ILIM VE IRFAN | Ekim | 2016 | DIGER YAZILAR | Okunma: 1300
YUSUF KARA

Vecd
Sözlükte, yitigini bulmak, istedigine kavusmak, güç yetirmek; ask ve istiyak sarhoslugu içinde kendinden geçmek, yüksek heyecan duymak anlamlarindaki vecd, tasavvuf terimi olarak, kasit ve zorlama olmadan Allah’in bir ihsani seklinde salike gelen ve onu kendin¬den geçiren manevi çarpinti demektir. Hakk’in varligini idrak eden ve kalbinde O’ndan (cc) baskasina yer ver¬meyen kul, bu çarpintiyla beseri sifatlarindan siyrilir. Vecd, tevacüd-vecd-vücud üçlemesinin ortasinda yer alan bir haldir ki tevacüd vecdin davet edilmesini, vücud ise vecdin kemale ulasmasini ifade etmektedir. Vahiy peygamberlere ansizin geldigi gibi vecd de, kendisini mahlukattan soyutlayan kimseye aniden tesadüf ve hücum eden bir haldir. Kur’an-i Kerim’de mü’minlerin, Rablerinden korkarak, derileri ürpererek vecd ile Kur’an okuduklari haber verilmis (Zümer, 23), hakiki mü’minlerin, Allah’in adi anildiginda kalplerinin ürper¬digi zikredilmistir. (Enfal, 2)
Hazret-i Peygamber ve ashabinin Kur’an okurken veya dinlerken yasadiklari vecd hallerine dair birçok riva¬yet aktarilmistir. (Buhari, Fezailü’l-ĶKur’an, 33) Hazret-i Peygamberin, namaz kilarken gögsünden tencere kaynamasina benzer tarzda coskulu sesler çiktigi, azap ayetlerinde aglayip müjde ayetlerinde sevinçle doldugu rivayet edilmektedir.
Sufilere göre vecdin keyfiyeti vahiy süreci gibi dile getirilemeyen bir durumdur. Çünkü vecd talep edenle edilen, sevenle sevilen arasinda bir sir olup ancak tecrü¬beyle kazanilan bir müsahede zevki ve nesesidir. Vecd salikte, kabz-bast, heybet-üns, cem-fark, gaybet-huzur gibi manevi haller ve degisimler meydana getirir. Hakk’in velisi olan kimse bazen Ilahi muhabbetin istilasi altinda sevgilinin müsahedesinde kendini kaybederken bazen de Ilahi bir cezbeyle fena haline erer ve Hakk’in zatinda bogulur. Bu hal, kisinin kendi beseri varligindan siyrilip Hak ile birlik -vahdet- halini yasamasidir.
Mutasavviflar vecdin ortaya çiktigi ilk yerin kalp olup kalpten bedenin bütün organlarina titreme, nara atma, inleme, derin nefes alma, donup kalma, bayilma, sükuna erme seklinde sirayet ettigini, gerçek vecdin ise Allah ve peygamber aski ile irade saglamligindan meydana geldigini belirtmislerdir.

GAFLET KALBI ÖLDÜRÜR
HAMZA TOPRAK

Sözlükte terk etmek, önemsememek anlaminda masdar ve dalginlik, dikkatsizlik, yanilma, ihmal manasinda isim olan gaflet kelimesi, bir seyin gerekliligi ortadayken bunun idrak edilememesi, nefsin kendi arzusuna uymasi, zamanin bos geçirilmesi, yeterince uyanik ve dikkatli davranilmadigi için insana ariz olan yanilgi hali seklinde tarif edilmistir.
Bir tasavvuf terimi olarak, kalbin gaflet dalginligindan uyanarak muradi istikametinde hareket etmesine inziac denilmistir. Inziac, tasavvufi anlamiyla, Allah’a tam teveccüh ederek dünyevi emelleri birakmak demektir. Kur’an-i Kerim’de maddi ve manevi menfaatlerini bilen insanlara zakir ve ehl-i zikir, bundan habersiz olanlara da gafil denilmistir. Gaflet, unutma ve yanilma manasini da tasimakla birlikte aslinda bu iki kavramdan farklidir. Unutma ve yanilmada da, hatirlayinca ve agah olununca derhal tevbe ile Hakk’a yönelme olmalidir. Unutma ve yanilma, bir hal olarak kisinin üzerinde devamlilik arz etmemeli, esas meseleden uzaklasilmamalidir.
Bir seyi bile bile terk etmek gaflet, bilmeden terk etmek unutmaktir. Kur’an-i Kerim, hayvanlardan daha asagi seviyede bulunan ve kalpleri mühürlü olanlari gafil diye niteler ve mü’minlerden gafil olmamalarini isteyerek Allah’in ayetlerinden gafil olanlarin cehennemlik olduklarini bildirir.
Gaflet içinde bulunanlar ahirette pismanlik duyacaklardir. Gaflet kelimesi Kur’an’da, habersiz olma manasinda da kullanilmistir ve Allah’in gafil -olup bitenlerden habersiz- olmadigi hususuna sik sik dikkat çekilmistir.

HAYATA REHBER BÜYÜK MÜRSID: ABDÜLKADIR GEYLANI (ks)
PROF. DR. DILAVER GÜRER

Gavs-i Azam Abdülkadir Geylani Hazretleri fesadin arttigi, ahlakin bozuldugu, imanin zayifladigi, zulmün yayginlastigi, hayir ve salah ehli için dünyanin dar geldigi, marufun münker ve münkerin de maruf sayildigi bir dönemde yasamistir. Pir Geylani, Haçli seferleri Islam âleminin kalbine ulastiginda, insanlara yol göstererek onlari dogru yola davet etmis ve güçlü kalmalarini saglamistir. O zamanda yasanan en kötü olaylardan birisi de süphesiz ki Kudüs’ün düsmesiydi. Haçlilar, Mescid-i Aksa’nin avlusunda insanlari, yaklasik yetmis bin günahsiz Müslümani, hunharca ve vicdansizca katlettiler. Müslümanlarin kanlarini içtiler, namuslarini çignediler. Bütün bunlar olurken Müslümanlar, kendi aralarindaki sorunlarla ve kavgalarla ugrasmaktaydilar, birbirleriyle bogusuyorlardi. Sultanlar, hükümdarlar ve idareciler bu yasananlar karsisinda hiçbir sey yapama¬dilar veya yapmadilar. Fakat Seyh Abdülkadir ve diger benzeri mücahit sufiler, iman ve Islam kumandanlari o essiz birikimleri, iman ve ihlaslari sayesinde, Allah’in yardimi ve izniyle, din-i mübin-i Islam’i yeryüzünde ayakta tuttular. Seyhin bu basariyi nasil sagladigini arastirdigimizda onun ilminin ve irfaninin bu basarida en önemli unsurlardan birisi oldugunu görürüz. Abdülkadir Geylani, dogdugu yer olan Geylan’dan Bagdat’a 1095 senesinde geldi. Nefsini terbiye için yirmi-yirmi bes sene boyunca itaat, mücahede ve zühd hayati yasadi. Daha sonra vaaz ve egitim-ögretim için kürsüye geçti. Derslere çok az sayida insanla basladi ama gün geçtikçe derslerine katilanlarin sayisi çogaldi. Öyle ki, yetmis bin kisi onu dinlemek için toplaniyordu. Bütün bunlarin yaninda Seyh Geylani din ilimleri için medresesinde özel bir bölüm ayirdi. Müritlerin kalabilmeleri için de ayrica bir ribat yaptirdi. Onlar için özel bir metod ve üslup uyguluyordu. Zira onlari, ilmi, ruhani ve sosyal yönden birer mücahit olarak yetistiriyordu. Nakledilenlere göre medreseden mezun olan bazi talebeler Islam ve cihat bayragini en yükseklere tasidilar. Kudüs’ün kurtulmasi için büyük çaba sarf ettiler. Zira hepsi Selahaddin Eyyubi’nin ordusuna katilmislardi.
Buradan anliyoruz ki Kadiriye medresesi, Haçlilarin zulmü altinda kalmis Müslümanlarin kurtulmalari ve tekrar Islam bayragi altinda yasamalari yönünde büyük bir rol oynamistir. Bu da Zengi komutasinda gerçeklestirilmistir. Bu talebe ve müritlerden bazilari meshur da olmustur. Mesela seyhin mürit ve talebelerinden olan vaiz Ibn Neca daha sonra Selahaddin Eyyubi’nin siya¬setten ve ordudan sorumlu müstesarligini yapmistir. Seyhin müritlerinden olup da orduda bu tür görevler alan daha baska kimseler de vardir.

BEDEVIYE TARIKATININ PIRI: SEYH AHMEDBEDEVI (ks)
PROF. DR. KADIR ÖZKÖSE

Kuzey Afrika ve Misir’in en büyük velisi olarak kabul edilen ve Bedeviye tarikatinin kurucusu olarak bilinen Ebü’l-Fityan Ahmed bin Ahmed bin Ibrahim el-Fasi et-Tantavi el-Bedevi, 1200 yilinda Fas’ta dünyaya gelmistir. Miladi 692 yilinda Arabistan’da çikan karisikliklar üzerine Fas’a göç eden bir aileye mensuptur. Peygamber Efendimizin neslin¬den olmasi sebebiyle kendisi serif nisbesiyle anilmistir.
Genellikle Serifü’l-Alevi terkibiyle zikredilmistir. Babasi Serif Ali, agabeyi Serif Hasan ve yegeni Serif Hüseyin gibi aile üyeleri hakkinda genellikle serif nisbesi kulla¬nilirken Seyyid Ahmed için bazen serif kullanilmakla birlikte daha çok seyyid nisbesi tercih edilmistir. Bedevi asilli olmasindan dolayi Bedevi, nikab ve yasmakla yüzünü örtmesinden dolayi mülessim, fütüvvet gelenegine mensubiyetinden, cesur ve atilgan bir genç olmasindan dolayi attab ve gazban, Müslüman esirlerin çagrilarina icabet etmesi nedeniyle mücibü’l-üsara ve ciyabü’l-esir, damdaki hayatina istinaden sütuhi, keder ve gamlari sevinç ve mutluluga dönüstürmesinden dolayi ebu ferrac ve ebü’l-fütuhat, biniciligine övgüden bahisle farisü’l-evliya lakabiyla anilmistir. Fas’ta geçirdigi çocukluk döneminde Seyyid el-Bedevi, bölgenin kültür, adet ve geleneklerine bagli olarak yetistirilmistir. Aldigi manevi emir üzerine babasi Serif Ali 1206 senesinde aile fertleriyle birlikte Fas’tan ayrilmistir. Serif Ali ailesinin Fas’tan ayrilisi ahaliyi ve özellikle abid ve zahitleri çok üzmüstür. Abidlerin gemisi olarak tabir edilen bu aileyi ugurlamak üzere kalabalik topluluk olusur, gözyaslari içinde bir müddet onlarla birlikte yol alirlar. Endülüs ve Tunus sultaninin da bu ugurlamaya katildiklari rivayetler arasindadir.

ISLAM’IN SON KALESI DÜSMESIN ALLAH’IM!
SAID YAVUZ

O gün Burkina Faso’da idik. 15 Temmuz aksami baslayan, sabaha kadar süren ve iki yüzden fazla sehit verdigimiz darbe girisimi esnasinda içimizden bazi aileleri Türkiye’ye yolcu etmek için hava¬alanindaydik. Gelen her haber yüregimize çarpiyor ve ümmetin siginagi ülkemize uluslararasi bir oyun oynandigini hissederek dudaklarimizdan dualar dökülüyordu. Korkuyorduk. Neler olacakti? TRT’den darbe bildirisi okununca sadece Türkiye için degil, Türkiye’nin elinden tuttugu onca mazlumu da düsünerek titredik. Uçak iptal oldu. Zira havaalanlari güvenli degildi. Türkiye’de, halk sokaklara dökülmüstü. Halkimiz, korkaklarin ve hainlerin terk ettigi ülkesini savunmak için tanklarin önüne canlarini hiçe sayarak durmaya baslayinca umudumuz artmisti. O insanlarla birlikte meydanlara çikamadan, uzaklarda, atese verilmek istenen vatanini savunma serefinden yoksun oldugumuz yerde kalakalmistik. Çünkü Türkiye bes bin kilometre kadar uzagimizda idi. Birileri ekmegini yedigi topraga ihanet ederek milletine silah dogrultacak kadar alçalmisti. Bu nasil bir din duy¬gusu idi ki milletin cumhurbaskanina dualar okuyarak saldirmaya, canina kastetmeye gelmislerdi? Ama millet bu kez dur, dedi. Adeta yillar önce sahip çikamadikla¬rinin, daragacina giderken sadece seyretmek zorunda kaldiklarinin, o acili günlerinin hesabini soruyorlardi. O günün intikamini aliyorlardi. Karanlikta abdestini alarak sokaklara çikan her yastan insan yumruklarini siktikça biz uzak bir Afrika ülkesinde de yumruklarimizi sikiyorduk.

ALLAH’IN SEVGILISI: ÇÖLE INEN NUR
AHMET EDIP BASARAN

Imamesi kopan tespih dagilir. Yeryüzünde yasadigimiz savrulmanin baska da bir izahi yok. Imamesinden ayri düsmüs tespih taneleri gibi dagilmisiz dört bir yana. Birlik duygusu olmadan uhuvvet duygusunu ve elbette uluhiyyet makamini hangi gözle hangi gönülle idrak edebiliriz? Önder olmadan, kilavuz olmadan, mihman¬dar olmadan bütün yolculuklarimiz yarim kalmaya mahkum degil midir? Peygambersiz (sas) gözlerimizdeki kiri, gönüllerimizdeki pasi silmek ne mümkün! O (sas) da bizim gibi bir beserdi. En çok unuttugumuz inceliklerden birisi de bu belki. O’nun (sas) insan olma makaminda tasidigi ahlak ve meziyet bizim yegane ölçümüz olmali. Çünkü O’na (sas) ne kadar yakinsak kalbimize de o kadar yakin, O’ndan (sas) ne kadar uzak¬sak kalbimizden de o kadar uzagiz.
Nuri Pakdil’in Bati Notlari kitabinda yasadigimiz savrulmayi çok iyi çözümleyen bir tespit vardir. Peygamberin (sas) hayati, bir inancin hangi yöntemlerle gerçeklestirilebildiginin somut örnegidir, der Pakdil. Ve ardindan su çok önemli cümleleri söyler: “Bunalimlarimizdan, O’nun (sas) hayatini iyice ögrendigimiz vakit kurtulacagiz. Hiçbir sorun, çözümsüz birakilmamisti. O, (sas) hiçbir güçlük önünde yilgiya düsmemisti. Sürekli umutlu olmustu.” O’na (sas) dair anlatilan ve yazilan bütün birikimlerin toplamindan alacagimiz ilk ders bu olmali sanirim.
Umut, cesaret ve kararlilik bir inan¬cin yeryüzüne hakim olmasinda ihtiyacimiz olan temel meziyetler aslinda. Hak eninde sonunda galip gelecektir. Allah’tan baska galip yoktur, amenna ve saddakna. Buna inancimiz tam. Hak gelince batil zail olacaktir. Ve batil ebediyen zail olmaya mahkumdur. Mesele bizim nerede durdugumuz, nereye bak¬tigimiz, nereye dogru yürümekte oldugumuz. O’nun (sas) her dem kulaklara küpe olacak kiymette uyarisi degiyor canimin uçlarina: Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekin. Günde kaç kez kendimizi hesaba çekiyoruz? Ölüm gelmeden, büyük saat gelmeden…

KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN

Hazret-i Hüseyin’in (ra) sehadetindeki derin hikmet nedir? Seyyid Ahmed Rifai Hazretlerinin El-Burhanü’l-Müeyyed isimli eserini okurken bu zor meselenin nasil anlasilmasi gerektigine dair isaretler gördüm:
“Hazret-i Hüseyin’in beseri vasfi, süphesiz ser’an kendi hakki olan halifeligi arzulamisti.” tesbitiyle baslar ve söyle devam eder: “Ilahi istek ise bu talebe riza göstermeyerek Hazret-i Hüseyin’in mübarek ruhunu sadakat makamina ref etti/yükseltti. Ruhu, yüce makama yerlesince kutlu cismini özledi de, ‘Iste bu suretle, zulmedenler güruhunun ardi arkasi kesilmisti.’ En’am suresi 45. ayetinin sirri geregi her iki taraf hakkinda da Allah’in adalet kilici hüküm vererek Hazret-i Imam’in sehadeti kendisi için bir terfi, düsmanlarinin zaferi de hesaplarina bir felaket ve bela oldu.”
Ilahi gayretin Imam Hüseyin’in cismani varliginda yaptigini yapiverdigini ve bu arada o mübarek cisme sanki sunlari söyledigini belirtiyor Ahmed Rifai Hazretleri: “Sen insanlarin bana boyun egmelerini istedin. Bense senin bana bütün varliginla teslim olmani murad ettim. Benim namima olan istegin, senin bana imtisal etmen/baglanman hususundaki irade-i sahanem karsisinda hükümsüz kaldi da benimle alakalarini kestigim kimseler vasitasiyla, yüce iradem senin istegine karsi koydu ve benimle olan baglarini kopardiklarim araciligiyla seni, ken¬dime yaklastirdim. Sen, insanlarin kendine degil de bana itaat etmelerini istediginden, senin için bu isteginin sevabi vardir. Eger insanlarin sana baglanmalarini arzu etsydin, ben de seni kendime çekmezdim.”
Seyyid ve serif olan Ahmed Rifai Hazretlerinin buraya alacagimiz son cümleleri ise Hazret-i Hüseyin Efendimizle, onu sehit eden düsmanini karsilastirmasidir: “O Hazret-i Hüseyin ki serefli beseriyetinin pariltilari Allah’a davet için kiyam etmisken, nurani ruhu Allah’in mekansiz huzuruna dogru uçtu. Pekala, ya kendisi için -halki- kendisine çagiran kimsenin hali nice olur? Onun cismi de yok edilip de ruhu da Hak’tan uzak kalmaz mi? Zaten vaziyeti de kendi aleyhine sahittir.”

AGIZ VE DISLERIMIZI ZEHIRDEN ARINDIRALIM
KEMAL ÖZER

Bedenin giris yollarindan biri ve beslenme yolu olan agizin sagligi, genel saglik açisindan son derece önemlidir. Kaybedilen bir disi hiçbir teknolojik ürünün karsilamasi mümkün degildir. Ayrica hangi kaynaktan elde edilirse edilsin, zararsiz yapay bir dis söz konusu degildir. Kaybettiginizde yerine taktiracaginiz dis hangi teknoloji ürünü olursa olsun asla bedenin asli unsuru olan disin yerini tutmaz. Kaldi ki bu dislerin sihhatimizi bozucu pek çok riski var. Mesela civa ihtiva eden amalgam dislerin kisirliktan romatizmaya kadar sayisiz zarari mevcut.
Bugün yaygin olarak kullanilan dis firçasi, dis macunlari ve agiz sivilari gibi ürünlerin olmadigi bir dönemde Efendimizin (sas) bu temizligin misvakla saglanmasini emir buyurduklari hepimizin malumudur. Hiç kusku yok ki dogru seçildiginde ve düzenli kullanildiginda misvakin agzi temizledigi gibi sindirime de yardimci oldugu inkar edilmez bir gerçek. Hem muhafazasi ve tasinmasi kolay, hem de ekonomik. Misvak eksikligi büyük bir eksiklik, zira temizlenmeyen agiz hem dis çürümelerine hem de baska hastaliklara yol açacaktir. Kaldi ki ileri derecedeki dis çürümeleri bedeni zehirleyecek kadar da tehlikelidir. Bu durumda misvak kullanan Müslümanlar her zaman digerlerinden bir adim önde olagelmislerdir.

(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Ekim (50. sayi) sayisinda.

Muhterem hazirun, Hazret-i Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesi...

Insanin fitrati tertemizdir. Ne var ki zamanla disardaki enkazin, toz dumanin külleri üzerine düser....

Ilim ve Irfan dergisinin 2024 Aralik sayisi sahsiyet dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2024