TASAVVUF SÖZLÜGÜ
ABDULBAKI ALTINDAG
Muhabbet
Sözlükte, sevgi, ask ve gönlü bir seye baglama gibi anlamlara gelmektedir. Muhabbet kelimesi hubb kökünden türemis olan bir isimdir. Hubb kelimesinin tanimi, buguzun ziddi seklinde yapilmaktadir. Kur’an-i Kerim’de Sura suresinin 23. ayetinde yer alan meveddet kelimesi muhabbettin es anlamlisi olarak ifade edilmistir. Sevginin mübalagali ciheti ise ask terimiyle ifade edilmektedir. Muhabbet, tasavvuf literatüründe ise, habibin, sevenin mahbubuna, sevilene kendi zat-i sahsini tamamiyla baglamasidir. Muhabbetin baslangici hizmettir, ortasi manevi sarhosluk ve tutkudur, sonu ise, irfan mertebesinde sükunet ve ayriliktir. Bundan hareketle arifler muhabbet ehlini hizmet sahibi, hal sahibi ve makam sahibi olmak üzere üç kisma ayirmislardir. Ayrica muhabbet Allah’tan kula, kuldan da Allah’a yönelik olmak üzere iki kisma ayrilmaktadir. Kulun, Mevla Teala hakkindaki aski, sevgisi ve muhabbeti kalben hissedilen bir sey olup anlatilmayacak kadar latif bir histir. Tevbe, sükür ve sabir gibi faziletlerin özünde de ayni sekilde muhabbet vardir.
ENGELLI OLMAK, ERDEMLI OLMAYA ENGEL DEGILDIR
PROF. DR. ALI AKPINAR
Peygamberimizin arkadaslarindan ve sevgili esi Hazret-i Hatice’nin dayioglu olan Abdullah bin Ümmü Mektum adli sahabe gözleri görmeyen biridir. O, Medine’ye ilk hicret eden muhacirlerdendir. Bir defasinda Peygamberimiz, ileri gelen bir kisim insanlara dini anlatirken, Abdullah yanina gelmis ve kendisine de bir seyler anlatmasini istemisi. Ileri gelenlere dini anlatirken araya girilip sözünün kesilmesinden hoslanmayan Peygamberimiz, ondan yüz çevirince de su ayetler inmistir:
“Kendisine o âmâ geldi diye yüzünü eksitti ve öteye döndü, yüz çevirdi. Ey peygamberim, ne bilirsin o ama temizlenip arinacak yahut ögüt alacak da bu ögüt kendisine fayda verecekti. Oysa sen kendisini muhtaç hissetmeyene yöneliyor, onun sesine kulak veriyorsun. Istemiyorsa onun temizlenmesinden sana ne, ama sana Allah’a derin bir saygiyla kosarak geleni birakip ondan gaflet ediyorsun; hayir böyle yapma, çünkü bu Kur’an bir ögüttür, dileyen ondan ögüt alir.” (Abese, 1-11)
Bu uyarilardan sonra Peygamberimiz, Abdullah bin Ümmi Mektum’a ikramda bulunmus, onu her gördügünde, “Merhaba hakkinda Rabbimin bana sitem ettigi kisi!” diyerek ihtiyacini sormustur. Hazret-i Peygamber, çesitli vesilelerle Medine’den ayrilirken bu ama saha¬beyi on üç defa kendi yerine vekil birakmistir. Bu sahabe ayni zamanda Hazret-i Peygamberin müezzinlikle görevlendirdigi kisilerden biridir. Daha sonralari Abdullah, Kadisiye savasina katilmis ve bu savasta sehit olmustur.
ILIMDE, IRFANDA VE TARIKATTA BIR YILDIZ: ISMAIL HAKKI BURSEVI
MERYEM INCI NUR BABADAG
Degerli müfessir, alim ve sufi Ismail Hakki Bursevi Hazretleri 17. yüzyilda Osmanlinin yetistirdigi en velud mütefekkirlerden biridir. Eserleriyle Islam dünyasina önemli katkilarda bulunan Bursevi Hazretleri, Ekim 1653’te bugün Bulgaristan sinirlari içinde bulunan Aydos’ta dogdu. Uzun süre Bursa’da yasadigi için Bursevi, bir süre Üsküdar’da ikamet ettiginden Üsküdari, Celvetiye tarikatina mensup oldugu için Celveti nisbelerini kullanmistir ancak Bursevi nisbesiyle meshur olmustur.
Bütün hayati Islami ilimlere hizmetle geçen Bursevi’nin bu yola girmesinde babasinin rolü büyüktür. Nitekim Istanbul’da dogup büyüyen babasi burada edindigi ilmi ve tasavvufi çevreyle irtibatini oglu dogmadan bir yil önce tasindigi Aydos’ta da devam ettirmis ve oglunu üç yasina girince Celvetiye yolunun büyüklerinden Seyyid Atpazarli Osman Fazli Efendiye götürmüstür. Osman Fazli Efendi, elini öpen Ismail Hakki’ya, “Sen dogumundan beri bizim halis talebemizsin.” demistir.
Yedi yasinda annesini kaybeden Ismail Hakki’ya baba¬annesi bakmistir. Bu sirada Osman Fazli Efendinin halifesi Ahmed Efendiden Arapça dersleri alan Ismail Hakki on yasina geldiginde Edirne’ye giderek Osman Fazli Efendinin Edirne’de bulunan ilk halifesi Abdülbaki Efendinin terbiyesi altina girmistir. Abdülbaki Efendinin yaninda yedi sene kalan Ismail Hakki Efendi sarf, nahiv, mantik, beyan, fikih, kelam, tefsir ve hadis dersleri almistir. Fikihta Mülteka, kelamda Serh-i Akaid adli eserleri okumus ve okudugu bütün eserleri kendi el yazisiyla yazmistir. Tahsilini tamamlayinca Abdülbaki Efendi onu Istanbul’da bulunan Osman Fazli’nin yanina göndermistir. Ismail Hakki, Temmuz 1672’de bu seyhe intisap etmistir. Yine burada kelam, feraiz, fikih usu¬lüne dair eserler okumus, Farsça dersler almis ve Hafiz Osman’dan hüsn-i hat mesk etmistir. Üç yil sonra sey¬hinin izniyle Zeyrek Camii’nde halvete giren Ismail Hakki doksan gün süren halvetten çikinca dervislere hizmetle görevlendirilmistir. Bir süre sonra seyhi ona kendi yerine vaaz etmesini söylemis, 1675’te halife tayin ederek Üsküp’e göndermistir.
HATIRALARDA SEYH AHMED HAZNEVI
MEHMET ERKEN
Türkçede, Dogu medreselerine dair kaynaklar oldukça sinirlidir. Bu sinirli sayidaki kaynagin basinda da hatiratlar gelir. Hatiratlar, Cumhuriyetin ilk yillarinda ilmi egitimin nasil sürdügünü, halkin yasamini, Cumhuriyet devrimlerinin etkilerini ve sonrasinda hocalarin rizik kazanmak için, talebe yetistirmek için gösterdikleri muazzam gayreti göz önüne serer. Her hatirati bitirdiginizde, keske daha çok okuyabilsem, dinleyebilsem diye iç geçirirsiniz. Fakat buna imkaniniz yoktur. En azindan, bu konuda yazilmis hatiratlar sinirlidir. Hatta çok aramama rag¬men, sadece dört tane hatirat bulabildigimi söylemem yerinde olur.
Bu dört hatiratin yazarlari Sadreddin Öztoprak, Melle Sabri Alkis, Muhammed Emin Er ve Halil Günenç’tir. Hepsinin ortak yönü, ayni dönemlerde Kamisli-Amude-Telmaruf çevresinde bazen ayni bazen farkli medreselerde okumus olmalari. Hepsi de Ahmed Haznevi’nin (ks) talebesi olmus. Dolayisiyla her birinin Ahmed Haznevi Hazretleri ile ilgili az ya da çok hatirasi var.
Ilk olarak, hatirat yazarlarindan halen hayatta olan Halil Günenç’in kitabindan baslayabiliriz. Günenç’in damadi Nezir Demircan, Halil Günenç’in, Amude’ye ilim tahsiline gittigi ilk günlerde yasadigi ve hatirindan hiç çikmayan su anisini aktariyor: “Oradaki kanli bir davada taraflari baristirmak için Ahmed Haznevi (ks), on dört arabalik bir konvoy esliginde Amuda nahiyesine gelmis ve barisi saglamisti. O günlerde Suriye, Fransiz sömürgesindeydi ve köyde, hem Hristiyanlar hem Müslümanlar uzun yillardir bir arada yasiyorlardi. Ahmed Haznevi’nin (ks) baristirma hadisesinden sonra köyün Hristiyan millet¬vekilinin kardesi Seyh’in huzuruna çikip elini öpmüstü.”
VICDANLARIMIZ ÜMMETI KUSATSIN
SAID YAVUZ
Fethi Gemuhluoglu’nun Dostluk Üzerine adli metnini okuyorum. Ara ara, bu dünyanin dag-dagasindan bulandikça o metne kosuyorum. Orada Peygamberimizin, “Beni Allah tedip etti, onun için edeb-i Ilahi ile müeddebim.” ve “Allah’in ahlaki ile tahalluk ediniz.” sözlerinden hareketle su tespite varilmisti: “Sanki, Efendimiz bize Allah’lasiniz diyor.” Nasil olacakti bu? Divan sairlerinin siirlerini, Kur’an’in bela¬gatine yetistirmeye, onlardan beslemeye ve büyütmeye çalismalari gibi biz hayatimizin ritmini, yarataninin bütün mahlukatinda atan nabziyla nasil bulusturacaktik? Allah’in rengine nasil boyayacaktik renksiz insan kiyafetini? Allah’in boyasinin çesitli, renkli, insan için hayat kaynagi olan tonlari Esmaü’l-hüsnada saklidir diyorum. Sözü buraya getirmeye çalisiyorum. Sorulari cevaplari bir güzel tasidiklari için soruyorum.
Ey isimleriyle dört bir yanimizi çevreleyen. Dünya ve onda bulunan mecazlar, benzetmeler, imgeler nedeniyle senin o essiz renklerini görmezlerden eyleme bizi. Zerrelere sirayet etmisleri zaten görecek kudret bizde yok. Biz kelimelerin pesine düsmüslere kendi kelimelerine rastlama payesi ver. Her biri kati kalpleri un ufak eden, un ufak ettikten sonra yeniden imar eden isimlerinin tecellileriyle ömür yoluna bir mana kat. Anlamsiz dehlizlerin esir ettigi bilinçlerimize senin her anista baska manalari bize açilan adlarini dillerimize dil eyle, çagin altüst ettigi suurumuzu, tarihi kisiligimizi onlarin nurlariyla ayaga kaldir, ey Allah, Allah’im!
Allah’in her isminde insanin almasi gereken bir payi olmali. O isimleri tanidikça aslinda biz bir bütünü yani, bir olani taniyacagiz. O isimlerdeki tecellilerin kesfi için önce bilmek ve sonra algilari açmak, oradan bize gelecek isiklara benlik duvarini yikarak yol vermek gerekir. Ilk yol, acizligi bilmek, bir hiç oldugumuzun onunla hep’e ulasabilecegimizin bilinciyle dolmak. Sonrasi dinledikçe, okudukça ve o isimleri zikrettikçe onlarla çok eskiden tanisan ve onlari sevmeye can atan bir içimiz oldugunu kesfedecegiz.
Sana uzattigimiz gönül ibrigi hemencecik doluvermesin isteriz. Doldukça dolsun, doldukça dolsun. Biz, isimlerinin ilhamlari ile doldukça cennetin, hel min mezid demesi gibi diyelim. Allah’im daha yok mu?
ÇILEYLE, RIYAZETLE, MURAKABEYLE GÜL YETISTIREN ADAM
AHMET EDIP BASARAN
Hazret-i Ömer’e atfen söylenen bir cümle vardir, bilirsiniz: “Eger inandiginiz gibi yasamazsaniz, yasadiginiz gibi inanmaya baslarsiniz.” Inanç, her daim kibleyi gösteren bir pusula olmaktan çikarsa insan da yoldan çikmis olur. Bu yüzden inancin, imanin çok saglam çok sahih bir akide üzerine insa edilmesi gerek. Öyle ki, bütün ölçüler, bütün ilkeler bu akide merkezinde tesekkül etmemisse insan sabitelerini kaybeder, oradan oraya savrulur gider. Tanimlarimiz, kaygilarimiz, dertlerimiz, davamizin özünü ihtiva eden kavramlarimiz Islami degilse orada zihinsel bir kopus bas gösterir. Inandigimiz gibi yasamak, tam da sözünü ettigimiz bu Müslümanca kayginin izini sürmeyi gerekli kilar. Bu kaygidan uzaklastikça yasadigimiz gibi inanmaya baslariz. Çünkü elimizde her daim kibleyi gösteren pusulanin cami bir kez kirilmistir artik.
Bu meselenin iç boyutu. Bir de dis boyut var ki, ülkemizin son yüzyilda yasadigi degisim ve dönüsümün nirengi noktasi burasi. Cephede kazandigi bir savasi kelimelerde ve kavramlarda kaybeden bir toplum, er ya da geç yanlislarindan dönmeyi bilecektir, bilmelidir de. Neyi, ne ugruna kaybettik? Belki de en basta sorul¬masi gereken soru budur. Çünkü kaybedilen sey, bize neyi kaybetmememiz gerektigini mütemadiyen hatir¬latan ruhun ta kendisidir aslinda. Gül Yetistiren Adam, bu ruhun izini süren basucu kitaplardan birisi. Rasim Özdenören bir anlati olarak tanimlar eseri. Kitap iki ayri düzlemde gelisir. Birbirine tamamen zit iki ayri toplum kesiti vardir eserde. Bu zitligin yaninda ortak yön, köklü ve trajik bir degisim/dönüsüm yasayan insanimizdir. Köklüdür çünkü kökleriyle bagi kesilmek istenen bir toplum vardir. Trajiktir çünkü maverayla göbek bagini kesen bir toplum çildirmanin esigine gelir.
KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
ZAMAN ZIKIR ZAMANIDIR
“Belalarla imtihan olma vakti her ne kadar çetin bir vakit olsa da firsat ganimettir. Vaktinizi su üç seyden biriyle geçirmelisiniz: Kur’an okumak, kiraati uzun tutarak namaz kilmak ve kelime-i tevhidi tekrar etmek.”
Hapishaneden, oglu Hace Muhammed Masum’a (ks) ve müridanina mektuplar yazan Imam-i Rabbani Hazretleri, “Fitne günlerinde gerçeklestirilen az bir is diger günlerde yapilan çok ise denktir. Su halde bol bol mücahede ve riyazetle mesgul olmali.” buyurur. Sonra mektubun ilerleyen bölümünde Allah’i zikretmenin ve O’nu (sas) kalbimizde yegane kilmanin zaruretine söyle vurgu yapar: “Bakin, tekrar tekrar yaziyorum; sakin vaktinizi bos seylerle geçirmeyin. Kitap mütalaa etmek ve talebe okutmak bile olsa Allah’in zikrinden baska bir seyle mesgul olmayin. Zira zaman zikir zamanidir. Bütün nefsani arzularinizi la kelimesinin içine koyun ki onlari kökünden yok edip geriye hiçbir arzu ve amaç birakmayin. Hatta çok istediginizi biliyorum ama benim -hapishaneden- kurtulmami bile istemeyin. Allah’in takdirine razi olun.”
BIR DINI VECIBE OLARAK HELAL GIDAYLA BESLENMEK
KEMAL ÖZER
Muhtelif yazilarda Kur’an-i Azimü’s-sanin, helal ve tayyib gida talebinden söz etmis¬tik. Aslinda günümüz insaninin arayip da bir türlü adlandiramadigi, iyi ve güzel olan sey tam da budur. Bugün helal, organik, dogal, natürel gibi kelimelerle ifade edilen sey bu talebi karsilar mi? Yani bu isimlerle pazarlanan yiyecek, içecek ve ev esyasi bizim, iste aradigimiz bu diyebilecegimiz seyler mi?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, günümüz Türkçesi içi bosaltilmis bir lisan. Dini metinleri izahta kullanilan kelimeler dahi, yaramiza merhem olmaktan ziyade derdimizi büyütüyor. Hadise demek yerine olay denilip geçiliyor. Allah muhafaza etti yerine, sans eseri deniliyor; izzet, seref, haysiyet gibi kelimelerin hepsine birden de kibir manasindaki onur kelimesi tercih edili¬yor. Kisacasi öylesine bir anlam daralmasi yasiyoruz ki, bu nedenle dini metinler bile özensizlik yüzünden lime lime dökülüyor. Bu yozlasmadan gündelik hayatimiz gibi yiyip içmeye dair meselelerimiz de nasipleniyor.
Organik ve natürel kelimeleri Bati lisanlarindan devsirme. Dogal kelimesi, tabii kelimesi Arapça kökenli diye, yerine uydurulmus köksüz bir söz. Helal ise artik gelisigüzel kullanilan, saticinin insafina terk edilmis bir kelime. Helal sertifikali ürünlere gelince, bunlarin da organik gibi endüstrinin aklama oyunu oldugunu daha önce kaydetmistik. Herkes kendine göre bir kural ihdas ediyor. Neredeyse aklamadiklari endüstriyel ürün kalmadi. Bu yüzden tehlikeli bir durumla karsi karsiyayiz.
Ama bu isin bir çözümü olmali. Endiseniz olmasin, çare¬siz degiliz. Meseleyi karmasiklastiran bes neden var: Ilki, artan helal ürün talebini ranta çevirmeye çalisan, büyüyen helal pazarindan daha fazla pay alma düsüncesiyle hareket eden ilkesiz ve samimiyetsiz üretici kitlesi. Ikincisi, helal sertifika sektöründen para kazanmaya çalisanlar. Üçüncüsü, bu meseleyi sadece hayvani gidalara indirgeyen, onda da sikisinca her konuya cevaz üretenler. Dördüncüsü, devlet kurumlarinin ciddiyet¬sizligi. Belki en önemlisi olan besincisi ise, taraflarin çogunlugunun Islam’in emir ve nehiyleri konusundaki vurdumduymazligi, çarsi-pazarda Islam’in degil, Yahudi zihniyetinin hakim olmasi ve ticaretin Islam’in temel ilkelerinden çok ama çok uzak bir sekilde yapilmasi. Yani tüm dünyada çarsi-pazara, hicret zamani Medine’sindeki Yahudilere ait Nebit çarsisi gibi iblisi bir sistemin hükümranligi hakim!
(Yazilarin tamami derginin Ocak sayisinda.) (Sayi: 53)
GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI
Ilim ve Irfan dergisi Gülbahçe Çocuk ekinde,
Arif Dede
Cesur Küçük
Melih Tugtag
Betül Nurata
Ahmet Demir
Seval Sahin Cevizci
Yazi ve çizgileriyle yer aliyor.