ÇILE, YENIDEN BASLAMAKTIR
SAID YAVUZ
Birçok tasavvuf kolunda çile vardir. Erbain çikarmak anlamina gelen ve kirk günlük çilede salik, yolcu, tasavvuf yolunun er kisisi nefsi tezkiye için halktan bir nebze uzaklasir. Gönlünü tam Allah’a baglar. Bunu Hristiyanliktaki ruhban sinifinin yaptigi, tamamen dünyadan el etek çekmek olarak okursak kendi medeniyetimize Batili gibi bakmis oluruz.
Üstadlardan birine gündemi takip ediyor musun diye sorduklarinda, Müslümanin gündeminin ahiret oldugunu söylemis. Iste çile, gündemi tamamen ahiret yapmaktir. Dünyanin dagdagasindan uzakta kalbi ve letaifi asil sahibine teslim etmek, yenilenmek, söylece bir durup sormaktir: Ben nereye gidiyorum?
Çünkü dünya bu soruyu bize sordurmamak için sey¬tanla is birligi yapmistir. Bu soruyu sormayanlar ölümle burun buruna geldiklerinde kendilerine dönerler. Ama cevabi verecek zamanlari olmaz. Iste tasavvuf adabi, gündemi tamamen ahiret yapmasi için dervise böylesi bir imkani bahseder.
Tarih boyunca farkli usullerde yapilan çilenin asil anlami çihle yani kirk demektir. Farsçadan gelmistir. Çilede gönül erbabi dar bir yerde, dünyaya dair mesgalelerden mümkün oldugunca uzak, gelecek kaygisindan azade, zikr-i Hak ile mesgul olarak günlerini geçirir. Yolcu halvettedir. Allah ile oldugunu, her seyiyle yeniden O’na (cc) ittiba ettigini isaret eder bu davranisiyla. Kisaca çile yeniden baslamak demektir. Kulluga, aska yeniden baslamak. Bu baslangiç dervise yeni bir ruh, yeni bir heyecan katar. Oradan güçlü bir irade ile, tazelenmis bir ruhla çikar.
TASAVVUF SÖZLÜGÜ
ABDULLAH TAHA ORHAN
Hikmet
Arapçada felsefe, adalet, ilim, hilm, nübüvvet ve Kur’an gibi çok çesitli anlamlarda kullanilir. Sonuçlarin sebeplerle irtibatini anlamak seklinde yorumlanmistir. Hikmet ve hüküm kelimeleri bilmek ve kavramak anlaminda esanlamli olarak kullanilir. (Meryem, 12; Lokman, 12) Hikmet, her faydali ilme ve her dogru amele verilen isimdir. Tasavvufta ise hikmet genellikle marifet manasinda kullanilmistir. Sufilere göre hikmet, ilim ve amel arasinda bir mutabakat saglayarak hakka isabet etme¬sidir. Buna göre hikmet, insanin afaktaki nesnelerin hakikatini oldugu gibi bilip ona göre hareket etmekten bahseden ilimdir. Bir diger deyisle esyanin hakikatinin ilmidir. Bu açidan adaletle birebir iliskili bir kavramdir. Zira adalet her seyi yerli yerine koymak, hikmet de halin iktizasina mutabik hareket etmektir. Insanda dogruyu yanlistan ayiran melekedir de denilmistir.
Hikmet temelde, tabii, riyazi ve Ilahi olmak üzere üç bölüme ayrilmistir. Sufiler çogunlukla Ilahi hikmete vurgu yapmislardir. Bu anlamdaki hikmet için, Allah’in bir ordusu olup onunla veli kullarinin kalplerini güçlendirir denilmistir. Velilere has bir lütuf olan Ilahi hikmet kalplere tesir bakimindan ilimden üstün oldugu için Ilahi hikmet sahibi veli, alimlerden üstün kabul edilmistir. Ilahi hikmetin Hak’tan gelmesi hasebiyle, hükmeden bir sifat oldugu ancak kendisine hükmedilemeyecegi de mutasavviflarca ifade edilmistir. “Allah, hikmeti diledigine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayir verilmis demektir.” (Bakara, 269) ayetindeki hikmet, Ilahi hikmet olarak yorumlanmistir.
Hikmet, Cenab-i Hakk’in da bir sifatidir, nitekim O (cc) kendini hüküm verenlerin en hikmetlisi olarak (Tin, 8) tavsif etmektedir. Peygamberimiz de,“Ben hikmet eviyim, Ali kapisidir.” (Tirmizi, Menakib, 20) buyurarak kendini hikmetle tarif etmis, hikmete ulasmada en birinci vasita olarak da Hazret-i Ali’yi isaret etmistir. Tarikatlarin ekseriyetinin silsilesinin Hazret-i Ali’ye dayanmasi bu manayla irtibatli olmalidir.
BIR ILIM VE IRFAN SAIRI: MELAYE CIZIRI
ZAHIT YAKIN
Islam medeniyetinin unsurlari olan milletler konustuklari dilleriyle yasadiklari manevi mefkure, itikat ve hazlari olabildigince edebi bir sekilde ifade etmeye çalismislardir. Peygamber Efendimizin ümmetinden olan Türk, Arap, Fars, Kürt, Urdu, Arnavut, Bosnak, Malay gibi milletlerin edebiyatlarina baktigimizda tasavvufi unsurlar basta olmak üzere pek çok ortak noktanin oldugunu görüyoruz. Bu dillerde Divan yazan sairler, Cenab-i Hakk’a, Hazret-i Peygambere ve insan-i kâmile olan sevgi ve muhab¬betlerini mazmun ve remizlerle ifade etmislerdir. Diller baska ama gönüller birdir. Mevlana Celaleddin Rumi söyle demistir: Cihanda nice diller var ama hepsinde mana bir, su bir oluverir testileri kirarsan, can her nazar sahibine haber gönderir, sayet tevhid ile gönlü sözden koparirsan.
Iste o büyük sair sufilerden biri olan Melaye Ciziri de, Islam düsünce geleneginin belli basli disiplinlerinin hemen hemen hepsiyle hemhal olmustur. Ancak onun en çok tasavvufla ilgili konularla ilgilendigini söyleye¬biliriz. Sufi dil, onun için ince ve derin duygularini ifade etmenin en iyi yolu olmustur. O, bu duygu ve düsüncelerini tasavvuf geleneginde birçok örnegi bulunan siir diliyle ifade etmistir. Melaye Ciziri için, tasavvuf ve siir birbirini bütünleyen iki özel dünyadir. Melaye Ciziri’nin Divan’i Kürt dili ve edebiyati açisindan bir saheser olarak kabul edilmistir. Türkçe açisindan Yunus Emre ve Hoca Ahmed Yesevi Divanlari, Farsça için Hafiz, Sirazi ve Mevlana Divanlari, Arapça için Ibn Fariz Divan’i neyse Kürtçe için de Ciziri Divan’i odur. Tasavvuf kültürüne vakif olunmadan bu saheserlerin okunmasi ve anlasil¬masi pek mümkün degildir. Melaye Ciziri’nin de Divan’ini tasavvuf kültüründen ayri ele almak ve anlamak söz konusu olamaz.
YARIN YAPARIM DEMEK HIÇ YAPAMAMAKTIR
BETÜL NURATA
“Adamin biri yol kenarinda diken ekiyordu. Güzel sözlü ama sert huylu biriydi. Diken ektigini görenler onu kinadi. Dikenler çogaldikça gelip geçenlerin ayaklarina batiyordu. Yoksullarin ayaklari paramparça oluyor, zenginlerin de elbiseleri yirtiliyordu.
Vali emir verdi, adama dikenleri sökmesini bildirdi. Adam sökecegini söyledi ama hep, yarin yaparim diye erteledi. Yillar geçtikçe dikenler gürlesti, adam ise onlari sökecek güçten düstü.”
Heyecanla kamyona esyalari yüklemis, yeni evimin yolunu tutuyordum. Yeni ev arkadasimi amma da sevdigimi, ne kadar kafa dengi oldugumuzu düsünüyordum. Insan iyi bir ev arkadasi bulduysa sanslidir. Ben de bunun mutlulugunu yasiyordum.
Beni göreceksiniz, esyalari yüklerken sanirsiniz okuldan mezun olmusum, is bulmusum, talih kosu konmus, bu havalardayim. Sifir bir eve girmistik, temizligi de iki-üç gün önce yaptigimizdan geriye sadece bazayi su köseye koymak, çalisma masasini pencere kenarina yerlestirmek gibi zevkli kisimlar kaliyordu. Kolilerden kitaplari çikarip tek tek özenle yerlestirdim. Temiz olmalarina ragmen güzelce tozlarini aldim. Önümde uzun bir gün vardi. Rahatça yerlestim. Arkadasim mi? Esyasini önceden yerlestirmisti o, ama memlekete gitmesi gerektigi için tam olarak iki gün sonra tasinacakti. Bu iki gün evin tadini çikardim ben de, eksikleri tamamladim.
Iki gün. Meger sadece iki gün tadini çikarabilecekmisim. Kapi zili çalinca firladim yerimden. Televizyonu açmis kahvemi yudumluyordum. Meger ne kadar yanilmisim. Arkadasimin içeri selam diye girmesiyle basimdan kay¬nar sular döküldü. Ben sadece ve sadece onu beklerken, o yaninda bir misafirle çikagelmisti. Hem de ne misafir! Siyah mi siyah kapkara bir kedi!
Meger yeni ev arkadasim kedi hastasiymis! Ben de kedi hastasi bir adamim ama kedilerden hazzetmeyen bir kedi hastasi. Görünce yolumu degistiririm. O kadar.
Birbirimize her seyi sormustuk ama kediler aklima bile gelmemisti. Üç kisi kalacagimizdan haberim yoktu. Insan böyle bir seyden bahsetmez mi? Rengimin atmasindan ya da evet, ziplamis olacagim ki kediyi odasina kovaladi. Çok net konustum. Ben kedilerle yapamam abi. Ama o daha minicik bir yavru kedi, dedi. Hiç fark etmez, dedim. Bence hiç de minicik degil ayrica. Bak, sana kedileri sevmeyi ögretebilirim, gerçekten, dedi. Çok iyi niyetliydi. Esyalarimi topladim ve böylece yollarimiz ayrildi. Bir haftaya kalmadan tasindim o evden. Tabii ki kedi bir hafta boyunca odasinda kilitli kaldi. Yoksa gecesi ayrilirdim.
BIR SEYYAHIN YOL ILE IMTIHANI
AHMET EDIP BASARAN
Evet ile hayir bir seyyahin azigidir. Hakikati kesfe dogru yola çikan bir arif, öncelikle tevhiddeki cümlenin sirrina mazhar olmak ister. Hayir ile baslar tevhidin ilk cümlesi. Bu olumsuzlama, insanin yaraticisiyla yaptigi misakin bir geregidir. La, insanin iki dudagi arasindaki evet’in de akibetini belirler. Insanin evet’i kiymetlidir, çünkü ona hayir’in zorlu imtihanindan geçilerek varilir. Insan özgür yaratilmistir ama basibos birakilmamistir. Arifin girdigi yol önce bu ince hikmetleri ögretir insana. O yolla ahidlesen arif, yolu kendi içsel yürüyüsünün, manevi gelisiminin menzili haline getirir. Varmak degil yürümektir aslolan. Allah’la yapilan misakin sürekli hatirda tutuldugu bir yürüyüs. O misak unutuldugu an insan basibos hisseder kendini. Basibos ve içsiz… O misak insanin gönlünde bir kandil gibi dipdiri yandigi sürece yolun kendisi de bir virde dönüsür.
Endülüslü bir arif
Yol, yolcu ve yaraticiyla yapilan misak. Sadik Yalsizuçanlar’in Gezgin isimli romani hakikat yolu¬nun çok önemli ariflerinden Muhyiddin bin Arabi Hazretlerinin o yolda yasadiklarini -kismen de olsa-aktarmaya çalisan bir eser. Magripli büyük bilgenin kendi ruhunda yaptigi ve bereketli bir ömre yayilan manevi gezinin bir öyküsü. Bu büyük arifin hayati, bir anlatinin sinirlari içinde ne kadar anlatilabilirse onu anlatmaya çalismis Yalsizuçanlar. Gerçek hayat hikayelerini, kurgusal bir metin düzleminde anlatmanin kendi içinde tasidigi sanatsal zaaflar bir kenara birakilacak olursa, Gezgin bir arifin yol ile olan imtihanini olanca berrakligiyla anlatmaya çalisiyor. Bu öykü kâmil insanin hikâyesi. Macera, büyük âlemin minyatür hali olan kâmil velinin macerasi. Kemal derecesinde bir vecde siginan yolcu ile yürüdükçe bir virde dönüsen yolun harikulade imtizaci. Gezgin, imgeleri, remizleri, sembolleri yakan bir esigin önünde insanin mutlak fanilikle olan yüzlesmesinin izini sürüyor bir bakima.
Roman, Endülüslü bu büyük arifin, Ibn Rüsd ile olan karsilasmasiyla basliyor. Ibn Arabi, henüz on dokuz yasindadir. Ibn Rüsd, babasinin yakin dostudur. Aralarinda geçen o meshur evet ve hayir merkezli kisa ama öz konusma da bu karsilasmada gerçeklesir. Seyyah, önce evet der, söyledigi söz sadece budur, filozof bu evet’i, simdiye kadar söylediklerinin ve yazdiklarinin bir onaylamasi olarak düsünüp ferahlar. Ancak içine gömüldügü sessizlikte bir zaman kaldiktan sonra ilkinden daha kararli ve sir dolu bir sesle hayir der seyyah. Kendisinden daha açik konusmasini rica eden filozofa sunu söyler: “Evet ile hayir, bugüne degin yasadiklarimdan ögrendigim sey bu iki kelimedir.”
KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
BÜYÜK CAMILER ISLAM'IN ANITIDIR
Ahsenü’t-Takasim isimli eserin müellifi Makdisi’nin (vefati miladi 1000) kitabindaki su ayrinti dikkat çekicidir. Makdisi, Emevi sultanlarindan Velid’in yaptirdigi camiyle ilgili bir gün amcasiyla konusurken Velid aleyhine konusuyor, ona sitem ediyor. Velid, Müslümanlarin servetini bir Dimask Camii için harcamakla iyi etmedi diyor. Eger bu kadar parayi yol ve atölyelerin yapimi için harcasa, kaleler kurdursa daha iyi ederdi, diye de ekliyor.
Amcasinin cevabi ilginçtir: Yegenim, hiç de öyle degil ve Velid en dogrusunu yapti. Çünkü o, Suriye’nin bir Hristiyan ülkesi oldugunu, onlarin burada göz alici kiliseler ve binalar yaptiklarini, Kumame, Lydda, Roha kiliselerinin söhretinin dünyayi kapladigini görünce, Müslümanlarin dikkatini bu kiliselerden bir camiye çevrilmesini saglayacak ve dünyanin harikalari arasinda yer alacak bir cami yapilmasi gerektigini anladi. Görmüyor musun, Abdülmelik bin Mervan da, Kumame kilisesinin heybet ve azametini görünce onun Müslümanlari etkilemesinden korkarak Kudüs’te simdi gördügün Kubbetü’s-Sahra’yi yaptirdi.
KÜÇÜK VIRÜSTEN BÜYÜK BIYOLOJIK SILAH
KEMAL ÖZER
Genel kanaate göre medya organlari birbirine rakip ve muhaliftirler. Bu nedenle hep farkli seyler söylerler. Bu tez, modern zaman medyasini yanlis tanimamiz için dayatilmis bir propagandadan ibaret. Beslendikleri kaynagin ayni olmasi, küresel medyayi tanimamasi, çalistirilan insan kaynaginin yersiz ve yetersiz olmasi nedeniyle yayin organlarinin kahir ekseriyetinin muhtevasi aynidir ve insani aldatmaya dayalidir. Dikkat edin, birinde domuz gribi salgini var diye bir haber çikmaya görsün, hiçbiri sorgulamadan bunu daha iyi köpürtme yarisina girer. Bu kis da hayali domuz gribi haberlerini ballandira ballandira aktariyorlardi. Ne olduysa birden bire zika diye bagirmaya basladilar. Zannedersiniz ki, Türkiye’yi sivrisinekler basmis, tüm gebe kadinlari isirmis ve bu yil dogacak tüm çocuklar iri kafali ve geri zekali olacak. Zikanin asisinin on yildan önce üretilmesi imkansizmis, tedavisi için hiçbir ilaç yokmus, gebe kalinmasi yasaklanmaliymis, gebeler kürtaj olmaliymis vs vs.
Üç gün sonra bir firma asisini bulmus, farelerde deni¬yormus, yil sonuna kadar çikabilirmis. Salgin onlarca ülkeye yayilmis, oralara gidenler de döndüklerinde zika virüsü tespit edilmis, falan falan.
Bütün dünyada medyanin birincil görevi savas çikarmak, savasi körüklemek. Sayet medya olmasa insanlar, bu korku ticaretine bu kadar kolay alet edilebilir mi? Cevabi basit: Asla edilemez. Aslina bakarsaniz dünya medyasi Paris, Londra ve New York’ta kurulu üç haber ajansi tarafindan yönetilir, maniple edilir. Üç ajansin da sahibi ayni kisi, sapkin inanca sahip ve amaci asla para kazanmak degil.
Aslina bakarsaniz zika diye bir virüs var ve 1947’de Uganda’da Zika ormaninda bir Rhesus maymununda varligi tespit edilmis ve bu nedenle bu ad verilmis. Insanlarda ise 1954’de Nijerya’da görüldügü iddia edili¬yor. Sivrisineklerin isirmasi ile insana geçer. Türkiye’de insanin bile yasamakta zorlandigi, eksi 40’larin görül¬dügü bir kis mevsiminde medyanin zika diye bagirmasi da neyin nesi?
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Mart (2016) sayisinda.)
ILIM VE IRFAN DERGISI
GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI
AFFEDICI, CÖMERT VE MERHAMETLI OLMAK KÖTÜLÜGÜ ENGELLER
ARIF DEDE
Canlarim, yavrularim,
Güzel günlerim geliyor ve geçiyor. Ben her ay biraz daha yaslaniyorum, sakallarim agariyor, beyazliyor. Sizler de büyüyorsunuz. Ben, seneler boyu yasadim, bundan sonra ne kadar yasayacagim da belli olmaz. Siz çok genç oldugunuz için önünüzde Allah ömür verirse çok uzun yillar var.
Basiniza pek çok olay gelecek, aci ve tatli günleriniz olacak. Çok farkli görüs sahibi insanlarla karsilacaksiniz. Insanlarin pek çok konuda görüslerinin farkli oldugunu göreceksiniz. Hayata baska baska pencerelerden bakmasini bilmeliyiz. Her pencerede farkli bir güzellik görebiliriz.
Biz ceza vermekten ziyade insanlarin kalbini kazanacak davranislar içinde olmaliyiz. Evinize bir hirsiz girse ve hirsizi babaniz görse ne yapar, hemen sopa ile kovalar.
BIZ ÇALISALIM, ISIN SONUNU ALLAH BILIR
CESUR KÜÇÜK
Sevgili çocuklar,
Bu ay sizlere bir animi anlatarak baslamak istiyorum yaziya.
Üniversiteye gittigim yillarda Mehmet adinda çok sevdigim bir arkadasim vardi. Mehmet çok gayretli ve fedakar birisiydi. Hayir hasenat isleri pesinde kosar, herkese yardim etmeyi çok severdi. Fakat Mehmet’in kötü bir huyu vardi. Ders çalismakla pek arasi yoktu. Aslinda çok agir derslerimiz de yoktu. Biraz oturup göz gezdirse basarili olabilecekti. Çünkü anlama kabiliyeti ve zekasi oldukça parlakti.
Mehmet’i dersleri konusunda uyardigimiz zaman da, “Ben Allah yolunda sürekli kosuyo¬rum. Derslerimi geçme ve okulumu bitirme isini Allah’a havale ettim.” derdi.
Senenin sonunda Mehmet üç ders¬ten basarili olamadi. Son sinavlarimizi geçebilirse sinifi da geçebilecekti. Oturup derslerine çalismaya basladi. Hayir hasenat yolunda kosmayi da ihmal etmedi elbette. Fakat zaman buldugu ilk firsatta da oturup derslerine çalisti. Anlamadigi yerlerde biz yardim ettik. Bir dersten basarili olmak için üzerine düsen ilk görevi yerine getirmisti artik. Gayret etti, çalisti, ögrendi. Sinav günü geldi çatti. Üç dersi de iyi bir not alarak geçti. Çünkü öncesinde üzerine düseni yapmis, sonra isini Allah’a havale etmisti.
MUHSINE'NIN GÜNLÜGÜ
ESRA KÜÇÜK
7 Mart Pazartesi
Yarin matematik sinavim var. Benim için çok önemli bir sinav çünkü birinci dönem¬de matematik notum düsüktü. Yari yil tatili boyunca bol bol çalistim, soru çözdüm, anlamadigim konulari tekrar ettim. Bu dönem artik daha hazirlikliyim. Ilk sinavdan yüksek puan almak istiyorum. Alacagim puan dönem sonu notumu ve ortalamami etkileyecek. Bu nedenle çok fazla önemsiyorum. Üzerime düseni tamamiyla yaptigima inaniyorum. Yapabilecegim kadar tekrar yaptim ve çalistim. Dersleri zaten her zaman çok iyi dinlerim. Bazi karistirdigim ayrintilari tatil dönüsü ögretmenimle de konusmustum. Artik anlamadigim bir yer ve herhangi bir eksigim kalmadi diye düsünüyorum. Umarim atladigim bir sey yoktur. Bun¬dan sonrasi nasip, hayirlisi olsun diyelim. (Insallah puanim çok iyi olur amaaa!)
FARE FASOL
MELIH TUGTAG
Sevgili okul arkadaslarim, degerli kemirgenler, kiymetli bebekler ve bir zamanlar bebek olanlar…
Geçen hafta okulda bir seyi fark ettim. Kemirmatik dersindeydik. Bizim uzaktan akrabamiz olan, BulututMaus acayip mutsuzdu. Biz yazarlar bu tip seyleri hiç kaçirmayiz. Hemen yanastim yanina. “Hayirdir Bulutut, Karadeniz’de gemilerin mi batti? Çok mutsuzsun!” dedim. Acaba bu sözün, “Batan gemiyi önce fareler terk eder.” sözüyle alakasi var miydi? Neyse bu baska bir mesele.
O da bana, “Sorun yok kardesim. Öyle dalmisim!” dedi. Tabii ben yer miyim? Yemem. Yemedim.
Birkaç gün daha Bulutut’u izledim. Durumu degismemis¬ti. Hala mutsuz ve durgundu. Yemek yemiyordu. Isin enteresan tarafi bu çocuk normalde çok neseli bir tiptir. Hep güler, sakalar yapar. Söylemesi ayiptir biraz da gevezedir. Bir anda durgunlasmasi süphe çekiciydi.
ÇITIPIT GÜNLER
BETÜL NURATA
Annemle babam yine fisir fisir konusuyor. Kesin bir isler çeviriyorlar. Masayi silerken duydum.
“Tamam, bundan sonra disaridan almak yok.”
Çekyatin bir ucuna annem diger ucuna babam oturmustu. Ikisinin de elleri baslarindaydi. Tipki liseye giden abilere ablalara benzettim onlari. Sonra annem bagdas kurdu ve, “Ciddi misin?” dedi. Ben bu sirada yemek masasini yavaas yavaaas siliyordum. Aksamlari masayi toplama, bulasiklari yikama görevi filan ablamla bende. Bazen de bu isi siraya koyariz, bir gün ablam bir gün ben. Ama büyük tencerelerin isini annem halleder. Onlara kol kuvveti gerekirmis ve simdilik bizde o kol kuvvetinden yokmus.
Her neyse, iste masayi ben toplarken ablam da bulasiklar için kollari siviyordu. Meraktan çatlayacaktim. Ayaklarim mutfaga ilerliyordu ama kulaklarim geri geri gidiyor, annemle babamda kaliyordu.
“Acaba ne konusuyorlar?” diye fisildadim ablama.
“Ögreniriz, merak etme, sen simdi çayi koy.” dedi bana. Is vermekte üstüne yoktur ablamin. Sanki patron! Çaydanligi ocaga koydum. Su kaynasin fokur fokur.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Mart (2016) sayisi GÜLBAHÇE ekinde.)