ZIKIR, FIKIR VE MUHABBET YOLU: RIFAIYE
PROF. DR. KADIR ÖZKÖSE
Rifaiye, XII. asirda Ahmed er-Rifai (ö. 1182) tarafindan Irak’in güneyinde kurulmus bir tarikattir. Islam dünyasinda kurulan ilk tarikatlardan biri olarak Rifaiye’nin piri Ahmed er-Rifai, köklü bir mutasavvif aileye mensuptur. Aile büyüklerinden Rifa el-Hasan el-Mekki’den (ö. 943) aldigi Rifai lakabi kurdugu tarikatin Rifailik olarak taninmasina yol açmistir. Diger yandan bu tarikata, kurucusundan dolayi Ahmedilik de denilmistir. Ali Ebü’l-Fazl el-Vasiti’den Islami ilimleri ögrenen Ahmed er-Rafi, daha sonra dayisi Mansur el-Bataihi’den icazet alarak dogdugu köy olan Umm Ubeyde’deki tekkenin mesihatini üstlenmis ve burasini Rifailigin merkezi yapmistir. Seyyid Ahmed er-Rifai, tasavvuf çevrelerince dört büyük kutuptan biri kabul edilmistir. 22 Eylül 1182’de vefat etmistir. Türbesi Bagdat’in güneyinde Vasit yakinlarindadir. Tarikat pirinin vefat yeri olan Vasit kenti, Iran’in Betaih bölgesine dahil oldugu için Betaihiye diye de anilmaktadir. Sonraki yillarda Bataihiye adinin fazla kullanilmamasi ve XIII. yüzyilda Ahmediye adiyla ortaya çikan Bedeviye ile karistirilmamasi için tarikat daha çok Rifaiye adi ile taninir olmustur.
Ahmed er-Rifai’den sonra Ümmüabide’deki rivakta irsad postuna aileden sirasiyla Ali bin Osman (ö. 1188), Abdürrahim bin Osman (ö. 1207), Ibrahim el-Azeb (ö. 1212) oturmus, böylece seyhlik Rifai ailesi içinde devam etmistir. Ibrahim el-Azeb ile kardesi Ahmed el-Ahdar’dan Rifaiye kaynaklarinda kutup olarak söz edilmektedir. Rifaiye, Ahmed er-Rifai’nin Iskenderiye’ye gönderdigi Ebü’l-Feth el-Vasiti (ö. 1234-35) araciligiyla Misir’da teskilatlanan ilk tarikat olmustur. Rifai’nin torunlarindan Izzeddin Ahmed es-Sayyad (ö. 1271) zamaninda tarikat Irak, Suriye, Hicaz, Yemen ve Misir’da yayginlik kazanmistir. Ayrica Tunus’ta XV. yüzyilda bir Rifai seyhinin bulundugu bilinmektedir.
ISLAM’DAN NASIPSIZ BIR MÜSLÜMANLIK
DOÇ. DR. MAHMUT ÇINAR
Islam dini, yüce Allah tarafindan Hazret-i Âdem’le baslayan, Hazret-i Nuh, Hazret-i Ibrahim, Hazret-i Musa ve Hazret-i Isa gibi peygamberlerle devam eden, Hazret-i Muhammed’le (sas) vahiy boyutu son bulan, süreç içerisinde insanlara gönderilen dinin ortak adidir. Bu din, insanlarin dünya ve ahiret mutlulugunu saglamak üzere gönderilmistir. Ancak bu dinin, insanlari mutlu edebilmesi için, insanlarin bunu kabullenmesi, iman, amel ve ahlak düzeyinde benimseyerek yasamasi gerekmektedir. Gerçekten de tarihe baktigimiz zaman, bunu yapanlar mutlu olmus, geregince yasamayanlar ise iman ettiklerini iddia etseler bile mutlu olamamislardir. Yüce Allah’in, “Hep birlikte Allah'in ipine -Kur'an'a, Islam’a- simsiki sarilin. Parçalanip bölünmeyin. Allah'in size olan nimetini hatirlayin. Hani sizler birbirinize düsmanlar idiniz de O, kalplerinizi birlestirmisti. Iste O’nun bu nimeti sayesinde kardesler olmustunuz. Yine siz, bir ates çukurunun tam kenarinda idiniz de O sizi oradan kurtarmisti. Iste Allah size ayetlerini böyle apaçik bildiriyor ki dogru yola eresiniz.” (Al-i Imran, 103) mealindeki ayeti bu hakikate isaret etmektedir.
Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in (sas) gönderildigi toplumun içerisinde bulundugu sosyal ortama bakildiginda, insanlik disi olarak nitelenebilecek her türlü kötülügün yasandigini görmek mümkündür. O devirde kendi elleriyle yaptiklari putlara tapmalar, yüz yillar süren kan davalari, hayatin her tarafina yayilmis olan tefecilik, insanlari kölelestirme ve alabildigine yaygin olan fuhus gibi akla gelen her türlü çirkinlik vardi. Merhum Mehmed Akif’in deyimiyle, dissiz mi bir insan, onu kardesleri yerdi. Iste Hazret-i Peygamber böylesi bir toplulugu islah etmek üzere gönderilmistir. O’nun peygamberlik süresi yirmi üç yil gibi çok da uzun sayilmayan bir süre devam etti. Yirmi üç yil sonra bu dünyadan göç ettigi zaman arkasinda Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebuzer ve Hazret-i Selman gibi nice erler birakmisti. Bu durum Islam’in insanlari nereden nereye tasidigi konusunda açik bir sekilde fikir vermektedir.
MODERN BIR ARAYIS HIKAYESI: SU ÜSTÜNE YAZI YAZMAK
AHMET EDIP BASARAN
Muhyiddin Sekûr’un seyhinin ezeli ve ebedi bir hakikati dile getiren o essiz güzellikteki cümlesiyle baslayalim:“Insanlarin tas üzerine kazidiklari yüzyillik yazilar, Allah için su üstüne yazilmis yazi gibidir.” Baki olan sadece O’dur (cc). Mezarlik kitabelerini süsleyen o hattin anlamini idrak eden bir nefs, Allah’tan baska her seyin fani oldugu gerçegiyle de yüzlesir. Her nefs ölümü tadacaktir, buyuruyor ayet. Kupkuru bir ölmek degil hayir, ölümün de tadini alarak göçecegiz bu âlemden. Ayette ölüm ve tatmak kelimelerinin bir arada kullanilmasi ne essiz bir anlatim inceligi. Fanilik duygusunu yitiren insan ölümü ve elbette kendi ölümünü de yitirir. Daha yasarken ölümünü yitiren insan henüz dogamamis insandir, desek yeridir.
Muhyiddin Sekûr bir yol hikayesi anlatiyor. Bir garibin dünyayi arkasina alip aska ve Allah’a olan sonsuz güzel yürüyüsünü bitmek bilmeyen arayislarla taçlandiran bir gönül dervisini görüyoruz kitapta. Kanli canli, hayatin içinde ve hayata rikkat ve dikkat dolu bir nazarla bakan bir dervis. Seyhine olan baglanisi ve adanisi, onun arayislarinda bir mihenk noktasi. Hazret-i Yunus’un Taptuk’un dergahinda gönlünü çekip çeviren mazhariyetlerin, mahviyetlerin modern bir karsiligi olarak da görülebilir Sekûr’un yasadiklari. Ebediyete, aska ve faniligin içinde deveran eden susuzluga dogru yalin ayak yola çikanlarin hikayesi, aslinda ne çok benzer birbirine.
KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
MESCIDI AYDINLATAN KANDILLER
Peygamberimizin mescidi, önceleri yatsi ve sabah namazi vakitlerinde, kuru hurma dallarinin yapraklari yakilarak aydinlatilirdi.
Temimü’d-Dari, Sam’dan Medine’ye gelirken, yaninda birkaç altin kandil ile kandil baglari getirmisti.
Cuma gecesi usaklarindan birine emretti, kandil baglarini serdirdi.
Kandilleri astirdi. Kandillerin içine, fitil ve zeytinyagi koydurdu. Günes batip karanlik basinca kandilleri yaktirdi. Peygamberimiz mescide gelip de mescidin kandillerle aydinlandigini, parladigini görünce, “Kim yapti bunu?” diye sordu.
“Temimü’d-Dari yapti ya Resulallah!” dediler. Peygamberimiz, ona, “Sen Islamiyeti nurlandirdin ve onun mescidini süsledin. Allah da seni dünyada ve ahirette nurlandirsin!” buyurup “Mescidimizin kandilini kim yakacak?” diye sordu. Temimü’d-Dari, “Su usagim!” dedi. Peygamberimiz, “Onun adi nedir?” diye sordu.
Temimü’d-Dari, “Fetih” dedi. Peygamberimiz, “Hayir! Onun adi Sirac!” buyurdu, adi Sirac oldu.
TOHUMLARIN FITRATINA MÜDAHALE BÜYÜK BIR CINAYETTIR
KEMAL ÖZER
Tohum, bitkilerden döllenme sonucunda çiçekten sonra, çiçek veya meyve içerisinde olusan ve yeniden topraga gömülünce kendisinden yeni bir bitki üreyen dane yahut canliya verilen addir. Erkegin menisindeki sperm hücrelerinin her biri de hayatiyet açisindan birer tohumdur.
Geçmiste insanlar kendi cografya ve iklimlerinde yetisen bitkileri, sürekli ve düzenli olarak ekerek hayatlarini idame ettiregelmislerdir. Kimi çevreler, tohumun kökenleri hakkinda asli astari olmayan mitolojik bilgiler yayarlar. Kur’an-i Kerim’e göre, Hazret-i Adem dünyada hayatini idame ettirmek için gerekli tüm bilgilerle teçhiz kilinmisti. Bu nedenle o ekmeyi, harman yapmayi ve tohum ayirmayi da bilmekte idi. Dolayisiyla ziraatla ilk ugrasan, ilk hasat yapan ve ilk tohumluk ayiran da Hazret-i Adem ve onun ilk çocuklaridir.
Kesin olmayan bir bilgiye göre, Allah (cc) bir milyondan fazla bitki yaratmis. Bu rakamlara her bir çesidin alt türlerini de ekledigimizde akillara durgunluk verecek çesitlilige ulasiriz. Bitkilerin en az 50 bin kadari dünyanin çesitli yerlerinde insanlar tarafindan yeniliyor. 7 binden fazla tür ise insanlarca ekiliyor, yeniliyor ve ticareti yapiliyor. Mesela Papua Yeni Gine’de ekilen patates türü 5 binden fazla. Papatyanin binlerce alt türü var. Bir zamanlar sadece Amerika kitasinda 8 bin dolayinda elma çesidi üretilirdi. Çin’de ise 10 binden fazla bugday türü tespit edilir. Dünyadaki pirinç ve üzüm türleri ise on binlerle ifade ediliyor.
Sahih, geleneksel yani insanlarin çesitli araçlar kullanarak yaratilislarina müdahale etmedigi tayyib tohumlar bizim en degerli hazinemizdir. Tohumlar bize ebeveynimizce faydalanip, bir sonraki nesle sapasaglam teslim etmemiz sartiyla verilmis emanetler. Sadece ebeveyn mi? Ayni zamanda Allah’in da! Bu bilinçle hareket edip tohumlari korumak, hem bizim ve diger canlilarin, hem de gelecek nesillerin sihhat ve hürriyetinin teminatidir.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Agustos (2015) sayisinda.)
ILIM VE IRFAN AILEMIZ EKI
IBADETLER GÜZEL BIR ÜSLUPLA ÖGRETILMELIDIR
ARIF DEDE DIYOR KI
Insana bu dünyada sinirli bir hayat verilmistir. Aslinda sinirlarin içinde yer almasi istenilen insan daima bu sinirlari zorlayarak baska bir dünya kurmak ister.
Biz sinirlari olumlu anlamda zorlamanin, salih amelde ve hayirda yarismanin derdinde ve niyetinde olmaliyiz. Hayatin en önemli özelligi diger insanlarla müsterek bir hayati devam ettirmemizdir.
Insan önce güzel üslup sahibi olursa, insanlarin kalbine gidecek yolu bulursa hayat ve imtihan daha güzel bir hal alir. Kaba, kirici, üzücü, yaralayici ve yikici sözlerle insanlari kazanmamiz, gönüllerine girmemiz onlari bir hayra yönlendirmemiz mümkün müdür? Elbette degildir.
Bu sebeple hayata yeni adim atan yavrularimizin üzerine titrerken onlara ibadetleri sevdirici yollar, yöntemler bulmaliyiz.
Maalesef insan belirli yaslara kadar ibadetler ve hayat konusunda güzellikler içinde bulunabiliyor ancak bir zaman sonra da bu güzellikler kaybolabiliyor. Bu sebeple daha bastan, baslangiç asamasinda orta yolun bütün incelikleriyle kendimizi ve çocuklarimizi kusatabilmeliyiz.
Güzel üslubu, sözü, davranisi günlük hayatimizda ne kadar etkili bir konuma getirirsek bunun neticesi, semeresi o derece tatli olur.
ÇOCUKLAR NAMAZI NASIL SEVECEK?
CESUR KÜÇÜK
Dinin diregi namazi, gözümüzün nuru çocuklarimiza asilayabilmek için ne kadar çabalasak az. Bebeklikten itibaren bizi namaz kilarken seyredip sevimli taklitleriyle baslayacak olan asilanmanin üzerine neler koyabiliriz; bunun için her daim kafa yoruyor olmaliyiz. Çocugumuz için edecegimiz tüm dualarin baskösesinde bulunmali namaz ehli olmalari.
Çocuklarimizi namaza alistirmaktan ziyade, namazi sevdirmek ve namaz ehli olmalarini saglamak için olmali tüm çabamiz. Namaz kilmanin baska, namaz ehli olmanin çok baska oldugunu anlatmaliyiz onlara. Aslinda tüm meselenin namaza ihtiyaç duymakta oldugundan bahsetmeliyiz.
Çocuklarimiz için namaz, anne babalarinin yapmalarini istedigi basit bir hareketler bütünü olarak degil, anlami ve sirlari olan, kildikça kendini açan, eda ettikçe yeni anlamlar katan bir hazine olarak görülmelidir.
Bu güzel duygularin temini için namaz ile ilgili hikmetli kissalar bolca anlatilmali, her firsatta namazin hissettirdikleri üzerine sohbetler açmali ve namaz ehli insanlarla tanistirilip bir de onlarin agzindan namaz dinlettirilmelidir. Yine cemaat namazlarina çocuklarimizla birlikte katilarak namazin ruhaniyetini tatmalarina firsat tanimaliyiz.
ALLAH TABIATI DA ÇOK ZENGIN YARATTI
ESRA KÜÇÜK
Yasam alani sadece belirli bir bölgeyle sinirli olan, özellikleri açisindan yalnizca belirli bölgelerde yayilis gösteren canli tür ya da cinslerine endemik denir. Endemik kelimesi Yunancaya dayanir. Endemik bitki veya hayvanlar bir ülke, bir dag, bir ada ya da yarimada hatta birkaç metrekarelik alanlarda bulunabilir. Genellikle ender rastlanirlar.
Türkiye endemik bitki açisindan dünyanin önemli ülkelerinden birisidir. Yaklasik 10.000 bitki türü yetisen ülkemizde bunun 3.000’i Türkiye’ye endemiktir. Türkiye’de bulunan endemik bitkilerin baslicalari Kazdagi göknari, Datça hurmasi, kasnak mesesi, Anadolu sigla agaci ve sevgi çiçegidir.
Türkiye’de yetisen yemeklik endemik bitkiler ise; kiraz, badem, kayisi, bugday, nohut, mercimek, incir, lale, kardelen, çigdem gibi türlerdir. Yine orkide, tere, kuskonmaz, pancar, keten, kekik, madimak, armut, çavdar, çemen, üvez, sari meyan, adaçayi, safran ve turp da ülkemizde bulunan endemik bitkiler arasinda sayilabilir.
FARE FASOLILE BASKA ÂLEMLER
MELIH TUGTAG
–Düstümse eger sekerlige bakarken düstüm-
Merhaba. Ben Fare Fasol. Siz de biliyorsunuz ki…
Bak, bak, bak… Laflara bak. Köse yazari olunca böyle havalara girdim galiba. Alti üstü dünyadaki milyonlarca fare gibi bir fareyim ya hu. Bu ne hava? Hatta adim bile Fare. Digerlerinden tek farkim, köse yazari olan ilk fare benim. Neyse. Devam edeyim…
Siz de biliyorsunuz ki, geçtigimiz günlerde önce Ramazan ayi geçti, sonra da bayram. Siz de bayramda gündüz yemek yerken suçluluk hissediyor musunuz?
Bütün bir Ramazan ayi boyunca gündüzleri hiç yemek yemedik ya, bayramda yiyince insan yanlis bir sey yaptigini düsünüyor. Insan dedimse lafin gelisi, deyim oldugu için dedim. Ne yapayim, farelerin hiç deyimleri yok ki. Bütün deyimleri insanlar kendilerine göre söylemis.
Ramazan’in son günü oruçluyuz, gündüz hiçbir sey yemiyoruz. Bir gün sonra bayram geliyor, hapur hupur yeme hakkimiz var ama yine yiyemiyoruz. En azindan ben böyleyim. Sizi bilmem. Bir sey yerken sanki suç isliyorum da herkes bana bakiyor gibi hissediyorum. Hele bayram namazindan sonra gelip kahvaltiya oturmak en enteresani. Koskoca bir ay boyunca kahvalti etmeyince sanki sabah kahvalti etmeyi unutmus gibi oluyorum.
Buna alismam genelde neredeyse ögleni buluyor. Iste bayramin en güzel tarafi o andan sonra basliyor.
ÇITIPIT GÜNLER
BETÜL NURATA
Babamdan güzel bir sürpriz
Babam hasirt husurt sesler çikararak eve geldi. Elindekilere baktik, market poseti degil. Ne öyleyse? Kizlar, geçin söyle karsima, dedi. Geçtik. Ablamla ben baygin fakat merakli gözlerle baktik babama. Posetler ellerimize uzandi sonra. Içlerinde güzel paketler oldugunu gördük: Bunlar ne baba? Ooo, dedi babam, siz gerçekten oruç tutuyorsunuz anladim, hadi açin açin. Babam bizim için hediyeler almis meger. Ama ne gerek vardi, baabaaaa… Biz iftara öyle odaklanmisiz ki gözümüz hediye görmez tabii. Çok mutlu olduk ama, olmaz miyiz? Haniim, dedi babam, sen de geç söyle. Annem çektigi tesbihi yarida birakip, aa, bana da mi, dedi biraz saskin biraz simarik. Çam sakizi çoban armagani iste dedi babam biraz mahcup. Düsünmesi yeterdi gerçekten. Bir oruçtan kalan hatiralara eklendi hediyeler. Iftar sevincimizi çogaltan hediyeler. Ezan okundu sonra, minareler isildadi. Biz iftar sofrasina bu duygularla geçtik…
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi (Agustos, 2015) Ailemiz ekinde.)