ZALIMIN ZULMÜ VAR, MAZLUMUN ALLAH’I
PROF. DR. ALI AKPINAR
Hayat düsturumuz Kur’an, geçmis kavimlerin kissalarini anlatirken bizi tüm zorluk ve sikintilariyla yahut bolluk ve güzellikleriyle hayata hazirlar. Geçmiste yasanan zorluk ve sikintilara insanlar nasil katlanmislar, bu sikinti ve zorluklara sebep olanlarin sonu ne olmus, iyilik ve güzelliklere sebep olanlar nasil tarihe geçmisler, bunlari bize hatirlatir. Yine geçmiste yasanmis sikintilar nasil, kimi insanin sizlanmasina ve yoldan çikmasina sebep olmus; bolluk ve variyet nasil kimi insanlarin simarmasina, yoldan sapmasina neden olmus bize anlatir.
Tarihte niceleri zulümde haddi asmis ama imtihanin geregi olarak yüce Allah onlara firsat tanimistir. Yine niceleri, inandigi degerler ugruna akla hayale gelmedik iskence ve eziyetlere maruz kalmis ama inandigi dogrulardan asla taviz vermemistir. Elbette bu sinav dünyasinda her insan yahut toplumun sinav sorulari farkli farkli olmus, bu sinava tâbi olan kimseler de farkli sekillerde imtihanlarini sonuçlandirmislardir.
Iste Kur’an’in anlattigi bu kissalardan biri de Buruç suresinin ilk ayetlerinde anlatilan Ashab-i Uhdut/ Hendek Sahipleri’nin kissasidir. Önce Kur’an’in o veciz anlatimindan kissayi okuyalim:
“Içinde burçlari bulunan göge and olsun! Söz verilen kiyamet gününe and olsun! Sahitlik edene ve edilene and olsun (ki, insanlar öldükten sonra diriltileceklerdir.) Hazirladiklari hendekleri, tutusturulmus atesle doldurarak onun çevresinde oturup inanmis kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptiklari iskenceleri seyredenlerin cani çiksin, kahrolsun onlar! Bu inkarcilarin, inananlara kizmalari, onlarin sadece, göklerin ve yerin hükümranligi kendisinin bulunan ve övülmeye layik ve güçlü olan Allah’a inanmis olmalarindandir. Allah her seye sahittir. Ama inanmis erkek ve kadinlara iskence ederek onlari dinlerinden çevirmeye ugrasanlar, eger tevbe etmezlerse, onlara cehennem azabi vardir. Yakici azap da onlaradir. Süphesiz inanip yararli isler isleyenlere içlerinden irmaklar akan cennetler vardir. Bu, büyük kurtulustur. Dogrusu Rabbinin yakalamasi amansizdir.”
KALPLERIN GIDASI ZIKIRDIR
YRD. DOÇ. DR. FERZENDE IDIZ
Kelime olarak zikir, unutmamak, hatirlamak, zihinde tutmak, yad etmek, anmak manalarina gelir. Dini bir terim olarak ise, Allah’i anmak ve unutmamak suretiyle gafletten ve nisyandan kurtulus anlamina gelir. Buna göre, Allah’in vacip kildigi seyleri yapmak veya Kur’an-i Kerim, hadis-i serif okumak, faydali ilimleri tahsil etmek ve nafile namazlari kilmak gibi, Allah’in kendisine çagirdigi amellere devam etmek zikir demektir. Buna isareten Imam Nevevi, Allah rizasi için herhangi bir taatla mesgul olan herkes zikrediyor demektir, der. Böyle olmakla beraber, Imam Süyuti’ye göre en faziletli zikir, Kur’an okumaktir. Zira Kur’an’in kendisi de zikirdir ve Kur’an kendisini bize böyle ifade eder, “Iste bu Kur’an da bizim indirdigimiz feyiz kaynagi bir zikirdir. Simdi siz mi bunu inkar etmektesiniz?” (Enbiya, 51) “Iste benimle beraber olanlarin zikri, kitabi ve iste benden önce gelenlerin zikri, kitabi.” (Enbiya, 24) “Süphe yok ki o Kur’an senin için de, kavmin için de kesin bir zikirdir. Siz ondan sorumlu tutulacaksiniz.” (Zuhruf, 44) Sufiler, Kur’an’in her salikin haline uyan ruhun gidasi bir zikir oldugunu söylerler.
Zikrin kaynagi Kur’an-i Kerim ve Sünnet’tir. Kur’an’da mutlak ve mukayyed olmak üzere iki tür zikir emri vardir. Kasani’nin belirttigi gibi, kulun kendisiyle Allah’a yaklastigi zikre, mutlak (umum) zikir denir. Bu zikir, kelime-i sehadet olabilecegi gibi baska tesbihler, zikirler ve dualar da olabilir. Yukarida Imam Nevevi ve Imam Süyuti’nin kastettikleri zikir bu kisma girer. Buna göre Allah’i hatirlatan her söylem ve eylem aslinda zikir olmaktadir. Bir de mukayyed zikir (zikr-i husus) vardir. O da herhangi bir kayda baglanmis olan zikirdir ki, mürsidin telkin ettigi zikir ve belirli bir zikri yerine getirmek bu kisma girer. Lailahe illallah veya baska bir zikir olabilir.
TASAVVUF SÖZLÜGÜ
KUTBEDDIN AKYÜZ
Hatme-i hacegan
Her tasavvuf ekolünde gerek ferdi gerekse topluca gerçeklestirilen birtakim zikir çesitleri bulunmaktadir. Hatme-i hacegan da Naksibendi tarikatinda topluca yapilip bu yola has olan bir zikir çesididir. Cemaat halinde toplu olarak icra edilen Hatme-i hacegan ayni zamanda münferit olarak da yapilabilmektedir.
Hatme sözcügü ile Kur’an-i Kerim’in hatmedilisi yani bastan sona okunmus olmasi kastedilmektedir. Tasavvuf ilminde kullanilmakta olup asli Farsça olan hacegan kelimesi ise, hace’nin çoguludur. Hace, hoca, mürsid gibi anlamlara gelmektedir. Hatme-i hacegan hocalarin ve mürsidlerinhatmesi demektir. Bu zikir esnasinda okunan Fatiha ve Ihlas sureleri ile Kur‘an hatmedilmis gibi sevaba erisilecegi mülahazasiyla bu zikre böyle bir ad verilmistir.
Hazneviye tarikatinda Hatme-i hacegan halkasinda bulunanlar arasinda Insirah suresini ezbere bilenlerin sayisi on kisiden fazla ise yapilan hatmeye Hatme-i hacegan-i kebir (Büyük hatme-i hacegan), sayet bunlarin sayisi on kisiden az ise Hatme-i hacegan-i sagir (Küçük hatm-i hacegan) denilmektedir.
Seyh AhmedHaznevi(ks) hatme hakkinda sunlari söyler: Hatme, her mürsid döneminde farkli bir sekilde ve zamanda icra edilmistir. Kimi mürsidler haftanin belli günlerinde kimisi ise sadece bela ve musibet gibi olumsuz hadiselerin gerçeklestigi vakitlerde mensuplarina uygulanmasini tavsiye etmislerdir. Naksibendi tarikatina intisap etmeyen birinin Hatme’ye dahil olmasi sahih degildir.
Halidiye-i Hazneviye kolunda bu adabin her gün yapilmasi ve mümkünse ikindiden sonra degilse yatsi vaktinde icra edilmesi tavsiye edilmistir.
EN BÜYÜK SERMAYE PAYLASMAK
ABDULLAH TAHA ORHAN
Ölüm, biriktirdigimiz seylerin altinda kalmak olmali. Ibrahim Tenekeci
Biriktiriyoruz. O hale geliyoruz ki kendimizi, bizi biz yapan ne ise onu, azaltip biriktirdiklerimizi çogaltiyoruz. Neleri çogaltmiyoruz ki? Daha çok kazanmaya çalisiyor, malimizi çogaltiyoruz. Daha yüksek mevkilere gelerek söhretimizi çogaltiyoruz. Daha uzun süren lezzetler ariyor, konforumuzu çogaltiyoruz. Yetmiyor, çokluklarimizi diger insan kardeslerimizinkilerle yaristiriyor, kazanma hirsimizi çogaltiyoruz. Mal-mülkten sonra çoluk çocugumuzun, neslimizin çokluguyla övünüyoruz. Onlar da bitince bu sefer geriye dogru gidip ceddimizin çokluklariyla, onlarin mal-mülk ve iktidarlariyla, makamlariyla, söhretleriyle övünüyoruz.
Ne yaman bir çeliskidir ki dünyadaki fani seyleri çogaltma yarisini nihayet kabirlere varincaya dek sürdürüyor, çoktan fenaya ugramis ve biriktirdikleri hiçbir seyi yanlarinda götürememis olan mezardaki atalarimizi da yarisimiza alet ediyoruz.
Oysa Cenab-i Hak bizi, kendisiyle övündügümüz bu nimetlerin asil sahibinin kendisi oldugu, eger bundan gaflet edersek bunun hesabini verecegimiz ve bedelini ödeyecegimiz hususunda açikça uyariyor, hem de defaatle: “Çoklukla övünme yarisi sizi kabirlere varincaya kadar oyaladi. Hayir! Yakinda bileceksiniz! Hayir, hayir! Elbette yakinda bileceksiniz. Hayir! Keske kesin bir bilgiyle bilmis olsaydiniz! Yemin olsun, cehennemi mutlaka göreceksiniz! Sonra kuskusuz onu gözünüzle ayan beyan göreceksiniz. Nihayet o gün nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz.” (Tekasür, 1-8)
Resulullah (sas) bu sureyi tefsir ederken, “Mal biriktirip çogaltma isi sizi oyaliyor; Ademoglu malim malim der oysa senin malindan senin olan, sadaka vererek ahirete gönderdigin, yiyip tükettigin ve giyip eskittigindir.” (Tirmizi, Zühd, 3) buyuruyor. Maldan ve bize verilen her türlü riziktan aslinda bizim olan sey, ölmeden önce ahirete gönderebildiklerimiz.
SIRLAR KALIR GERIDE
AHMET EDIP BASARAN
Insanlar vardir, bir Ilahi bagis olarak aramizda dolasirlar. Gönül gözleri açik, sözleriyle ve edalariyla dünyanin çilesinden mütevellit yaralara merhem olurlar. Insan gurbette, insan isyanda, insan nisyanda, insan beyniyle yüregi arasina gerilen o mahut sarkaçta mütemadiyen tereddütler içinde yasar. Bazen hayat, sorusunu arayan cevaplarin, cevaplarini arayan sorularin eslik ettigi devasa bir bulmacaya benzer. Hayatin sonuna geldigimiz zaman elimizdeki bütün cümlelerin yokluga karisacagini bile bile cümlelerin pesinde kosariz. Yaralarimizi iyi edecek, belki de bizi daha bir insan kilacak cümlelerin… Hani denir ya bazi yaralar hekimlere degil ariflere, hal ehli insanlara gösterilmelidir. Iste aramizda Ilahi bir mevhibe olarak dolasan, yasayan Allah’in has kullari, güzel dostlari böylesi essiz insanlardir. Onlar insanin içindeki manevi yaralarin sifacisi gönül hekimleridir. Gösterissiz yasarlar ama içlerindeki yangini sadece Cenab-i Allah bilir. Terk ehli olmak böyle bir inceliktir. Dünyayi terk edip dünyanin terbiyesiyle mesgul olmak. Dünyanin terbiyesiyle, yani insanin terbiyesiyle. Yoksa insan terk edemedigi bir aliskanligi nasil ve neyle terbiye edebilir ki?
KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
HAKKINDA NICE KITAPLAR YAZILAN BÜYÜK BIR KERAMET
Gitmedigi zor bir yol ve hakikatina vakif olmadigi bir meslek kalmadigini söyleyen Seyyid AhmedRifai Hazretleri, himmet ve gayretiyle hepsinin perdelerini kaldirip açtigini da ilave eder. Açilan her kapidan giren büyük veli, gittigi-ulastigi bu yerleri çok kalabalik bulur. Zül (tevazu) ve inkisar (mezellet) kapisina vardiginda ise orayi bombos görür. Bu yüzden, oradan girdim, vasil oldum ve matlubum hasil oldu, der.
“Kulun kerameti kendisine izafe etmesi, dayandir¬masi öldüren bir zehirdir. Allah’in yedirip giydirdikleri hariç hepimiz açiz, açiktayiz.” buyuran SeyyidAhmedRifai Hazretlerinin kerametinin yer aldigi bir menkibesi vardir ki, hakkinda onlarca kitap yazilmistir. Mesela Abdülaziz Dirini’nin Gayetü’t-Tahrir’i, mesela Celaleddin Süyuti’nin Es-Serefü’l-Muhtem isimli eseri asagida yer verecegimiz kerametin gerçekligini ve neredeyse tevatür derecesine ulasmasini konu edinmislerdir.
SeyyidAhmedRifai Hazretlerinin Resulullah Efendimize muhabbeti öyle fazladir ki Hicri 555’te hac farizasini yerine getirip Ravza’ya yaklastiginda binitinden iner ve serefli harime yalinayak yürür. “Dedecigim selam sana!” diye seslenir. Kendisine, “Sana da selam çocugum!” diye karsilik verilir. Sonrasi bu keramete sahit olan büyükler tarafindan söyle anlatilir:
Bu yüce bahsis ve büyük nimet karsisinda vecde geldi. Hüzünlü bir sesle inledi, agladi; titrer bir vaziyette iki dizi üzerine çöktü. Sonra kalkti ve söyle buyurdu, “Uzaktayken benim yerime varip topragini öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum, simdi bu devlet bedenime de nasip oldu, uzat elini de dudaklarimla öpeyim!” Bu içli seslenis üzerine Allah’in Resulü (sas), saygi duyulan aydinlik kabrinden nurlu elini uzatti. Ahmed Rifai (ks) o mübarek eli öptü. Halk da bu hadiseyi temasa ediyordu.
BOZULAN HANGISI: EKMEK MI, INSAN MI?
KEMAL ÖZER
Kainatin en yaygin gidasi olan bugdayin, dolayisiyla ekmegin hayatla birlikte zikredilmesi gerekir. Her sey Allah’in bir nimeti olmasina ragmen insanlar nimet kelimesini münhasiran ekmek içinde kullanirlar.
Anadolu, on binlerce türü olan bugdayin anavatani olarak kabul edilir. Siyez ve kavilca bugdaylari bilinen en eski türlerden kabul ediliyor. Anadolu’nun bir baska özelligi hem tüm dünyadan hem de Akdeniz çevresindeki tüm komsulardan daha iyi bugdaylarin yetistirildigi bir cografya olmasidir.
Ekmek bütün insanlarin ana yiyecegi. Bu yüzden milyonlarca ton bugday yahut un devasa büyüklükte gemilerle araliksiz okyanuslardan geçerek ülkeler arasi seyahat eder. Günümüzde fakirligin ve kötü beslenmenin bir nisanesi olan beyaz ekmek, geçmis asirlarda Bati’da statü nisanesiydi. Fakirlere asla verilmezdi. Daha birkaç asir öncesine kadar beyaz ekmek Bati’da statü sayiladursun, Hazret-i Peygamber (sas) beyaz ekmegi nehyetmistir. Bugün, anlasildi ki, beyaz ekmek yararli degil aksine zararlidir.
Endülüslü alim Ibn-i Rüsd’e göre en sihhi ekmek, bugdaydan, mayali olarak ve tandirda pisirilenidir. Ilik ve nemli olmalidir. En iyi ekmek en iyi sindirilebilen ekmektir. Iyi ekmek, hiçbir insani müdahaleye maruz kalmamasina, geleneksel bugday ununun hamur yapilirken iyice yogrulmasina, mayalanmasina baglidir. Mayasiz ekmek kabadir, kalindir ve hazmi yavastir, balgami mizaca yol açacagi için zararlidir. Hamur iyi mayalandiginda sindirimi harekete geçirirken fazla mayalanmis olani bozulma alametidir, yiyenin mizacina zarar verir. Ibn-i Haldun yogun ve hazmi zor olan mayasiz ekmegi sadece çok yorucu islerde çalisanlarin yemesini öneriyor.
Kepek ve rüseym içeren undan yapilan ekmek daha çabuk bozulur. Bu ekmegin iyi ve besleyici oldugunun bir nisanesi sayilabilir.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Ocak (2016) sayisinda.)
ILIM VE IRFAN DERGISI
GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI
SOFRAMIZDAN EKSIK OLMASIN: BASINDA BESMELE, SONUNDA DUA!
ARIF DEDE
Sevgili yavrularim,
Benim gibi yasli dedelerinizin, ninelerinizin mübarek agizlarina kulaklarinizi yaklastirirsaniz onlardan güzel dualar duyarsiniz. Çok sükür, sükürler olsun, elhamdülillah, Allah bugünümüzü aratmasin derler.
Bir hafta sonu, baktim etraf bembeyaz, kartopu oynamak için topladim torunlarimi. Önce kahvalti sonra, kartopu sözünü duyanlar kosa kosa geldi. Evde, anneler, ablalar mis gibi, genis bir sofra hazirlarken benim küçük torunlarim da onlara yardim etti.
Hep birlikte oturduk. Herkes güzel güzel kahvaltisini ederken, bizim hanim, çocuklarim sofrada bir seyi eksik biraktik demez mi? Hepimiz bir anda sastik kaldik. Büyük torunum Ömer de, hiç eksigimiz yok, burada çok nimet var babaanne dedi. Nineniz de, çok sükür, yiyecek içecek nimetimiz çok ama sofraya oturunca hepimiz de besmele çekmeyi unuttuk, bu nimetlere besmelesiz baslanmaz degil mi yavrularim deyiverdi. Ilahi hanim sen çok yasa, Allah hayirli uzun ömürler versin, ne iyi ettin de hatirladin, bize de hatirlattin diyerek tatli tatli tebessüm ettik ona. Hepimiz, Peygamber Efendimizin buyurdugu gibi, bismillahievvelehü ve ahirehü deyip yemegimize devam ettik.
KARDESLERIMIZLE EL ELE OLALIM!
CESUR KÜÇÜK
Sevgili çocuklar kardes kelimesi akliniza neleri getiriyor? Hadi bunun üzerinde biraz düsünelim.
Ayni evde yasadigimiz agabeyimiz, ablamiz veya bizden küçük olan kardesimiz. Kardes denildigi zaman aklimiza ayni zamanda arkadasimiz olan kendi kardesimiz gelir.
Fakat kardes kelimesinin baska anlamlari da vardir çocuklar. Okulda bazi arkadaslarimizi kardesimiz gibi severiz mesela. Onunla biraz daha iyi anlasiriz. Bazen aramiz bozulsa bile çok uzun süre birbirimizle konusmadan yapamayiz.
Mahallede her zaman oyun oynadigimiz çocuklar vardir. Onlar da oyun kardesimizdir. Mahallemiz büyük bir evdir bizler de o evin çocuklari. Çocukluk ülkesinin küçük sakinleri olarak yepyeni dünyalar kurariz kendimize.
Dünya da büyük bir evdir. Bu evin bazi odalari çok uzaktir ama. Bu odalar baska ülkelerdir. Kocaman yollar, daglar ve denizler vardir aramizda. Yürüyerek gitmeye kalksak yollarda ihtiyarlariz belki de. Masallardaki gibi az gitmek, uz gitmek, dere tepe düz gitmek bile ise yaramaz. Ancak çok hizli giden uçaklarla gidebiliriz oralara. Orada da yasayan çocuklar vardir. Dünyanin her yerinde çocuklar çok sevimli ve çok masumdur.
Bir de kötü insanlar vardir dünyada. Masallardaki cadilar gibi. Kötü kalpli devler gibi. Çocuklarin yüzündeki gülümsemeyi çalmak ve söndürmek için gece gündüz çaba gösterirler. Yüzleri gibi kalpleri de kapkaradir o insanlarin. Küçük çocuklari üzecek savaslar çikarirlar. Oyuncaklarini kirarlar. Evlerini yikarlar.
Hani demistik ya kardes ve kardeslik kelimelerinin anlami çok büyüktür diye. Dünyanin her yerindeki çocuklar da bizim kardesimizdir. Bizi baglayan bazi ipler vardir. Dinimiz Islam bu iplerden biridir. Hepimiz o büyük ipin bir yerinden tutmus kardesler gibiyizdir.
MUHSINE’NIN GÜNLÜGÜ
ESRA KÜÇÜK
2 OCAK CUMARTESI
Mutfaga yeni bir dolap aldik. Kapinin arkasinda bir bosluk vardi, erzaklar için lazim oluyormus. Annem epey zamandir istiyordu. Siparis verdik, geldi ve bugün dolabi hep birlikte kurduk. Babam bu isleri sever ve iyi becerir. Montaj semasini açtik önümüze. Ali de, ben de babama yardim ettik. Bayagi büyük bir dolapti, çok ugrastik ama zevkli bir is. Birlikte bir seyler yapmak çok güzel. Dolabi kurma islemimiz bitince hep beraber annemin özenle hazirladigi yemekleri yedik. Saatlerce ugrasip kurdugumuz yeni dolabimizi seyrederek… Yemekten sonra annemle dolabi temizleyip yerlestirdik. Bu yerlestirme isini de çok severim. Birçok seyi aldi dolap ve mutfaktaki daginiklik sona ermis oldu. Annemin de keyfine diyecek yok tabii. Babam dolabin üstündeki bosluk için iki tane pembe çiçekli kutu hediye almis anneme. Onlari da yerlestirdik ve çok sirin durdular gerçekten. Annem de, ben de çok begendik.
FARE FASOL
MELIH TUGTAG
Gökdelenler kimin gögünü deliyor?
Sevgili arkadaslarim, degerli kemirgenler, kiymetli insanlar!
Nasilsiniz? Iyisiniz insallah? Ben saskinim vallahi.
Neden mi?
Neden olacak? Sene olmus iki bin on bes hala fare kapani kuranlar var. Her seyden önce çok canice degil mi?
Oraya damak tadimiza uygun, mis gibi kokan bir peynir koyuyorsunuz. Hesabiniza göre aç aç dolastigimiz için, ömrümüzde hiç peynir yemedigimiz için,hooop diye üzerine atlayacagiz. Di mi?
Yok yeaaa! O is artik öyle degil.
Birincisi Allah’a sükür artik bolluk var. Allah bu devirde bize bolca yemek vermis. Sizin saga sola bizi kandirmak için biraktiginiz peynirlere muhtaç degiliz. Rizkimiza Allah kefil. Allah bir sekilde o yemegi bize verir zaten. Veriyorsaniz dogru dürüst yemek verin de hayra girmis olun.
Ikincisi ise yüzlerce yildir ayni taktikle bizi avlamaya çalisiyorsunuz. Olmuyor. Çünkü ögrendik, biz de ögrenebiliyoruz. Dahasi ögrendiklerimizi nesilden nesile aktarabiliyoruz.
Yani anlayacaginiz, tuzak olarak koydugunuz o kapanlar artik sizin isinize yaramiyor. Ama bizim isimize yariyor. Büyük büyükbüyükbüyükbüyük dedemden beri bizim aile kapan islerinde usta oldu. Hatta sirketimiz bile var: Kapan Hava Yolari (KHY)
ÇITIPIT GÜNLER
BETÜL NURATA
Bir aydir haril haril çalisiyoruz. O kadar çok çalisiyoruz. Peki neye çalisiyoruz?
Bir gün ögretmenimiz dedi ki: Çocuklar, çocuklar! Sessizlik!
Eyvah dedik, kesin sözlü yapacak. “Hayir, hayir, sakin olun. Sözlü filan yapmiyorum.”
Bir açiklama yapacakmis. Hem siralarin arasinda dolasti, hem de konustu. Bir ara kalemimi eline aldi, acayip mutlu oldum!
Ögretmenin söylediklerini yaziyorum simdi: Bir ay boyunca hep beraber bir sunuma çalisacagiz. (Sunum mu ne sunumu?)
Çevremizdekilerle nasil daha iyi iletisim kurariz, bunu anlatacagiz. Herkes sahneye çikip en az iki dakika konusacak. (Sahnede mi konusacagiz???)
Annelerinizi çagiracaksiniz. Onlar da sizi dinleyecek. (Nasil yani sunucular gibi? Mikrofonumuz da olacak mi?)
Iste böyle. Hepimiz fikrimizi anlatabilmeliymisiz. Sadece dersler yetmezmis. Heyecanlanmadan. Yani belki birazcik heyecanlanabilirmisiz. Normalmis bu.
Bütün sinif simdiden heyecanlandi ama!
-Demek mikrofonla konusacagiz. Hayir, dedim onlara, mikrofona ne gerek var? Az kisi gelirse sesimizi duyabilirler ki zaten.
“Ama ya kocaman bir salonda konusursaaak?” dedi kizlardan biri.
Sanki bizim okulda kocaman salon var daa?
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Ocak (2016) sayisi GÜLBAHÇE ekinde.)