TASAVVUF SÖZLÜGÜ
KÜBRA ORHAN
Hazret
Sözlük anlami yakinda ve yaninda olmak, önünde bulunmaktir. Tasavvufta makam kelimesinin karsiligi olarak da kullanilmaktadir. Hazret kelimesi son asirlarda bir saygi ifadesi olarak Allah, peygamberler, melekler, sahabeler ve veli zatlar anilirken kullanilan bir kavram haline gelmistir. Farsça tamlama olarak Hazret-i Allah, Hazret-i Muhammed, Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Mevlana seklinde veya Türkçe tamlama olarak Abdülkadir Geylani Hazretleri, Bahaeddin Naksibendi Hazretleri seklinde kullanilmaktadir. Kavramin veli zatlar hakkinda kullanilmasi, pek çok makami asarak Allah’in yakinligini kazanmis olmalari sebebiyledir. Bir saygi ifadesi olarak hazret daha çok Farsça ve Türkçe literatürde kullanilmakta olup Araplar bunun yerine genellikle seyyidüna (efendimiz) kelimesini tercih etmektedir.
DILIN ILACI, KALBIN CILASI: ZIKRULLAH
PROF. DR. SELAHATTIN YILDIRIM
Sözlükte, bir seyi anmak, hatirlamak anlamindaki zikir kelimesi dini literatürde, Allah’i, zatinda, sifatlarinda, fiillerinde, hükümlerinde anmak veya Kitap’ini okumak, dua yoluyla kendisinden bir sey istemek, takdis, temcid, tevhid, tazim ve sükür yoluyla hatirlamak anlamindadir.
Insani Allah’a vasil eden iki yol vardir: Bunlardan birincisi ilim, ikincisi de zikirdir. Ilim en saglam ve en önemli yoldur. Meleklerin Hazret-i Adem’e saygi secdesine davet edilmesi Hazret-i Adem’in ilmi temsil etmesin¬den kaynaklanmistir. Melekler Hazret-i Adem’in ilmine hayran olmus ve onun üstünlügünü takdir etmislerdir. Diger bir ifade ile ilim günesi dogunca zikir mumunun isigi sönük kalmistir.
Ilim havassin, zikir ise havass ve avam herkesin mesgul olmasi elzem olan bir ameldir. Zikrin ne kadar önemli bir is oldugunu anlamak için sunlara bakmak gerekir:
1. Allah Teala, Kur’an’da mü’minlere, çok namaz kilin, oruç tutun, seklinde bir emir vermemistir. Buna karsilik, çok zikredin, diye emretmistir. “Allah’i çok zikredin ki kurtulusa eresiniz.” (Cuma, 10) mealindeki ayet bunu göstermektedir.
2. Basta ibadetlerin en büyügü olan namaz olmak üzere birçok ibadeti abdestsiz yapmak caiz olmazken küçük veya büyük abdestsizlik halinde de zikir yapi¬labilir. Hazret-i Aise (r. anha) Resul-i Ekrem’in (sas) zikir hayatini anlattigi bir sözünde söyle demistir: “Resulullah her halinde Allah’i zikrederdi.” (Müslim, Hayz, 373)
3. Bazi vakitlerde namaz kilmak mekruh hatta haram olurken zikir her vakitte yapilabilir.
4. Her ne kadar zikri bazi vakitlere hasretmek önem arz etse de zikrin kabul edilmesi için vakit sarti yoktur.
5. Kibleyi tayin edip kibleye yönelmeden namazin geçerli olamamasina ragmen zikir halinde kibleye karsi olmak önem arz etmekle birlikte geçerli olmasi için sart degildir.
ARIFLERIN SULTANI: AHMED RIFAI (ks)
ISLIM GÜMÜSTEKIN
Ilmiyle, irfaniyla insanliga isik saçan büyük sufi, 1118’de Bagdat’la Basra arasinda kalan Bataih bölgesinde Ümmiabide köyünde dünyayi tesrif etmistir. Ben-i Rifae kabilesine mensup olmasi sebebiyle Rufai nisbesiyle taninan Ahmed Rifai Hazretleri, yasa¬digi asirda irsadla gönülleri nakseden bir gönül eriydi. Babasi Seyyid Ali’nin nesebi Hazret-i Hüseyin’e (ra) baglanirken, muhterem annesi Ebu Eyyüb el-Ensari’nin torunlarindan Fatima el-Ensari’dir. Bu sebeple kendisine Ebü’l Alameyn, iki sancak sahibi künyesi verilmis ve bütün kaynaklar, onun, Efendimizin soyundan geldigi hususunda ittifak etmislerdir. Ahmed Rifai Hazretleri dogmadan önce dayisi büyük alim Seyh Mensur Betaihi bir gün rüyasinda Peygamber Efendimizi (sas) görür. Ona, “Ey Mensur! Kiz kardesin, kirk gün sonra Ahmed isminde bir çocuk dünyaya getirecek. Bu çocugu, Aliyyü’l-Kari Vasiti’nin terbiyesine teslim et. Bu zat, Allah indinde azizdir. Sakin ihmal etme.” buyurmustur. Böylelikle bu büyük veli, daha dogmadan önce ismi telkin edilerek Sevgililer Sevgilisi (sas) tarafin¬dan himaye altina alinmis ve büyük lütuflara mazhar olacagina isaret edilmistir. Ilk tecvid ve kiraat dersini annesinden alarak henüz dört-bes yasinda hafizliga baslayan Ahmed Rifai Hazretleri, idrakleri zorlayan bir bilince sahipti. Yedi yasinda, babasi vefat edince, dayisi Seyh Mensur Hazretleri onu himayesine aldi, onu yüksek Islam ahlakiyla büyüttü ve hifzini tamamlatti.
SIR EMANET, EMANET SIRDIR
MONA ISLAM
Tasavvufi bilginin önemli kavramlarindan biri sirdir. Sir nedir? Hakkinda konusulamayan/yazilamayandir. Bu hem konusmama hem konusamama anlamindadir. O halde sir hakkinda bir yazi denemesinin de biraz paradokssal oldugu asikardir. Ne ki insanoglu bilinemeyeni bilme, hakkinda konusulamayani konusma cüreti gösterir, bu bizim daglarin yüklenemedigi emaneti yüklenme cesaretimizden mi yoksa cehalet ve zalimligimizden mi? Belki de her ikisi. Öte yandan bir seyin bilinemeyecegini bilmek, hakkinda konusulamayacagini ifade etmek de felsefecilerin ifadesiyle bilgi, söz, logos’tur. Bir seyin ne oldugunu söylemek kadar olmasa da, ne olmadigini söylemek de onu bildirmektir. Biz de bunu deneyebiliriz.
Böyle bir karmasik girizgah sir mevzuuna uygun olsa gerek. Sir karmasik oldugundan degil ama sirrin kozasini ören iplikler inceligi kadar çatisik, dolambaçli da oldugundan. Ipekböcegini kelebek yapan sir gibi. Her sey sir midir? Elbette, hayir. Mühim sey sirdir. Tahmin edilemeyen, insani hayrete düsüren sey sirdir. Herkesin bilmedigidir o. Sir için bir seçme yapilir, hem bilgiden seçme hem kisiden seçme. Her bilgi sir makaminda olmadigi gibi her kisi de sirdas makaminda degildir. Seçmenin oldugu yerde ise irade söz konusudur. Sir verenin verme iradesi, sirri verecegi kisiyi seçme iradesi, sir saklayan ise sir sahibine dost olma ve sirri koruma iradesi gösterir. Bu da sir kavraminin irade ve mürit ile iliskisidir. Denir ki sir bir kisiliktir, bu nedenle iki kisinin bildigi sir degildir. Mürit de birdir, iradesi Allah’in iradesinde erimis, iç içe geçmis, Bir olmus kisidir mürit. Bundan evveli hep müritlik çabasi. Bunun anlami sirrin oldugu yerde mutlak tevhidin oldugudur.
BIR IMKAN VE IMTIHAN OLARAK GENÇLIK
ABDULLAH TAHA ORHAN
Her devirde ve her yerde ilk akla gelen toplum¬sal güçtür gençlik. Iyiler gençligi kaybetmek istemez, kötülerse kazanmak ister inadina. Fikir hareketlerinin birincil tasiyicisi gençler olagelmistir tarih boyunca. Bunun çok basit ve makul bir izahi var elbette: Gençlik, bir fikre gönül verilebilen ve bu ugurda gerekirse basini verebilecek fedakarliga, hesapsizliga en açik oldugu zaman dilimlerinden biri¬dir insan için. Yas ilerledikçe olusan ama’lar gençlerde yoktur. Bu açidan belki de toplumun en ihlasli kesimi diyebiliriz onlar içindir. Sevgisi de, öfkesi de hasbidir ve bu yüzden de güçlü ve degerlidir. Gençligi önemli kilan bir diger husus da süphesiz yeniliklere açik olusudur. Yeni düsüncelere, yeni bakis açilarina, yeni sorulara ve cevap arayislarina daha açiktir gençler. Gencin sorulari vardir ve bu sorulara samimi cevap arayislari vardir. Bu hakikat yolculugunda kimi zaman eline batil da bulassa, ona hakikat oldugu zanniyla tutunur. Nihayetinde, eger gerçekten samimi bir arayissa onunki, Cenab-i Hakk’in onu türlü duraklarin ardindan hakikat menziline vardirdigina sahit olunan nice örnekler vardir. Efendimizin (sas) davetine ilk icabet edenlerin, ilk Müslüman olanlarin da çogunluk itibariyle gençler olmasi bu açidan dikkate deger bir vakiadir.
Gençligimizi nerede ve nasil harcadigimiz, hesap günü muhatap olacagimiz ilk bes sorudan biridir (Tirmizi, Sifatü’l-Kiyame, 1) ve bir kul için bu yüzden gençligin göz ardi edilemez bir önemi olmalidir. Bu açidan bakildiginda, gençlik basimda duman diye geçistirilebilecek bir evresi olamaz mü’minin ömrünün. Gençlik gönlümde iman diyebiliyorsa eger insan, iste o zaman mahserde hesabini en güzel sekilde verebilir halde olacaktir.
ILMIN VE IRFANIN GÖRÜNMEYEN ÜNIVERSITESI
AHMET EDIP BASARAN
Bütün ögrenme faaliyetlerinin kaynagi kitaptir. Ister mektep diyelim ister medrese, okul, üniversite. Hepsinde de kitabin vaz ettigi bilginin ve irfanin muhatabi olmak zorundasiniz. Bu muhatapligi göze almayan insanin, hayatta ögrenecegi ve ögretecegi seyler oldukça sinirlidir. Bizim geleneksel ögretimizde ilim ve irfan kelimeleri arasinda hasseten bir ayrim yapilmis ve bu ayrimin anlam inceligi üze¬rinde durulmustur. Kesbi ilim ile vehbi ilim arasindaki farklar mülahaza edilirken de bu ayrim noktalari üze¬rinde durulmustur. Söyle ki, ilim irfansiz, irfan da ilimsiz düsünülemez. Bagislanan bir irfan varsa bu bagislanma kazanilmis bir ilmin hasilasidir. Yoksa Gazzali, Arabi çizgisine bakarsak sayet, yolun öncüleri olan bu isimler birdenbire bir aydinlanma yasamis degillerdir. El emegiyle, aklin ve kalbin teriyle kazanilmis bir ilim onlari ayni zamanda büyük arifler arasina katmistir.
Ilmin disa, irfanin ise içe bakan tarafi vardir. Içimizle disimiz arasindaki o harikulade denge bu ikisiyle mümkün. Günümüzde özellikle ilim ve irfan arasinda sanki bir tenakuz varmis gibi yapilan yorumlar bu bahiste sorunlu ve maksatlidir. Bu tarz yorumlar gelistirenlerin daha ilim ile bilim/bilgi arasindaki farktan habersiz olmalari ise ayri bir cehalet örnegi, geçelim. Fark nedir, diye soranlara Hazret-i Yunus Emre’nin yüzyillar öncesinden seslendigi, “Ilim ilim bilmektir.” diye baslayan o meshur dizelerini hatirlatmakla yetinelim.
KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
SAZELIYE TARIKATININ ESASLARI
Sazeliye tarikatinin genel özellikleri ve ilkeleri, Ahmet Murat Özel tarafindan Ibn Ataullah el-Iskenderi kitabinda özetlenmis (Ibn Ataullah el-Iskenderi, Hayati- Eserleri ve Görüsleri, Insan Yayinlari). Biz de oradan faydalanarak daha kisa bir sekilde istifadenize sunuyoruz:
Silsilesi, Resulullah Efendimizin (sas) torunu Hazret-i Hasan’a (ra) ve ondan da Hazret-i Ali’ye (ra) nisbet edilen Sazeliye tarikatinin esaslari bes maddede özetlenmistir:
a- Açikta ve gizlide takva sahibi olmak. (Takva, vera ve istikamet ile gerçeklesir.)
b- Sözlerde ve davranislarda sünnete uymak. (Bunun için muhafaza ve güzel ahlak gerekir.)
c- Ikbal günlerinde -dünyadaki durumun iyiyken- ya da idbar günlerinde -dünyadaki günlerin zorken-mahlukattan yüz çevirmek. (Bunun için sabir ve tevekkül gerekir.)
d- Az ya da çok ikramlarda Allah’tan razi olmak. (Kanaat ve tevfiz sahibi olmakla riza kulda yerlesir.)
e- Darlik ya da bolluk zamanlarinda Allah’a yönelmek. (Bu, her halükarda Allah’a hamd ve sükürle yönelmekle gerçeklesir.)
Sazeliye tarikati, marifet ve tevhid vurgusu olan bir tarikattir.
Sazeliye sahv temelli bir tarikattir ve seyhlerinden satahat türü sözler nadiren sadir olur. Tarikatta seri¬at-hakikat dengesi siklikla dile getirilir.
Zikir, tarikatin merkezinde yer alir. Halvet ve riyazete nadiren basvurulur. Yogun mücahede yoktur. Nimetlerden yüz çevrilmez ve dünyada Hakk’in temasasi önerilir.
Sazeliye’de sükür, sabirdan evvel gelir.
Melami nesve, tarikatin müritlerinin kendine has kiyafetleriyle belirginlesmemelerine sebep olmustur denebilir.
Hakk’in sühudu yolun sonuna degil basina yerlestirilir.
Sazeliye’de, Gazzali’ye, Nifferi’ye, Hakim Tirmizi’ye ayri bir önem verilmis ve bu sufilerin eserleri okunup onlardan ders yapilmistir.
TOHUMA SAHIP OLAN HAYATA SAHIP OLUR
KEMAL ÖZER
Tohum Farsça kökenli bir kelime. Bitkilerden döllenme sonucunda çiçekten sonra, çiçek veya meyve içerisinde olusan ve yeniden topraga gömülünce kendisinden yeni bir bitki üreyen dane yahut canliya verilen ad.
Insanlar kendi cografya ve iklimlerinde yetisen bitkileri sürekli ekerek hayatlarini idame ettiregeldiler. Kimi çevreler tohumun kökenleri hakkinda asli astari olmayan mitolojik bilgiler yayarak ifsatlarina mesruiyet saglamaya çalisirlar.
Kur’an-i Kerim’e göre Hazret-i Adem dünya hayatini idame ettirmek için gerekli tüm bilgilerle teçhiz kilin¬misti. Dolayisiyla ziraatla ilk ugrasan, ilk hasat yapan ve ilk tohumluk ayiran da Hazret-i Adem ve onun ilk çocuklariydi. Aksini iddia etmek Kur’an’la çelismektir.
Gerçek, sahih, geleneksel yani insanlarin çesitli araçlar kullanarak yaratilislarina müdahale etmedigi, yani tay¬yib tohumlar bizim en degerli hazinemiz. Bunlar bize ebeveynimizin, kendileri faydalanip sonraki nesle sapasaglam teslim etmemiz sartiyla biraktigi emanetler. Bu sadece ebeveynin degil, ayni zamanda Allah’in da hesabini soracagi bir emanet. Bu fitri tohumlar hem bizim ve diger canlilarin, hem de gelecek nesillerin sihhat ve hürriyetinin teminati. Geleneksel tayyib tohumlar, kisir olmayip kendi neslinin idamesini saglar. Ayrica besleyici yönleri yüksek olup faydalanan canlilarin bütün besin ihtiyaçlarini karsilar. Hiç kimsenin özel mülkü olmayip Allah’in hayat hakki tanidigi bütün canlilarin ortak mülküdür.
(Yazilarin tamami derginin Kasim, 2016; 51. sayisinda)