biat eden ilk kimselerdendir.
Çocuklugunun her adiminda dedesiyle tatli anilari olan Hazret-i Hasan, Efendimizin (sas) terbiye ve himayesinde büyümüs, çocuklugu kimseye nasip olmayacak kadar kiymetli bir sevgi, ilgi ve sefkatle geçmistir. Zira Efendimiz (sas) her firsatta torunlarina olan sevgisini dile getirerek ayni zamanda onlarin sevilmesini de tavsiye etmistir. Bu anlamda sahih hadis kitaplarinda ve Islam literatüründe Peygamber Efendimizin (sas) torunlariyla ne kadar çok ilgilendigini, çogu zaman onlari yanindan ayirmadigini, namazlarda dahi torunlarinin gelip üzerine çiktiginda sirf onlari incitmemek için secdesini uzattigini ifade eden hadisler yer almistir. Bu, âlemlere rahmet olarak yaratilan Efendimizle (sas) reyhanesi olan torunlari arasinda sevgiyi anlatmasi bakimindan kayda degerdir. Dolayisiyla Hazret-i Hasan kisiliginin sekillendigi yillarda Efendimizin (sas) gözetiminde bulunmus, O’nun (sas) terbiyesiyle yetismistir. Bu sebeple o sadece suret olarak degil, siret olarak da Efendimize (sas) çok benzemekteydi.

RAMAZAN-I SERIFE HAZIR MIYIZ?
YRD. DOÇ. DR. ABDULCEBBAR KAVAK

Hicretin ikinci yilinda oruç ibadetinin farz kilinmasiyla Müslümanlar, Ramazan gibi ümmetin hayatinda yepyeni bir ufuk açan, hayirlari cami, serleri mani bir manevi iklimle tanismislardir. Sebep oldugu iyilik ve hayirlar, meydana getirdigi maddi ve manevi huzur ortami ve sonucunda sadece Allah’in takdir edecegi bir mükafati barindiran bu Ramazan ikliminin, Islam toplumuna getirdigi hareketlilik ve dina-mizm, günümüze kadar ayni hissiyatla devam etmistir.
Ramazan’in ihtiva ettigi manevi hazinelere ve onu idrak eden insanlara sundugu ulvi hakikatlere isaret etmek ve dikkat çekmek üzere Peygamber Efendimiz (sas) üç aylarda su duayi dilinden düsürmemistir: “Allah’im! Recep ve Saban aylarini bize mübarek kil ve bizi Ramazan ayina ulastir.”
Üç aylarin basi olan Recep ve onu takip eden Saban ayi, Ramazan’a hazirlik sürecinin iki önemli merhalesidir.
Ramazan insani Rabbine yaklastirir ve O’na (cc) giden yollari alabildigince genisletir. Ramazan’da Allah Zülcelal Hazretleri kullarina karsi rahmet ve magfiret kapilarini sonuna kadar açar, nasibi olanlar O’nun (cc) cömertlik deryasindan kana kana içerler.
Bu manevi iklimi anlamlandiran tek sey elbette ki sadece oruç ibadeti degildir. Kur’an-i Kerim’in bu ayda nazil olmasi da diger önemli bir hadisedir. Yüce Rabbimiz bu hususu, “O sayili günler, Ramazan ayidir ki, Kur’an, insanlara hidayet rehberi, dogru yolun ve dogruyu egriden ayirmanin açik delilleri olarak ondaki Kadir gecesinde indirildi. ” (Bakara, 185) ayetiyle bizlere hatirlatir.

NAKSIBENDIYE’NIN ON BIR ILKESI: KELIMAT-I KUDSIYE
KÜBRA ZÜMRÜT ORHAN

Naksibendiye tarikatinda tasavvufi egitimin temel esaslari kelimat-i kudsiye (degerli sözler) adi verilen on bir Farsça kaideyle özetlenmistir. Bu kaidelerin Farsça olmasinin sebebi, o bölgede yazi dilinin Farsça olmasidir.
Bu on bir kaide söyledir: Hus der-dem (her nefes alip veriste bilinçli olmak); nazar ber-kadem (yürürken önüne bakmak); sefer der-vatan (kötü huylardan iyi huylara yolculuk etmek); halvet der-encümen (halk içinde Hakk’la olmak); yad-kerd (Allah’i zikretmek); baz-gest (nefesi tutarak icra edilen kelime-i tevhid zikrinde nefesi birakirken Ilahi ente maksudi ve rizake matlubi demek); nigah-dast (kalbi dünyevi düsünce¬lerden korumak); yad-dast (Allah’i daima hatirlamak); vukuf-i zamani (içinde bulunulan halin suurunda olmak); vukuf-i adedi (zikir esnasinda belli bir sayiya riayet etmek); vukuf-i kalbi (zikir esnasinda kalbe yönelerek zikrin suurunda olmak).
Bunlarin ilk sekizinin Hacegan tarikatinin kurucusu Abdülhalik Gücdevani (ks) tarafindan belirlendigi kabul edilmektedir. Diger üç ilkenin kimin tarafindan belirlendigi bilinmemektedir.
Bu sayidan-aydan itibaren, Naksibendiye tarikati mensuplari için büyük önem arz eden bu ilkelerin her birini bir yazida ele alarak açiklamaya çalisacagiz.

INSAN HAYAT SAHIBIDIR
MONA ISLAM

“Yasamak andadir ve hayat insanin ardindan gelir.” derdi hocam, Prof. Dr. Saban Teoman Durali. Çünkü yasamak bizim beseri, biyolojik, duygusal tarafimiza bakar ancak hayat, yasamayi anlamlandirmamizla, degerlendirmemizle hasil olur. Beser yasar. Insan ise hayat sahibidir. Ömrümüz hakiki olarak kaç yildir? Hayatimiz ne kadarsa o kadar yani anlamlandirdigin, degerlendirdigin kadar. Iman haya¬tin hayatidir, derken Bediüzzaman Said Nursi de ayni manaya isaret eder. Çünkü akil yasamayi anlamlandirir ve hayata dönüstürür ancak iman hayati anlamlandirir ve cennete dönüstürür. Anlamlandirma geriye dogrudur daima. Insan önce yasar, sonra geriye bakar, yasadiklarinin muhasebesini yapar, muhasebe yapabilmek için elimizde birtakim olgu ve olaylar olmalidir. Bunlari önce anlamlandiririz. Anlamlandirma ne demektir? Bir var olani ait oldugu varlik sinifina tasimak demektir. Nereye aitse, oraya. Öyle ise seyleri anlamlandirmak için önce ait olduklari yeri bilmeliyiz. Bunu bize kim ögretir? Içinde yasadigimiz toplum. Toplumun ögrettigi ait olmalara göre anlamlandirmayi nerede yapariz, aklimizda. Aklimiz siniflayarak, zihninde bulu¬nan kavramlarin altina yasadigi olgulari paylastirarak onlari anlamlandirir. Burada yasarken iç içe geçmis seyler ayiklanir, karisikliklar temyiz edilir, her sey ait oldugu varlik odasina yerlestirilir. Burada insanin bireysel hikayesi, öz yasam öyküsü (story) olusmaya baslar. Söz konusu anlamlandirma bireye degil, bir topluluga ait ise o zaman orada tarihin (history) olusmaya basladigindan söz ederiz. Tarih de bir toplulugun yasadiklarini geriye dönüp anlamlandirmasindan, siniflamasindan ve buradan toplulugun hikayesini söylemesinden, yazmasindan olusur. Bazi filozoflar insanin özünün hikayesinde, insanligin özünün tarihte bulundugunu ifade ederler.

KALP CENNET, TEN CEHENNEMDIR
AHMET EDIP BASARAN

Tasavvufun en temel inceliklerinden birisi su özdeyiste saklidir: Incitmemek ve incinmemek. Zira inciten incinmeyi de göze almis demektir. Müslüman esyaya, dogaya ve kainata bir hayret ve tecelli nazariyla bakmali. Dünya Ilahi bir nazargahtir ve insan mütemadiyen bu suurun ayak izlerinde yürümekle mükelleftir. Bizi her zaman diri ve uyanik tutacak suurun sahdamari emanet hissimizdir.
Emanet hissini yitirdigimiz an insan olma vasfimizi da yitirmisiz demektir. Can bize emanettir, ten bize emanettir, çocuklarimiz bize emanettir, en önemlisi dünya bize emanettir. Dünya da bir insandir ve onu da incitmemek asli kulluk vazifelerimizden birisidir.
Tasavvufun gönül ve ask bahsine verdigi kiymet, insanin kalbindeki merhametin diri ve diriltici soluguyla kurulmasi elzem olan baga isaret eder. Kalp merhametin membai, kaynagidir. Onu ne kadar dünyadan koruyabilirsek kendimizi de o kadar dünyadan koruyabiliriz. Bozulmanin, çürümenin, yozlasmanin basladigi yer kalptir. Bir Allah dostunun ifadesiyle; kalbimizi elimize alip insanlarin içinde rahatlikla dolasabiliyor muyuz? Iste Müslümanin ayirt edici vasfi böylesi bir inceligin ve rikkatin izinde yürümek olmalidir. Kalbi ve ruhu saran beden sehrinin disinda kaldigimiz müddetçe kendimizin gurbetindeyiz demektir. Ariflerin de buyurdugu gibi, ten kafesinden geçip bizi biz yapan asil öze, ruha kavusamadigimiz sürece gurbetteyiz. Insanin kendi gurbeti. Bu yüzden ten cehennemse kalp cennettir. Ten kabuksa kalp kabugun içindeki cevherdir.

KIRKAMBAR
MUSTAFA NEZIHI PESEN

Ahmed bin Mesruk Hazretlerinin muhabbetle dolup tasan veciz sözlerinden bazilari: Kim Allah Teala’dan baskasiyla neselenirse, onun nesesi -haddizatinda- tümüyle üzüntüdür. Kim ki, Rabbinin hizmetinde üns ve huzur bulmazsa, onun ünsü ve huzuru -esas itibariyle- tamamen sikintidan ibarettir.
Her kim kalbindeki hatiralar itibariyle Allah Teala’yi murakabe eder -bunun hesabini O’na (cc) verir- ise, Allah Teala, uzuvlarindaki hareketleri itibariyle onu masum kilar.
Takvayi tahakkuk ettiren bir kimseye dünyadan yüz çevirmek basit gelir.
Takva, dünyanin hazlarina göz dikmemek ve kalble de bunlar üzerinde düsünmemektir. Mü’minlerin hukukuna -hurumat- tazim, Allah’in hukukuna tazimdendir. Kul, hürmet ve hukuka riayetle hakiki takvanin bulundugu mahalle ulasir.
Batila fazla bakmak, Hakk’in marifetini kalpten götürür.
Bir kimsenin müeddibi Rabbi olursa, onu hiçbir kimse maglup edemez. Hakk’a itaat edenler dünyayla degil, Hak’la ünsiyet etsinler diye dünya üzerine sikintilidir damgasi basilmistir.
Havf, recadan çok olmalidir. Hak Teala cenneti de cehennemi de yaratmistir. Meryem suresinde buyrulmustur: Hiçbir kimse cehennemden geçmeden cennete varamaz. Marifet agaci fikir suyu, gaflet agaci cehalet suyu, tevbe agaci nedamet suyu ve muhabbet agaci muvafakat, murakabe ve isar suyuyla sulanir.
Irade derecesini saglamlastirmadan evvel marifete tamah edersen, cehalet sahrasinda; tevbe makamini sihhatli hale getirmeden irade talep edersen gaflet meydaninda bulunuyorsun demektir.
Zahid, ulu ve yüce Allah’la birlikte oldugu için, kendisine hiçbir seyin malik olmadigi ve hükmetmedigi kimsedir.

INSANOGLU HAYVANLARA DA ZULMEDIYOR
KEMAL ÖZER

Hatirlayiniz, insanlar yaratilisla savasmadiklari zamanlarda, meralar canliydi ve hayvanlar o meralarda otlardi, siril siril akan derelerden su içerlerdi. Ormanda, kirda, bayirda, bagda, bahçede biten otlari yerlerdi. Neredeyse hiç hastalanmazlardi. Bu yüzden bugünkü ilaç ve asi adli kimyasal bidatler de yoktu. Böyle hayvanlarin sütü, yünü kadar eti de sifa idi. Ayrica sürüler için gereken çoban gideri hariç, beslemek de masrafsizdi. Iç organlari ve etlerinde hiçbir hastalik emaresi görülmezdi. Simdilerdeki gibi hiçbirinin akcigeri, karacigeri inceleme gerektirmezdi. Et çigdem gibi, kekik gibi, mese gibi nefis kokardi. Biz daga tasa çikip çesit çesit bitkileri toplayip yiyemesek de, onlarin etlerini yiyip sütlerini içtigimizde tipki onlari yemis gibi olurduk. Mahkum degillerdi, dolayisiyla mahzun da.
Malum sigir, manda, deve, koyun, keçi, tavsan, ördek, kaz, tavuk gibi evcil hayvanlarin etleri, Müslümanlar için usulüne uygun beslenmesi ve kesilmesi sartiyla helaldir. Ancak yenilebilir hayvanlar bunlarla sinirli degil.
Çok et yemek insanda vahsiyeti, nebatat agirlikli beslenmek ise hilmiyeti artirir. Eskiden hirçin, kavgaci kimselere pek et yedirilmezdi. Yine eskiden her sey asliyla icra olurken, tasavvufta da riyazete giren kisi¬lere ilk 40 günde asla hayvani gida verilmezdi. Artik bu deger ve hassasiyetleri çoktan kaybettik ve bugün bilim adina herkese çok et yemesi ögütleniyor. Biliyorlar ki, çok et çok hastalik… Sadece hastalik degil, ayni zamanda vahsiyet de.
Batililar neden daha vahsidir? Çünkü Allah adi anilmadan kesilmis ya da basina vurularak veya soklanarak öldürüldükleri için kani akitilmamis et yedikleri için. Çünkü kan yemek insani da vahsilestirir.

(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Mayis (sayi: 57) sayisinda.)


GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI

Ilim ve Irfan dergisi Gülbahçe Çocuk ekinde,
Arif Dede
Cesur Küçük
Melih Tugtag
Betül Nurata
Ahmet Demir
Seval Sahin Cevizci
Yazi ve çizgileriyle yer aliyor.

Muhterem hazirun, Hazret-i Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesi...

Insanin fitrati tertemizdir. Ne var ki zamanla disardaki enkazin, toz dumanin külleri üzerine düser....

Ilim ve Irfan dergisinin 2024 Aralik sayisi sahsiyet dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2024