MELAMILIGIN PIRI: HAMDUN KASSAR (ks)
ISLIM GÜMÜSTEKIN
Her yönüyle tevazu saçan, tatli ve tesirli sözleriyle gönüllerimize akan büyük bir Allah dostu. Tam adi, Ebu Salih Hamdun bin Ahmed bin Umare Kassar en-Nisaburi olup melamet aki¬minin ilk temsilcisidir. Tasavvufi anlayis ve fikirleriyle bir önder olmasina ragmen, hayatiyla ilgili bilgiler oldukça sinirlidir. Horasan’da dini tahsilini tamamlayip fikih ve hadis ilimlerinde derinlestikten sonra tasav¬vufa yönelen Hamdun Kassar, Ebu Türab Nahsebi, Ali Nasrabadi, Ebu Hafs Nisaburi gibi büyüklerin sohbet¬lerinde bulunmustur. Tasavvufi anlamda Ebü’l-Hasen Barusi’nin talebesi olup fikihta Süfyan Sevri’nin mez¬hebine baglidir. Bununla birlikte tasavvuf anlayisinin sekillenmesinde, özellikle Melami fikirlere yönelme¬sinde Ebu Türab Nahsebi’nin etkisi büyüktür.
Tasavvufun sistemlesmeye basladigi Hicri III. asir itibariyle sufilerin hayatinda sekil ve merasimlerin fazlaca itibar görmesi özden sapma olarak degerlendirildi ve bu durum sekilcilige siddetle tepki veren yeni bir akimin, Melamiligin dogmasina neden oldu. Bu akimin birinci temsilcisi ve kutbu’l-aktabi Hamdun Kassar’dir. Zira Hamdun Kassar’a göre, “Allah yolunda kinayanin kinamasindan korkmama” (Maide, 24) esasina dayanan melamet, selameti terk etmektir. Hamdun Kassar, sufilerin içine daldigi sekilcilige karsi büyük ihlas ve samimiyetle görüslerini dile getirerek tevazuyu, kinamak suretiyle nefsin arzularina karsi çikmayi ve hayattan kopmadan çalisip çabalamayi prensip haline getirmistir.
TASAVVUF YOLU RIZA KAPISIDIR
ABDULLAH TAHA ORHAN
Kelam-i kibardir: Kadere iman eden, kederden emin olur. Mü’minler olarak, imanin alti esasindan biri olan kader ve kazaya iman ediyoruz elbette. Lakin her zaman kederden uzak olamayabiliyoruz. Aslinda teorik olarak kadere imanin, zikredilen cümlede ifade edildigi gibi bizi kederlerden, tasalardan uzak kilmasi gerekiyor. Peki, neden böyle degil?
Bu sorunun cevabi riza makaminda gizli.
Her ne kadar ilk sufiler rizanin makam mi yoksa hal mi oldugunu tartismislar ve Horasan ekolü makam oldugunu, Bagdat ekolü ise hal oldugunu düsünmüs olsa da, son tahlilde Kuseyri’nin formüle ettigi sekliyle orta yolda ittifak edilmis gibi görünü¬yor. O da su: Riza baslangici itibariyle kulun kesbine baktigi için makamdir, fakat nihayeti itibariyle Cenab-i Hakk’in lütfudur ve yüksek mertebeleri ancak O’nun (cc) mevhibesidir, dolayisiyla sonuç itibariyle haldir.
Sufiler riza için birbirinden güzel tanimlar, tarifler yapmislar. Birkaç tanesini söyle agzimizi tatlandirmasi, gönüllerimizi aydinlatmasi için burada zikredelim. Sufilerin efendisi, seyyidü’-t-taife Cüneyd Bagdadi’ye göre riza, Ilahi iradeye tâbi olarak, kulun kendi iradesini ve tercihini terk etmesidir. Riaye’siyle riyanin en gizli türlerini dahi desifre eden büyük sufi Muhasibi’ye göre ise riza, Allah’in hükmü altinda bulunan kulun sükunet içinde olmasidir. Basa dönersek, kederden emin olmasidir. En sade ve öz tanimlardan biri ise Ebu Osman el-Hiri’ye aittir: Riza, Allah’in kazasina razi olmaktir.
YOK OLMANIN VE VAR OLMANIN SINIRLARI: ASKIN HALLERI
AHMET EDIP BASARAN
Türkçe’nin büyük ustalarindan Esrefoglu Rumi, o meshur ask redifli gazelinde askin özünü kurcalarken su beyti söyler: “Bu âlem sanki oddan bir denizdir / Ona kendini atmaktir adi ask.” O mes¬hur siirin her bir beyti insanin sonsuz olanla ve elbette askin olanla yaptigi muhaverenin en seçkin örneklerini sunar. Ask, insanin manevi tekamül sürecinde bir baslangiç noktasi gibidir. Sondaki baslangiç, baslangiçtaki son. Zaman hükmünü yitirir. Geçmis, simdi ve gelecek yoktur, an vardir. An, bastan ayaga ask kesilmis bir kalbin vakit kavramiyla kurdugu ünsiyeti karsilar. Tasavvuftaki ibnü’l-vakt yani vaktin çocugu olma hali, insanin vakitle kurdugu iliskide manevi zürriyete yapi¬lan bir atiftir. Vakti kendine ait kilmayan süphesiz ki ziyandadir.
Tasavvuf geleneginin temelinde, köklerinde iki önemli kelime vardir ki bunlar, ask ve vecddir. Bunlar olmazsa olmazlardandir. Eger insani sarip sarmalayan bir ask bir vecd yoksa insan için bu ögretinin bünyesinde alinabilecek hiçbir ders yoktur. Ask, imtihanin bizatihi kendisidir bir bakima. Belki de bu yüzden yolun büyükleri en hayati uyarilari ask bahsinde yapmislar. Aski bir kalbe bir gönüle baglayan o Ilahi bagisin duasiyla ve umuduyla yasamislar ve yasatmislar. O askla bir ates denizi olan âleme kendilerini korkusuzca atmislar. Allah’in azameti ve kudreti karsisinda sadece umutla veya sadece korkuyla degil hem umudu hem de kor¬kuyu ruhlarina azik ederek yasamislar.
TASAVVUF SÖZLÜGÜ
EBUBEKIR ÖZBILEN
Mürsid-i kâmil
Mürsid sözlükte; dogru yolu gösteren, yol gösterici, kilavuz ve rehber anlamlarina gelmektedir. Kökü ise, hidayet anlamina gelen rüsd kelimesidir. Tasavvufta mürsid-i kâmiller; tarikatta seyr-ü sülûkünü tamamlayip imanda kemal mertebesine ulasan, Kur’an-i Kerim’in hükümlerini insanlara ögreten, Hak ve hidayet rehberi, irsada ehliyetli olan ve Resul-i Ekrem’in, “Alimler peygamberlerin varisleridir.” hadis-i serifine nail olan örnek sahsiyetlerdir. Allah Teala kerim kitabimizda bir bakima tasavvuf istilahindaki mürsid-i kâmilin vasiflarini su sekilde belirtmistir: “Allah’a davet eden, salih amel isleyen ve ben gerçekten Müslümanlardanim diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)
Tarikat, seriatin tam kendisi oldugundan tarikatlarin basindaki mürsidlerin de seriata karsi hassasiyet göstermesi gereken sahsiyetler olmasi icap etmektedir. Tarikat erbabinin kullandigi mürsid ve seyh kelimeleri es anlamli olup bu tabir IV/X. yüzyilda yayginlas¬maya baslamistir. Seyhlik kelimesinin karsiligi olarak Naksibendiye’de hâce, Anadolu’da bulunan Halvetiye, Mevleviye ve Bektasiye gibi tarikatlarda baba ya da dede, Yeseviye tarikatinda ise ata gibi kavramlar kullanilmistir. Türkçe’de, er, eren ve ermis gibi tabirler de seyh anlaminda kullanilmistir.
KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
ABDÜLKADIR GEYLANI HAZRETLERI IRSAD EDIYOR
Arkadaslarima, kardeslerime, bilip tanidiklarima muhakkak Abdülkadir Geylani Hazretlerini okumalari gerektigini söylüyorum. Hatta bu büyük zatin külliyati okullarda seçmeli ders olarak bile okutulabilir. Öyle büyük bir veli, öyle güçlü bir söyleyis ve tasarruf sahibi ki, mübarek agzilarindan çikmis olan cevher gibi sözlerini, müridani bir araya getirdiginden, onlari her okudugumuzda bizi dört tarafimizdan sarip sarmaliyor. Insana kaçacak ve saklanacak yer birakmiyor. Bagdat’taki hankahta, ribatta, mescidde irad ettigi hutbeler, sohbetler yüzyillardir mü’minlere sifa olmaya devam ediyor. Allah’in bu güzel ve özel kullari için Rabbimize ne kadar sükretsek az gelir. Cilaü’l-Hatir’dan buraya alacagim küçücük alintinin çevirisi bile benim bu kirik dökük methimin yetersizligini göstermeye kafidir. Irsad için belli bir makama ulasilmasi gerektigini ifade eden Geylani Hazretleri, sözlerini su cümle¬lerle bitirir:
Halki Hakk’a davet edersen ve sen de Hakk’in kapisinda degilsen, bu çagrin ancak senin için bir vebal olur; kimildadikça asagi iner, yükselmek istedikçe alçalirsin. Salihlerden haberin yok! Sirf laklaksin. Gönlü olmayan bir dilsin. Içi olmayan dissin. Halvetsiz bir celvetsin. Özsüz bir kabuksun. Kilicin tahtadan. Okun kibrit çöpünden. Sen bir korkaksin, cesaret sende ne gezer! Seni en basit bir ok bile öldürür. Küçücük bir hücum senin kiyametini koparmaya yeter.
Allah’im! Dinimizi, imanimizi ve bedenimizi kurbiyetin ile koru. Bize dünyada da, ahirette de güzellik ver ve cehennem azabindan bizi koru.
SÜTTEN YOGURDA SIFAYA GIDEN YOL
KEMAL ÖZER
Süt, Allah Tealanin büyük nimetlerinden biri. Hem yavruyu besleyen, hem de insanlara gida olan süt, bütün gelismislige ragmen insanin yapayini beceremedigi bir nimet.
Her türlü hayvani gida gibi hizli bozuldugu için eski çaglarda yasamis insanlar sütü dayanikli kilmanin yollarini aramis, bu nedenle onu çesitli araçlar kullanarak yogurt, ayran, yag ve peynire dönüstürmüslerdir. Eti saklamak için ise kavurma, sucuk ve pastirma yapmislardir.
Koyun, keçi, inek, deve gibi hayvanlar meralardan çesit çesit bitkileri seçerek yerler ve içlerinde yalnizca yüce bir Ilah tarafindan yaratilabilecek muazzam bir tesiste, sifali bir nimet olan sütü üretirler.
Sütün kalitesini belirleyen sey hayvanin sihhati, tabi¬atta özgürce dolasip diledigini seçerek yiyebilmesi ve fitratina müdahale edilerek zulme maruz kalmamasidir.
Dört duvar arasina mahkum edilmis, ne oldugu belirsiz, sentetik maddelerin eklendigi kimyasal yemlerle besle¬nen bir hayvanin sütünün iyi olmasini ve sifa vermesini beklememek gerekir. Bu sütler incelendiginde, içlerinde kan tespit ediliyor. Bu da hastaliklara yol açabiliyor.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Subat (sayi: 54) sayisinda.)
GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI
Ilim ve Irfan dergisi Gülbahçe Çocuk ekinde,
Arif Dede
Cesur Küçük
Melih Tugtag
Betül Nurata
Ahmet Demir
Seval Sahin Cevizci
Yazi ve çizgileriyle yer aliyor.