KALP BIZIM NEYIMIZ OLUR?
MONA ISLAM
Gündelik hayatta çok sik atif yaptigimiz bir melekedir kalp. Kalpsiz adam deriz, kalbimi kirdi diye ekleriz. Kalbime dokundu yahut kalbimden vurdu deriz. Kalbe atifla söyledigimiz sözler ister asli anlamiyla ister mecaz anlamiyla olsun sayilamayacak kadar çoktur. Denilir ki hakkinda en çok konusulan seyler aslinda en az bilinen seylerdir. Kalp nedir? Onun hakkinda gerçekten ne biliyoruz? Bize bir seyi kalbimizle yapmamiz, kalbimizle dinlememiz söylendiginde ne anliyoruz? Su kalp denilen sey bizim neremizdedir, neyimiz olur, nasil bulunur? Kur’an-i Hakim kalbe sikça atif yapar. Bu ayetlerden biri de sudur:
“Süphesiz ki bunda kalbi olan ve hazir bulunup kulak veren kimse için elbette bir ögüt vardir.” (Kaf, 37) Ayetten anlariz ki bazi ögütler kalpleri açik olanlar içindir. Bazi mütercimler kalp lafzini akilla tercüme etmislerdir; ancak mübarek Kitap’ta kalp ve akil kelimeleri lafzen ayri ayri zikredilmektedir. Bu da gösterir ki manalari ayridir. Öyleyse bazi ögütler kalp sahipleri içindir. Kalbi olmayanlar o ögütten nasipli olamazlar.
Kalbin anlaminin pesine düstügümüzde Kitabullah’tan sonra çalacagimiz kapi kuskusuz Resulullah’in kapisidir. Numan bin Besir’den rivayet edildigine göre Allah Resulü (sas) söyle buyurmustur: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçasi vardir ki, o iyi, dogru, düzgün olursa bütün vücut iyi, dogru, düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buhari, Iman, 39) Resulullah’in (sas) fem-i saadetlerinde kalp, öncelikle dikkat etmemiz gereken bir organdir, melekedir, hadisin devamindan anlariz ki kalp iyi veya bozuk olarak iki sinifa ayrilmistir. Ehl-i Sünnet terbiyesiyle yukaridaki ayeti Resulullah’in (sas) yardimiyla okursak bazi ögütlerin kalbi bozuk olanlara fayda vermeyecegini anlariz.
YERYÜZÜ HABERLERI
YUSUF GENÇ
1 KASIM 1958, SEYH MASUM HAZNEVI VEFAT ETTI
Seyh Masum Haznevi, 1915 yilinda Hazne’de dogdu. Devrin büyük alimlerinden babasi ve mürsidi Seyh Ahmed Haznevi’den (ks) ve zamanin alimlerinden sarf, nahiv, siyer, belagat gibi çesitli ilimleri tahsil etti ve icazet aldi.
Medresenin, tekkenin çogu isleri ve hizmetlerini diger iki kardesi Seyh Alaeddin (ks) ve Seyh Izzeddin (ks) ile birlikte görüyordu. Seyh Ahmed Haznevi Hazretlerinin vefatindan sonra irsad vazifesini yürütmüstür.
Yasli, fakir, dul ve kimsesizlerin siginagi idi. Hizmet hususuna çok düskün idi, irsad vazifesi döneminde bile medrese hizmetleri ile bizzat ilgilenirdi. Kimseden korkmaz ve çalisip hizmet etmekten asla usanmazdi. O yörede bulunan asiret agalarini toplar ve köylülere zulüm etmemeleri, adaletli ve merhametli olmalari konusunda onlari sert bir dille uyarirdi. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker konusunda çok titizdi.
16 KASIM 1969, SEYH ALAEDDIN HAZNEVI VEFAT ETTI
Seyh Alaeddin Haznevi (ks) ilimde bir derya idi. Seyh Ahmed Haznevi’nin ortanca ogluydu. Agabeyi Seyh Masum’un vefatindan sonra irsad vazifesini yürüttü.
Yumusak tabiatliydi. Arif-i billah bir mürsid-i kâmil idi. Peygamber Efendimize olan asiri muhabbetleri ayirici vasiflariydi. Onun sohbetlerinde bulunanlar Asr-i saadetten esine rastlanmaz esintiler hissederdi.
Dininde tavizsiz, mü’minlere karsi sefkatli, küfür ehline karsi ise izzetli bir tavir içerisindeydi. Seyh Alaeddin Hazretleri on yillik bir irsad hayati boyunca çok köyler ve beldelere irsad seferlerinde bulunmustur. Çok kisilere Islam’in ahlakini esaslarini anlatip tarikatin adablarini uçsuz bucaksiz köylere kadar ulastirmistir. Devlet erkâninin bile çözemedigi birçok husumet ve kan davalarini bile sonlandirmis taraflari baristirmistir. Seyh Alaeddin Haznevi (ks) arkasinda, alimler, talebeler, halifeler ve muhabbetullah ile kalbi dolu salikler birakarak irsad için gittigi Sam’da vefat etti.
HAZRET-I ZEKERIYA KISSASI: DUANIN GÜCÜNE INANMAK
PROF. DR. ALI AKPINAR
Yüce Rabbimiz, kitabinda Imran ailesini anlatir. Seçkinlerden bir ailedir bu aile. Bir Kur’an suresine isim olmus bir aile. Bu ailenin seçkinlerinden olan Imran’in karisi Hamne hamile kalir ve karnindaki çocugu yüce Allah’a adar. Anne çocugunun erkek dogacagi ümidiyle onu mabede adar. Çocuk dogacak ve mabede adanacak, orada ibadet ve taatle büyüyecek ve Allah’in kullarina hizmet edecekti. Böylece dünya ve dünyaliklardan uzak, gerçek anlamda özgür olacakti.
Nihayet çocuk dünyaya gelir. Lakin kiz olarak dogar. Ama yapacak bir sey yoktur, o çocuk adanmistir Allah’a ve O’nun (cc) mabedine. Doguran anne koyar çocugun adini. Adi Meryem’dir onun. Çocugun teyzesinin kocasi-enistesi Hazret-i Zekeriya peygamber çocugun hamiligini, hizmetini üzerine alir. Adanmis çocuga yüce Mevla, Zekeriya gibi bir peygamberi koruyucu kilar. Tipki suya atilan Musa bebege zamanin kral ve kraliçesini hizmetçi kildigi gibi. Tipki kuyuya atilip köle diye satilan Yusuf çocuga Misir Aziz’i ve karisini hami kildigi gibi.
Artik çocuk Zekeriya aleyhisselamin himayesinde bir gül gibi yetisir. Hazret-i Zekeriya bir gün çocugun mabeddeki hücresine girer, bakar ki yaninda birtakim riziklar vardir. Mevsim normallerin üstünde seylerdir bunlar. Kisin ortasinda yaz meyveleri Meryem’in yanindadir. Hayretler içerisinde olan Zekeriya sorar ve hayretini artiran cevaplar alir Meryem kizdan: “Zekeriya, onun yanina, mabede her girisinde orada bir rizik bulur ve, ‘Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?’ der; o da, ‘Bu, Allah tarafindandir. Allah, diledigine sayisiz rizik verir, derdi.” (Al-i Imran, 37)
Hazret-i Zekeriya o siralarda ileri yasta bir ihtiyardir, karisi da ihtiyar ve kisir bir kocakaridir. Zekeriya peygamberin o yasa kadar çocugu olmamistir ve çocuk olmasindan da ümidi kesmislerdir. Ne var ki Hazret-i Zekeriya, Meryem kizda gördügü bu olaganüstülük karsisinda hayretler içerisinde kalir ve olmazlari olduran yüce Allah’in erisilmez kudretini bir kez daha hatirlar ve o an oracikta duaya durur: “Orada Zekeriya, Rabbine dua etti: ‘Rabbim! Bana tarafindan hayirli bir nesil bagisla. Süphesiz sen duayi hakkiyla isitensin!’ dedi.” (Al-i Imran, 38) “Ey Meryem kuluna bütün bu ikramlari yapan Rabbim, sen istersen Zekeriya kuluna da bir çocuk bahsedersin.”
PADISAHLARIN SULTANI: AZIZ MAHMUD HÜDAYI (ks)
SAADETTIN ACAR
Celvetiye tarikatinin kurucusu. Büyük mutasavvif ve sair.
1541 yilinda Sereflikoçhisar’da dogan Aziz Mahmud Hüdayi, küçük yaslarda Istanbul’a gelerek Küçükayasofya medresesine girmis ve burada Nazirzade Efendinin yaninda ilim tahsilini tamamlamistir. Talebelige basladigi ilk yillardan itibaren Halvetiye tarikatina mensup Muslihiddin Efendinin sohbetlerine de devam etmistir.
Bu arada hocasi Nazirzade’nin tayinleri dolayisiyla gittigi Edirne, Misir ve Sam’a, Aziz Mahmud Hüdayi’yi de yaninda götürmüs, bu durum da, buralardaki ilim ve tasavvuf çevreleriyle tanismasina ve gittigi memleketlerin ulemasindan istifade etmesine vesile olmustur.
Aziz Mahmud Hüdayi (ks), Kanuni’nin torunu Ayse Sultan ile evlenmis, onun disinda da yaptigi evliliklerden toplam 11 çocugunun dünyaya geldigi belirtilmistir.
1573 yilinda naiblik ve müderrislik görevleriyle Bursa’ya tayini çikmis, burada, hayatinda derin izler birakacak olan Muhyiddin Üftade Hazretleri ile tanismis ve sohbetlerine devam etmistir.
Aziz Mahmud Hüdayi, Bursa’ya geldikten üç yil sonra, üzerinde çokça emegi bulunan ve tayinle Bursa’ya gelmis olan hocasi Nazirzade’nin vefatiyla büyük bir sarsinti yasamistir. Bu olayin Hüdayi Hazretlerini ne kadar etkiledigi, hocasinin vefati üzerine tüm resmi görevlerini birakarak kendini bütünüyle Üftade Hazretlerine teslim etmesinden de anlasilmaktadir. Hüdayi Hazretleri artik seyr-ü süluk yolunda ilerleyecek, manevi makamlar elde edecektir.
NEFSLERI TEMIZLEYEN KAYNAK: MÜZEKKI’N-NÜFÛS
ZAHIT YAKIN
Anadolu’da Türkçe olarak kaleme alinan dini, tasavvufi ve ahlaki nitelikteki eserlerin ilk örneklerinden olan Müzekki’n-Nüfûs’un mukaddimesinde Esrefoglu Rumi Hazretleri münafiklarin çogaldigini, mesayihe ve mesayih sözüne itibar edilmedigini, beylerin zalim, kadilarin rüsvetçi ve müderrislerin fasik oldugunu, vaizlerin dünya için vaaz edip akçe biriktirdiklerini söyler ve kitabini, halki dogru yola sevketmek amaciyla ve halk tarafindan anlasilmasi için bilhassa Türkçe olarak kaleme aldigini belirtir.
1448 yilinda telif edilen eser iki ana bölümden meydana gelir. Birinci bölümde dünya sevgisiyle bu sevginin fayda ve zararlari, nefs-i emmarenin özellikleri, ölüm, kiyamet, büyük günahlar, tevekkül gibi konular ele alinmakta; ikinci bölümde ise nefs-i emmarenin terbiye edilmesi, tasavvuf adap ve erkani ve iyi bir müslüman olmanin sartlari anlatmaktadir. Eseri, “Bütün hayirlarin basi Allah’tan korkmak ve bütün serlerin basi korkusuz olmaktir.” seklinde özetledigi prensipten hareketle kaleme alan müellif genel anlamda insan meselesi ve esref-i mahlukat olarak yaratilan insanin egitimi üzerinde durur.
Esrefoglu Rumi’nin tasavvuf düsüncesinin yayilmasinda vasita olan ilahi ve gazellerinden sonra ikinci mühim eseridir Müzekki’n-Nüfûs. Bu eser, Anadolu’da 13. yüzyildan beri gelisen tasavvuf cerayaninin önemli eserlerinden biridir. Esrefoglu Hazretleri özellikle bu eseriyle Orta Asya’dan gelip Anadolu topraklarini yurt edinen Türklerin tasavvufi ahlaki benimsemesinde ve yasamasinda asirlar boyu önemli bir rol oynamistir.
Bu eserde genel olarak tasavvuf ahlakiyla ilgili görüs ve yorumlar, sade bir dil ile ve yer yer menkibelerle anlatilir. Çok sade bir Türkçe ile ve zengin halk kelimeleriyle yazilmis olan bu tasavvufi ahlak kitabi, orta derecedeki fikir muhitinde büyük bir rol oynamistir. Tasavvufi ahlakin halk muhitine inmesi hususunda en büyük vazifeyi süphesiz ki Esrefoglu görmüstür. Bu kitabin konusu, genellikle büyük mutasavviflarin menkibelerinden seyr-i sülûke, mürside, nefsle mücadeleye ait temsiller ve tasvirlerdir. Eser, tasavvufi muhitlerin disinda da itibar görmüs, halka mal olmus, toplumun din ve ahlak anlayisina tesir etmistir.
ÜMMET-I MUHAMMED’IN FAZILETLERI
YAZAR: ABDULLAH SIRACÜDDIN EL-HÜSEYNI
TERCÜME: SEDEF KURALKAN
Allah Teala, “Siz, insanlar arasindan çikarilmis en hayirli topluluksunuz. Hak ve hakikatle hükmeder, dine ters düsen seylerden kaçinilmasini tavsiye edersiniz ve dahi hakikatinizin el-esma ile olustugunu idrak ile Allah'a iman edersiniz.” (Al- Imran, 110) buyuruyor.
Bu ayet-i kerimenin içinde her seyi en iyi bilen Melik’in bu ümmetin tüm ümmetlerin en hayirlisi oldugunun ve Peygamberimizin (sas) efdaliyetinin ilani vardir. Bu ayet-i kerimede, ilk olarak Allah Teala, hayirli topluluk siz oldunuz buyuruyor. Allah Teala, basi evveli olmayan ilminde, sizin hayirli ümmet oldugunuzu biliyordu, “Allah, her seyi en iyi bilendir.” (Ahzap, 40) Bu, ümmetin hayirliligina, kati devamina isaret eder, çünkü bu degismez, ilm-i Ilahi’de sabittir. Bu ümmetin hayirliligi, baslangici olmayan kadim Ilahi ilminde sabitti. Yani Allah Teala, siz levh-i mahfuzda hayirli ümmettiniz manasini verir. Yeryüzü ve semayi yaratmadan elli bin sene evvel Allah Teala levh-i mahfuzda bunu yazmisti. Orada kesinlesmisti. Bu da hayirliligin gerçeklesmesinin kaçinilmaz olduguna isaret eder. Ayni zamanda su manayi da verir, sizden önceki peygamberlere indirilen kitaplarda yazilmistiniz. Yani, ümmet-i Muhammed’in hayirli ümmet oldugu o kitaplarda da yaziliydi. Siz, insanlar arasindan çikarilmis en hayirli topluluksunuz yani, Ilahi ilimde belliydi sonra levh-i mahfuzda daha sonra Allah Tealanin peygamberlere ve bizim Peygamberimize (sas) indirdigi kitapta hayirli ümmet oldugunuz yaziliydi. Hayirliliginiz ilm-i Ilahide sabittir, degismeyen levh-i mahfuzda yazilidir ve semavi kitaplarda da belirtilmistir.
ANADOLU’NUN KAPISI: KARS
ADEM DÖNMEZ
Kars, Anadolu kapilarinin açildigi sehir. Anadolu’ya girmek için önce bu kapi açilir sonra bir baskasi gelir ve kapiyi çalar. Açilmazsa kirmaya kalkisir. Kimi kirar kimi kiramaz ama zarar verir. Bu hep böyle olmus. Yillar yili Kars bir yikilmis bir yeniden insa edilmis.
11 ay kis bir ay Ramazan diyorlar Kars için, yilin hangi ayinda giderseniz gidin üzerinizde kalin bir seyler olsun.
Ebü-l Hasan Harakani Hazretleri, dünyanin herhangi bir yerinde tasavvufla ilgilenen bir kisi görürseniz onu tanir. Çünkü o Horasan erenlerinin önderidir. Kars kalesinin eteklerinde Evliya Camii’nin yani basinda bulunan kabri sanki Kars’in kalbi; oradan sehre yayilan hava bedeninizi ve ruhunuzu doyuruyor.
Harakani Hazretleri, “Insani yasatmanin yolu onun kalbine sekineti ve huzuru ulastirmaktir.” buyurmustur. Çünkü huzura ermeyen insanoglu hiçbir zaman rahat edemeyecek ve hem kendisi hem de çevresini rahatsiz edip üzecektir.
Harakani sultan söyle der, “Herkes sabah uyanir, kalkar. Alim ilmini, zahid zühdünü, tacir de ticaretini artirmanin pesine düser. Ebü’l Hasan ise bir kardesinin gönlünü huzura ve rahata kavusturmanin derdindedir.”
MODERN INSANA TASAVVUF ÇAGRISI: DENIZE AÇILAN KAPI
AHMET EDIP BASARAN
Hastalar ve Isiklar ile baslayan Rasim Özdenören hikayesinde Denize Açilan Kapi, içsel bir serüvenin, arayisin menzili olarak çikar karsimiza. Bir kapinin esigine kadar gelinmistir ve en mühimi de o kapinin ardinda bir deniz vardir. Deniz hem kiyidir hem vuslat. Bir arinma ve temizlenme imgesidir ayni zamanda. Bir nefs tezkiyesi ve tövbe imkani olarak bakildiginda deniz, tasavvufu karsilar. Kapi, kapinin esigi, kapinin kendisine açilip açilmayacagina dair süphelerin içini kemirip durdugu insan, kapinin açilisiyla denizle karsilasan -yani hakikatle- insan… Denize Açilan Kapi, tasavvuftaki bekleyislerin, arayislarin, nefsi mücahede ve mücadele yöntemlerinin modern bir hikaye kurgusu içinde simgesel bir dille anlatildigi bir kitap.
Denize Açilan Kapi, Rasim Özdenören’in besinci hikaye kitabi. Bu eseri hakkiyla anlamak ve çözümlemek için üstadin önceki hikaye kitaplarindan kisaca söz etmek gerek. Çünkü, Denize Açilan Kapi, yola çikan (dogan) insanin yol boyunca yasadigi hayat tecrübelerinden sonra vasil oldugu bir durak. O kapiya kolay gelinmemistir. Kahramanlar tekil ya da çogul, kendi benlikleriyle, aileleriyle ve çevreleriyle kiyasiya bir sorgunun, hesaplasmanin içinde yasarlar. Bir yol vardir ama o yolun, kahramanlari nereye sürüklemekte oldugu sorusu, hikayelerin temel meselesidir. Hastalar ve Isiklar insanin kendi varolusuna kendi biricikligine dair içsel sorularin, arayislarin izinde ilerler. Bir anlama ve anlamlandirma sancisi alttan alta hep kendini hissettirir. Çözülme ile Özdenören, bireyin yalnizligindan aile olgusuna geçer. Aile çünkü toplumsal baglamda çözülmenin basladigi yerdir. Toplumu, aileyi ayakta tutan iç dinamikler, dini degerler insani iliskilerden soyutlaninca çözülme kaçinilmazdir.
Aileyi de toplumu da bir arada tutan, sarsilmaz bir kale gibi koruyan yegane kaynak Islam’dan baskasi degildir. Özdenören, Çok Sesli Bir Ölüm’de bu olguyu irdelemeyi sürdürür. Insanin, ailenin ve toplumun korunmasi, hesap günü düsüncesini sürekli hatirda tutmaktan geçer. Fanilik, sadece insan dogmanin degil belki de önemlisi olan insan kalmanin, kalabilmenin tek sartidir. Özdenören, modern çagda sürekli sesi kisilmaya, görmezden gelinmeye çalisilan ölümü olanca hasmeti ve hasyetiyle içimize tasir. Bu ölüm, bütün seslerin hakikatin sesini bastirmaya çalistigi bir hengamede çok sesli bir ölümdür. Ve ölüm konusunca haddinden fazla önemsedigimiz hayat suspus olur. Özdenören, ölümden ve kendi iç sesinden uzaklasan, giderek kimliksizlesen insanlarin hikayesini ise Çarpilmislar’da anlatir. Yanlisa yönlendirilmis insanlar, Islam’dan uzaklastikça herkese ve her seye yabancilasir. Hakikati yitirmis insanlarin yasadigi trajedi onlari çarpilmis, kisiliksizlesmis bireylere dönüstürür.
KAFIRLERIN AKLI NE KADARDIR?
M. NEZIHI PESEN
Cemil Meriç, Isik Dogudan Yükselir kitabinda Bati'da ve Dogu'da akil için yapilan tariflere ve degerlendirmelere yer verip finali sufilerle yapar. Akl-i maas, akl-i maad ve akl-i küll üçlü ayrimina dikkat çekerek son cümleleri Elhac Muzaffer Ozak Efendi Hazretlerinin Envarü'l-Kulub'undan söylecene aktarir:
Bana diyebilirsin ki, iyi ama canim, bunca akilli kafirler var, iman ve haya onlarda neden cem olmuyor? Ben de derim ki, onlarinki tevfiksiz akildir, bu bakimdan ona akil dahi denemez; faniligini düsünmeden bakiye asi olan insana akilli denebilir mi; tevfikten mahrum kalan akil, akil degildir, daha dogrusu sadece akl-i maastir yani yalniz dünya dirlik ve düzenligini düsünür; öteki akil ise akl-i mead denilen gerçek akildir.
TAVUKLARIN DA FITRATINI BOZDULAR
KEMAL ÖZER
Tavuk, Allah’in (cc) kullarina sayisiz ikramlarindan biri. O üremesi, büyüme ve beslemesi kolay bir canli. Et ve yumurtasiyla da bir besin ve sifa kaynagi. Gelen rivayetlerden, Hazret-i Peygamberin de (sas) tavuk ve yumurta yedigini anliyoruz.
Bazi yerlerde yarim, bazi yörelerde ise yaklasik çeyrek asir öncesine dek tavuk, endüstriyel üretimi yapilan bir hayvan degildi. Genellikle baglar ve bahçelerde büyütülürdü. Köylülerin hemen hepsinin evinin önünde kendi halinde dolasarak yetisirdi.
Bir canlinin olusmasi için gerekli her türlü besini içeren yumurta, hem pratik bir yemek hem besleyiciligi yüksek bir gida, hem de gelir getiren bir kazanç kapisi idi. Elektrik ve buzdolabinin olmadigi zamanlarda insanlarin taze et ihtiyacini karsilayan, ayni zamanda beklenmedik bir misafir geldiginde sunulabilecek en pratik ve nitelikli ikramdi.
Ibn Mace’nin masiye yani koyun, keçi, sigir ve deve edinme bölümünde, son derece ilginç bir nakil yer aliyor. Nakil diyorum, çünkü hadis mevzu olarak zikredilmekte. Buna ragmen, hem konunun önemi hem de manasinin bugün tezahür etmis olmasi, rivayeti bir baska boyuta tasiyor.
O nakile göre: Ebu Hureyre (ra) anlatiyor: Resulullah (sas), zenginlere koyun-keçi edinmelerini emretti ve buyurdu ki, “Zenginlerin tavuk edinmeleri halinde Allah, köylerin helak olmasina izin verir.” (Sünen-i Ibn Mace Tercemesi ve Serhi, c.6 s. 356-358)
Ibn Mace’de bu rivayetle ilgili su nota yer veriliyor: “Bu hadisin açiklamasiyla ilgili olarak: Fakirler tavukçulukla geçi¬nebilir, besledikleri tavuklari ve mahsullerini satmakla kazanç saglarlar. Zenginler tavuk edindikleri takdirde, kendi tavuk ihtiyaç¬larini kendileri gidermis olur ve haliyle fakirlerden satin almalarina ihtiyaç kalmaz. Bu hal ise fakirlerin geçim yolunu daraltmis olur. Fakirlerin geçim yolunu tikamak ise toplumun helakine sebe¬biyet verebilir. Allah (cc) böyle bir toplumun helakini diler, demistir.” Hadisin sahihligi konusu bizim meselemiz degil. Ancak bu rivayet, hadis-i serif olmasa bile, mana olarak günümüzde tecelli etmistir.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Kasim (2015) sayisinda.)
ILIM VE IRFAN DERGISI
GÜLBAHÇE ÇOCUK EKI
EMEK VERIYORUZ, HAYATI SEVIYORUZ
ARIF DEDE
Sevgili yavrularim,
Emek kelimesini duydunuz degil mi? Babaniz, anneniz sik sik söyler bunu. Benim rahmetli ninem de söylerdi, Arif torunum, annen baban sana ne emekler verdi, derdi hep.
Ben de, benim için çok zahmetlere katlandiklarini anlar, onlara her gün daha büyük saygi duyardim.
Emeksiz yemek olmaz, demis atalarimiz da. Sizler bakin, ne emekler veriyorsunuz büyükmek için. Çalismadan, yorulmadan, terlemeden yani emek vermeden güzel seyler olmuyor degil mi? Hayatimiza, isimize gücümüze ne kadar emek veriyorsak, diger insanlarin da ayni sekilde emek verdigini bilmemiz gerekir.
Bununla ilgili ilginç bir olay anlatilir: Renklerin ustasi olarak anilan büyük bir ressamin ögrencisi hocasinin yaninda egitimini tamamlamis. Büyük usta, ögrencisini ugurlarken, son resmini sehrin en kalabalik meydanina koymasini ve yanina da bir kirmizi kalem birakmasini söylemis. Bir de not yazmasini istemis halk için: Begenmediginiz yere çarpi koyunuz.
SORUMLULUKLARIMIZ DA VAR, UNUTMAYALIM!
CESUR KÜÇÜK
Bir sair abiniz, “Bildigim her seyden sorumlu olmazsam, nasil hak edebilirim yasamayi?” demis bir yazisinda. Size, sair burada ne demek istemis diye sormayacagim. Zaten sairin burada ne demek istedigini anlayacak yasta da degilsiniz. Biraz daha büyümeniz lazim. Lisede veya üniversitede olmaniz lazim.
Bir de Küçük Prens var. Küçük Prens’i tanimayanlar var mi aranizda? Varsa bir sorumluluk yükleyelim onlara. Gelecek aya kadar ögrenmis ve okumus olsunlar diyelim. Sorumluluk demek bir çesit ödev demek öyleyse.
Küçük Prens bir masal kahramani. Onun bir gülü var. Bu gül biraz nazli bir çiçek. Küçük Prens ile de ara sira kavga ediyor. Sonra Küçük Prens gezegeninde gülünü birakarak yolculuga çikiyor. Dünyaya geldigi zaman bir tilki ile arkadas oluyor. Tilki Küçük Prens’e gülü için harcadigi zamanlari hatirlatiyor ve gülünden sorumlu oldugunu söylüyor. Kitabin hepsini zaten anlattim diye düsünmüyorsunuz degil mi? Küçücük bir kismini bile anlatmadim. Merak etmeyin.
MUHSINE’NIN GÜNLÜGÜ
ESRA KÜÇÜK
7 KASIM CUMARTESI
Bugün annemle evimizdeki tüm giysi dolaplarini düzenledik. Önce dolaplarin içindekileri sirayla bosalttik. Içini silip temizledik. Yazlik kiyafetlerden küçülenleri ayirdik. Kisliklari çikardik. Hepsini çok güzel yerlestirdik. Tablo gibi oldu dolaplarimizin içi. Kardesim Ali de bize yardim etti. Bu sirada da annemle sohbet ettik. Bize küçükken nasil kiyafetlerden hoslandigini, hangi renkleri daha çok sevdigini anlatti. Ananem kiyafet alis-verisine her zaman annemi de götürürmüs ve ona hangisini istedigini sorarmis. Annem de bize sorar mutlaka. Fikir verir ama sonunda bizim istedigimizi alir. Birkaç kiyafet gösterir mesela ve bunlardan hangisini istersin diye sorar. Ben en çok moru severim. Hep mor renkli seyleri seçerim. Annem de küçükken en çok kirmiziyi severmis. Kirmizi bir ayakkabisi varmis, ilk aldiklarinda gece onunla uyumus. Ali de en çok yesili seviyor. Babama bir sorayim bakalim o hangi rengi seviyormus? Bu arada küçülen giysilerimizin hepsini paketleyip muhtarliga teslim ettik. Mahallede, küçük çocugu olanlar, ihtiyaci olanlar gelip oradan aliyormus.
FARE FASOL
MELIH TUGTAG
Kemirme Bilgisi ögretmeni, Azi Bey derse geç kalinca çok kizar. Sürekli, “Bir farenin birinci vazifesi kemirmektir çocuklar! Kemirmek disiplinli bir istir! Biraz ciddiyet lütfen! Derse kimse geç kalmayacak! Derse geç kalani, sinifa almam!” der. Gerçekten de almam dediginde, almaz. Çok kararli bir ögretmendir. Sözünün eridir.
O sabah Azi Bey’i kizdirmamak için erkenden kalktim. Yataktan en az dört alarm ertelemesinde kalkmayan ben, o sabah ilk alarmda ziiIINnNKkk diye ayaga kalkmistim. Annem bu duruma çok sasirip hasta falan oldugumu zannetti. Isin esasi, hasta degil, temkinliydim.
Hizlica kahvalti edip evden erkenden çiktim. Niyetim her zaman kullandigim yolu kullanmakti. Hatta bizim serseri fareler orada degilse, kestirme yolu kullanip isi garantiye alacaktim.
Anlatis seklimden siz de sezmissinizdir ki, olaylar düsündügüm gibi ilerlemedi. O, uyuz kedi yine çikti karsima. Bu sefer beni tek yakalamisti. Beni mideye indirmekte kararliydi anlasilan. Çilginlar gibi kosmaya basladim.
Fare olmanin en büyük avantaji, ufacik yerlerden geçip çok hizli kosabilmek. Daha kosmaya basladigim ilk saniyelerde kediye fark atmistim. Fakat bilmedigim bir tarafa dogru kosuyordum.
Biz farelerin hizli kosma özelligi iyi gelismis olmasina ragmen, durma özelliklerimiz o kadar geliskin degildir. Frenlerimiz geç tutar. Kediyi atlattigima inandigim an durmaya çalistim ama olmuyordu. Duramiyordum. Derse de gecikecektim. Her sey o gün ters gidiyordu.
Tam durabildim diye sevinirken gözümü bir açtim ki, ne göreyim? Cehennemdeyim!
ÇITIPIT GÜNLER
BETÜL NURATA
Arkadasimin çantasi çok acayip. Çiçekli boncuklu, tarz bir sey. Yepyeni. Bizim evde ise yeni bir çanta almak konusunun kiyisinda bile geçmedik. Klasik hazirliklar yapildi, önlükler çikartildi saatler kuruldu.
Baska? Saçlar tarandi, beyaz çoraplar giyildi. Gelelim okula. Sinifa girer girmez basimdaki kurdeleyi çantama tiktim. Suratimi sisirip oturdum masama. Herkes bir mutlu bir mutlu. Ne çabuk isindilar sinifa? Amma da özlemisler. Bir bir bir, cir cir cir. Oglanlar futbol topunu rüyalarinda görmüsler. Hemen ilk teneffüs bahçeye firladilar.
Kizlar. Suraya gittik, buraya gittik diye anlatmaya basladilar. Sanki soran oldu da! Ya ben ne yaptim? Basimi siraya dayayip düsündüm. Güzel seyler düsündüm. Keske evde uyusaydim diye düsündüm. Sonra bütün bir yaz gözlerimin önünden kayiiip gitti. Aslinda çok uzun bir tatildi. Ama yine de yetmedi. Neden? Insan doyumsuzmus. Bunu duydum bir yerden. Ama yeni anliyorum galiba. Nasil dondurmaya, çikolataya doymuyorsak o gibi bir sey.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Kasim (2015) sayisi GÜLBAHÇE ekinde.)