FIL KISSASI: O DILERSE KUSLAR FILLERI YENER
PROF. DR. ALI AKPINAR
Sene Hazret-i Muhammed’in (sas) dünyayi tesrif ettigi sene. Henüz kutlu dogum olmamisti. Allah Teala O'nun gelisine önceden birtakim haberciler, müjdeciler göndermeyi dilemisti. Iste bu surede anlatilan olay da bu habercilerden, müjdecilerden biri. O günün insani tarafindan ayrintilari ile bilinen olay söyle olmustu:
O dönemin Yemen krali olan Ebrehe, hem tahtini saglamlastirmak, hem dini olan Hristiyanligi yaymak ve hem de memleketine turist çekerek ekonomisini güçlendirmek için, Sana kentinde büyük satafatli bir kilise yaptirmisti. Kuleys isimli dillere destan bu kilise için hiçbir masraftan kaçinmamisti. Fakat bunca çalisma ve propagandaya ragmen Ebrehe'nin plani tutmamisti. Çünkü insanlar Ebrehe'nin yeni kilisesine pek itibar etmiyorlardi. Halbuki yerkürenin merkezi Mekke’deki Kabe, akin akin insanlarla dolup tasiyordu.
Hazret-i Adem’den beri çesitli nedenlerle yikilip yeniden yapilan Kabe, dört duvardan olusan son derece mütevazi bir evdi. Onun tantana ve satafati yoktu. Çünkü bir seyi degerli kilan dis görünüs, geçici süs ve debdebesi degildi. Önemli olan tasidigi mana ve ruhu idi. Ama her seyi maddeyle ölçen maddeci Ebrehe'nin bunu anlamasina imkan yoktu. Çünkü o, her seyi süs ve debdebede görüyordu. Ona göre degerli ve itibarli olabilmek için, satafat ve tantanali olmak sartti. Oysa yüce Allah, böbürlenip büyüklük taslayanlari alçaltir, mütevazi olanlari ise yüceltirdi.
Iste Kabe'nin bu itibar ve ihtisami her mütekebbir gibi Ebrehe'nin de isine gelmedi. Bir despot olarak meseleyi kökünden halletmeyi düsündü ve Kabe'yi yikmaya karar verdi. Bunun için de o zamanin sartlarina göre fillerle donatilmis, altmis bin kisilik süper (!) bir ordu hazirlayarak yollara düstü Ebrehe.
MADDI VE MANEVI ILHAMLAR: FÜTUHATÜ’L-MEKKIYYE
ZAHIT YAKIN
Fütuhatü’l-Mekkiyye, Muhyiddin bin Arabi Hazretlerinin tasavvufi görüslerini en genis boyutlariyla açikladigi eseridir.
Kisaca el-Fütuhat olarak da anilan eserin tam adi el-Fütuhatü’l-Mekkiyye fi Marifeti’l-Esrari’l-Malikiyye ve’l-Mülkiyye’dir. Sözlükte açmak, yardim etmek; zafer gibi manalara gelen fetih kelimesi (çogulu fütuh, bunun da çogulu fütuhat) tasavvufta, Allah’in rizik gibi maddi, ilim ve marifet gibi manevi lütuflarini kuluna açmasi anlamina gelir.
Ibn Arabi fetih ve fütuhat kelimeleriyle, kesif kabiliyeti açilan kalbin Ilahi feyze nail olmasi ve ilham almasini kastederek peygamberlerin ve velilerin Allah hakkinda akil ve fikir yoluyla olusturulan bir bilgiye sahip bulunmadiklarini, Allah’in onlari bundan uzak tuttugunu ve kesiflerinin açilmasiyla Hakk’in bilgisini elde ettiklerini söyler. Ilham ürünü olan bilgiler kendisine Mekke’de geldigi ve eseri burada yazmaya basladigi için bu kitaba el-Fütuhatü’l-Mekkiyye adini verir. Kitabin bu özelligini çesitli vesilelerle vurgulayan Ibn Arabi Hazretleri, noktasina varincaya kadar eserdeki bütün bilgilerin Ilahi ilham, ilka-i Rabbani ve imla-i Ilahi mahsulü oldugunu ileri sürer.
Fütuhatü’l-Mekkiyye, müellifin sifr adini verdigi otuz yedi kitaptan meydana gelir. Bunlar cüzlere, fasillara, bablara ve meselelere bölünmüstür. Ancak eser ana sema olarak alti fasla, fasillar da bes yüz altmis baba ayrilmistir. Müellifin dogum tarihiyle, Hicri 560, Feth suresinin kelimelerinin toplaminin da 560 olmasi dikkat çekicidir.
Sufilerin varlik ve bilgi nazariyesi, kozmolojisi ve metafizik anlayislarinin yani sira nübüvvet, risalet, velayet, melekiyyat, mebde ve mead, tefsir ve te’vil gibi hem zahiri hem de batini yönleri olan birçok konu hakkinda özgün bilgiler ihtiva eden Fütuhatü’l-Mekkiyye müellifinin diger önemli eserinin Fususü’l-Hikem oldugu söylenebilir. Nitekim Naksibendi seyhlerinden Hace Muhammed Parsa, “Fusus can, Fütuhat gönüldür.” sözüyle eserin bu niteligini vurgulamak istemistir.
El-Fütuhat esas itibariyle mensur bir eser olmakla birlikte içerisinde bir hayli siir bulunur. Bu siirlerin sayisi Ibn Arabi’nin divaninda yer alan siirlerin yaklasik bes katina ulasir.
IMAM-I RABBANI'NIN BÜYÜK ESERI: MUHAMMED MA'SUM MÜCEDDIDI HAZRETLERI
YRD. DOÇ. DR. MUSTAFA DEMIRCI
Muhammed Ma’sûm Hazretleri, Melik Haydar köyünde (Sirhind’den yaklasik iki mil uzaklikta) 11 Sevval 1007/Mayis 1599 yilinda dünyaya geldi. Kendisinden hiçbir büyük günahin sadir olmadigina inanildigi için Ma’sûm seklinde adlandirilmistir. Künyesi Ebu’l-Hayrat, lakabi, Mecdüddin (dinin yüceligi), hitabi Urvetü’l-vüska’dir. Imam-i Rabbani’nin üçüncü ogludur. Çocukluk çaglarindan itibaren akranlarindan farkli tavir ve hallere sahipti. Babasi Imam-i Rabbani’nin Ma’sûm hakkinda söyledigi sözler onun dogustan gelen manevi istidadinin delili niteligindedir: “Üç yasindayken, zat tecellisinin hakikatinden ve tevhidden söz etmesi ve, ‘Ben gökyüzüyüm, ben yeryüzüyüm, ben filanim, falanim.’ demesi, yani yere, göge, tavana, duvara, vahsi hayvanlara, kuslara, tas, toprak ve bitkilere dair neyi görse, ‘Ben oyum.’ demesi onun üstün istidadinin geregi idi.” Yedi yasinda Kur’an-i Kerim’i hifz eden Ma’sûm’un küçük yastan itibaren gösterdigi bu istidad, Imam-i Rabbani’nin teveccüh ve dikkatinin Ma’sûm’a yönelmesine sebep olmustu. Sahip oldugu ilmin çogunu babasinin huzurunda elde etmistir. Henüz on bir yasindayken zahiri ilimlerde kemal derecesinde ulasan Ma’sûm, on alti yasinda egitimini tamamladi. Imam-i Rabbani’nin halifeleri Seyh Muhammed Tahir Lahori (v. 1630), Ahund Sacaval Serhindi (Serh-i Vikaye’nin müellifi) ve Molla Bedreddin Sultanpuri’den dersler aldi. Ilminin bir kismini da büyük agabeyi Seyh Muhammed Sadik’tan elde etmistir.
Haremeyn-i Serifeyn (Mekke ve Medine)’de kaldigi süre zarfinda kendi halifesi Mevlana Seyyid Zeyne’l-Abidin Muhaddis-i Medeni’den hadis icazeti de almistir.
BIR KALBINIZ VAR, ONU HATIRLAYINIZ
SAID YAVUZ
Necip Fazil Kisakürek, O ve Ben adli eserinde Seyh Abdülhakim Arvasi’ye baglandigi günlerde kalbinde ciddi bir yanma hissinden bahseder. Firin gibi yanan bir kalp. O güzel ifadesiyle kalbi yaniyor, yaniyor ve sonra derinlere gömülerek bir merhem hokkasina batirilmisçasina uyusuyor. Kalp hastasi olmaktan korkan üstad, doktorlara müracaat eder. Ama hiçbir sikintisi yoktur kalbine dair. Sonra efendim, dedigi Arvasi’ye durumu açar. Sualini bekliyor gibi duran Abdülhakim Arvasi bu halin yola girmenin baslarina ait oldugunu söyleyecektir. Ileride ayni yanikligi daha arkada kalbinin mukabil tarafinda hissedeceksin, der. Günlügünden bir bölüm paylasan Necip Fazil bu yanikliga dair bize su itirafi yapar: “Elhamdülillah her iki taraftan kalbim cayir cayir yaniyor. Ya Rabbi bana bu atesi kaybettirme.” Üstad, bu yanisi bir armagan olarak görür. Deftere kaydedildigine bir delil sayar. Bu güzel hatirayi ve üstadin belirlemelerini okuyunca Cahit Zarifoglu’un o çagrisi geldi aklima: Bir kalbiniz vardir, onu hatirlayiniz.
Demek onu hatirlamak böyle bir sey. Onu asil sahibine, orada gizli bir çaglayan halinde duran Allah askina çagirmak, mecraini oraya dogru açmak icap ediyor. Bir baska sairi daha hatirladim Necip Fazil’in duasini isitince, Fuzuli. O da sanki içinde bulundugu atesin hiç sönmesini istemiyor gibidir: Ya Rab bela-yi ask ile kil asina beni / Bir dem bela-yi asktan etme cüda beni.
HINT KITASINI AYDINLATAN GÜNES: MUINÜDDIN ÇISTI HAZRETLERI
SAMI BAYRAKÇI
Ismi, Hasan bin Giyasüddin, lakabi Muinüddin’dir. 1142 yilinda Sicistan’da dogdu. Erken yasta babasini kaybeden ve Sicistan’in, Guz Türkleri tarafindan yagmalanmasi olayiyla büyük bir sok yasayan Hasan bin Giyaseddin, kardesleri ve akrabalarini geride birakip babasindan kalan mirasi elden çikararak ilim yolculuguna çikti. Buhara ve Semerkant’ta devrin önde gelen alimlerinden ilim tahsil eden Hasan bin Giyaseddin, Bagdat, Nisabur, Tebriz, Evs, Isfahan, Sebzevar, Mihne, Hirkan, Esterabad, Belh ve Gaznin gibi dönemin birçok önemli merkezini ziyaret etti.
Bu ziyaretleri esnasinda Nisabur bölgesindeki Harun kasabasinda Hace Osman el-Haruni ile tanisarak müritleri arasina katildi. Yine seyahatleri esnasinda Abdülkadir Geylani, Necmeddin Kübra, Sühreverdi, Ebu Said Tebrizi, Abdülvahid Gaznevi gibi dönemin önde gelen sufileri ile tanisti. Sohbet halkalarina dahil olup feyzlerinden istifade etti. Seyahatleri ve görüsmeleri neticesinde elde ettigi ilim ve irfani yaymak için Hindistan’a dönerek, Lahor’da Kesfü’l-Mahcub müellifi Hucviri’nin türbesinde inzivaya çekildi. Silsilesinde yer alan Hace Ebu Ishak es-Sami’nin yerlestigi Herat’taki Çist köyüne nispetle, seyhin diger müritleri gibi o da Çisti nisbesini kullandi.
BIR SEHIRDEN FAZLASI: ISFAHAN’A DOKUNMAK
ZEKI BULDUK
Dünya en acimasiz hamlelerini yapiyor. Insan, modern dünya karsisinda ya siginak ariyor ya direniyor ya da bu dünyanin sunduklarina kayitsiz kalmayarak devrana uymayi tercih ediyor. Belki de teslim oluyor dememiz daha dogru olur.
Seyahatte sihhat vardir. Hele ki seyahati modern dünyanin saldirilarina karsi bir savunma olarak görüyorsaniz. Geçmise, kadim olana, dingin çinar altlarina yapilan yolculuklar insani fitratina daha bir yaklastirir. Hac yolculuklari, mübarek yerleri ziyaret etmek bir dagi ya da denizi izlemek... Insanin sadrinda bir genisleme, bir insirah tohumu peydah eder.
Iran’da Türkoloji görevlisi olarak bulundugum zaman içerisinde farkli sehirleri görmek nasip oldu. Kum, Tebriz, Siraz, Tahran, Kazvin ve en önemlisi Isfahan ziyaretleri. Her sehrin bir kokusu bir de insana benzeyen dokusu vardir. Tebriz Türk’tür. Kazvin, siginak. Sah Ismail'in büyük savastan sonra çekildigi kalesi. Kum, çöl ortasinda duaya durmus issiz bir kasaba gibi. Siraz, her ne kadar ünlü ve sasali olsa da bagrinda gül bahçeleri ve üzüm baglari saklayan Iran'in çoklu yüzü: Hem Islam, hem Persian hem de Zerdüstlük kase baslarindan ve yasli evlerin pencerelerinden size selam verir.
Tahran. Eski ile yeni, düzen ile absürt iç içedir Tahran’da. Dagin eteklerinde, caddelerinde sularin aktigina, yasli agaçlarin o sulardan kana kana içtiklerine hayranlikla sahit olursunuz. Kitabin her yerde oldugu bir sehirdir Tahran. Farsçanin ve Azericenin en tatli üslûpla kullanildigi çarsilarda yabancilara simsicak gülümseyen insanlar görürsünüz...
KIRKMABAR
M. NEZIHI PESEN
IMANIN DA KÜFRÜN DE DERECESI RESULULLAH ILE ÖLÇÜLÜR
Bir defasinda Resulullah Efendimize (sas), “Ne zaman kâmil bir mü’min veya sadik bir mü’min olurum?” diye soruldu. Resul-i Ekrem (sas), “Allah'i sevdigin zaman!” buyurdu. “Peki, Allah Tealayi nasil sevebilirim?” dendiginde de su cevabi verdi, “Allah Resulü'nü sevdigin zaman!” “Allah Resulü'nü ne yaptigim zaman daha çok sevmis olurum?” sorusuna ise söyle cevap verdi, “O’nun Resulü'nün yoluna tâbi olur, sünnetini isler, O'nun sevdigini sever, bugzettigine bugzeder, dostluk kurdugu kimseyle dost olur, düsmanlik yaptigina da düsmanlik edersen O’nu sevmis olursun. Zira insanlar iman konusunda farkli farklidir. Insanlarin imanlarindaki olgunluk, bana olan sevgileriyle ölçülür. Ayni sekilde insanlar küfür konusunda da farklidirlar. Insanlarin küfürlerinin derecesi de bana olan düsmanliklari ile ölçülür.
Dikkat edin! O Peygambere muhabbeti olmayanin imani yoktur. Dikkat edin! O Peygambere muhabbeti olmayanin imani yoktur. Dikkat edin! O Peygambere muhabbeti olmayanin imani yoktur.” (Imam Süleyman el-Cezuli, Delailü'l-Hayrat'in mukaddimesinde Kesfü'l-Ilahi'den ve Mevsuatü'l-Ehadis'den nakleder. )
YEME VE IÇMEDE ISLAMI ÖLÇÜ
KEMAL ÖZER
Islam, insan hayatinin her alanini kusatan bir din, Hazret-i Peygamber ise o dinin yasayan yegane örnegi. Bir Müslüman, Resulullah’tan nasil inanmasi, nasil ibadet etmesi gerektigini ögrendigi gibi, nasil beslenmesi ve sihhatini nasil korumasi gerektigini de en iyi sekliyle ögrenebilir.
Yine Islam, müslümanlarin her konuda batila karsi mesafeli olmasini, etkisi altina girmemesini ilkesel bir ölçü olarak koyar. Bir mü’min beslenme hususunda da hem içerik, hem de sekilsel açidan, Resulullah gibi benzersiz bir örnek varken, Islam disi örnekleri tercih edemez.
Batil(i) düsünce, insana özellikle de çocuklara ölçüsüzce yemeyi telkin ediyor. Bu sayede hem inancindan uzaklastiriyor, hem de sihhatinden ediyor. Müteakiben de bozulan metabolizmayi tedavi için sayisiz araç ve ilaç. Canlilarin ölçülü ve saglikli beslenmesi, endüstrinin amaçlariyla uyusmuyor. Varligi ifsat için önce ürünlerdeki lezzeti ve hazzi artiriyor, sonra da farkli araçlarla bilincimize saldiriyor.
Mutfagin inançla kopmaz bir iliskisi varsa (ki var), o inancin mensuplari kendi mutfagindan ya da dininin sinirlarini çizdigi mutfaktan, ortaya koydugu sekil, sart ve ölçülerde yararlanabilir.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Subat ( 2015) sayisinda.)
ILIM VE IRFAN AILEMIZ EKI
MUTLU OLMAK HERKESIN HAKKI
ARIF DEDE
Mutluluk, bu kelimeyi söyler söylemez yüzümüzü bir gülümseme aliyor. Gecemiz, gündüzümüz hep onun pesinde geçiyor. Çalisirken, konusurken, otururken, dinlenirken ondan iz, eser ariyoruz; yüzümüzde, en çok da kalbimizde.
Dünyada mutlu muyuz? En çok mutlu oldugumuz anlar, hangi zamanlar? Mutlu oldugumuzu, saadete ulastigimizi nasil belli ederiz?
Kalbimiz ne zaman güler? Ruhumuz ne zaman büyük bir saadete kavusur? Bizim de hakkimiz degil mi, mutlu olmak?
Mutlu olmak herkesin hakki. Saadete erismek kimseye çok görülmez. Kalbimizden yansiyarak yüzümüz, gözümüz, sözlerimiz hep onun huzur tablosunda var olsun.
Saadeti bir de devamli hale getirebilir miyiz? Bir zincir etkisiyle hep mutlu olmak, saadetin zincirini olusturmak mümkün müdür? Bir sifresi var midir, saadetin? Bunu kim elde etmistir? Uzun yasamis, çok güngörmüs ihtiyarlar mi yoksa daha genç bir fidan olarak gelecege kipir kipir gözleriyle bakanlar mi?
Saadet insanlarin yüzlerinden okunur mu? Evde, ailede bulunur mu? Dünya hep karamsar, kötümser bir yer mi? Üzerimize kötülükler mi konar hep? Mutlulugun kuslari acaba hangi ülkede, hangi sehirdedir?
Soru çok, soru çoksa cevap da çoktur. Çok duydugumuz bir söz vardir: Mutluluk elimizde. Mutlulugu nasil olur da, önce elde eder sonra da zincir halinde devamli hale getirebiliriz?
ÇOCUGUNUZA BIR DAVRANIS PROGRAMI KURUN
CESUR KÜÇÜK
Çocuklar yetisme çaglarinda farkli huylar edinebilirler. Asla yalan söylemeyen çocugunuz ergenlik döneminde yalan söyleyebilir ya da hiç küfür etmeden büyümüs çocugunuz küfürlü kelimeleri sik kullanir hale gelmis olabilir. Bu durumun birçok psikolojik karsiligi vardir. Üzerinde fazla durmamak, farkinda degilmis gibi davranarak son bulacagi zamani beklemek en dogrusudur. Çünkü evet; siz saglikli bir ebeveyn oldu iseniz, bu gibi sorunlar bir gün son bulacaktir.
Agaç yasken egilir atasözünden hareketle, bu egitimin çocuga küçük yaslarda verilebilecegini unutmamak gerekir. Özellikle 4-7 yas arasi çocugun toplumsal kurallarla tanisma yasidir. Bu yaslara kadar etrafinda olup bitenleri gözlemleyerek bir bilinç ve bakis açisi kazanmis çocuk için artik sahaya çikma vakti gelmistir. Bilincine yerlesmis ne var ne yoksa ortaya dökecektir.
BALIK SOFRASINDA HELVA DA YENIR
ESRA KÜÇÜK
Balik fosfor, iyot, demir, kalsiyum gibi çok degerli madensel tuzlar ve birçok vitaminler içerir. Bu sebeple bedene güç verir, zihin yorgunlugunu giderir, kan yapar, kemikleri güçlendirir ve göze kuvvet verir.
Üç tarafi sularla çevrili olan ülkemizde balik bolca bulunabilecek bir besindir. Özellikle kis aylarinda denizden gelen bu sifa ve lezzet kaynagini sofralarimiza siklikla konuk etmeliyiz. Uzmanlar haftada en az iki kez balik tüketilmesini tavsiye ederler. Gelisim çagindaki çocuklarin, hamile ve emziren bayanlarin mutlaka beslenmelerinde bulunmalidir.
Baligin içerigindeki vitamin ve yaglarin kaybolmadan vücudumuza girebilmesi için pisirilme sekli çok önemlidir. Yüksek isi yerine, düsük isida uzun süre pisirmeli ve yagda kizartarak degil, firinda kizartma ya da bugulama yaparak tüketmeliyiz.
Bilindigi üzere yemekten sonra tatli yemek tavsiye edilmez. Balik bu durumun tek istisnasidir. Çünkü balikta bulunan yogun fosfor miktari midedeki asitlerin dengesini bozar, sekeri düsürür ve mide bulantisi meydana gelir. Iste tatli bu durumu dengeler. Yani balik sonrasi tatli yeme istegi bosuna degildir. Eski bir adet üzere balik sonrasinda helva yemek ise geleneksellesmistir.
ÇOCUGUMDAKI ÇOCUKLUGUM, ÇOCUGUMUZ KENDIMIZDIR
ZEYNEP TEMIZER ATALAR
Anne-baba olarak çocuklarimizla ilgili, onlar daha dünyaya gelmemis bile olsalar, kafamizda birer taslak vardir aslinda. Kime benzeyecegi, kasinin, gözünün nasil olacagi, sakin mi yoksa hareketli mi olacagi ile ilgili hep bir beklentimiz vardir. Çocuklarimiz bu beklentimizi ne kadar karsilarlarsa o kadar iyi, ne kadar disinda olurlarsa da o kadar farkli, öngörülemez, anlasilamaz olurlar. Kötü demek kimsenin diline varmaz belki ama çogu zaman ben ne yapacagim bu çocukla ya da kime çektiyse artik, der dururuz.
Beklentilerimiz çocuklarimiz büyüdükçe de devam eder. Akilli olmasini, basarili olmasini, sosyal ve girisken olmasini, canli ve hareketli olmasini ama dur dedigimizde de durmasini isteriz. Etraftan görenlerin, ne kadar harika bir çocuk masallah, demesini beklemek aslinda, ne kadar harika bir çocuk yetistirmis bu kadin ya da adam, sözünü de duymak için olur. Sanki çocugumuz ne kadar harika olursa biz de o kadar harika oluruz! Ama isler çogu zaman böyle gitmez.
ÇITIPIT GÜNLER
BETÜL NURATA
Sene geçen sene
Geçen sene bu zamanlar belki biraz daha önce kar resmi yapmistim hatta ressam olmaya karar vermistim, bilenler bilir. Her seyin en güzelini almistim, boyalarin, resim defterinin filan. Bir yandan pencereye bakiyordum, bir yandan önümde duran kagida. Bunu çok net hatirliyorum. Harika bir resim yapacaktim. Galiba bütün hafta sonu çabaladim. Ögretmene gösterdigimde -bunu hesaplamamistim, yeminle - iyi bir sözlü notu almistim galiba. Hatta sinifin bir kösesine asilmisti. Açikçasi bu duruma hiç sevinmedim. Hatta çok utanmistim. Çünkü bana göre o resim gerçekten de kötüydü.
Bir disaridaki kara bakmistim, agaçlarin üzerine serpilen, çatilara yerlesen, ellerime yagan kara, bir de yaptigim resme. Durum vahimdi. Gerçekten kötüydü resim. Ne kadar ugrasirsam ugrasayim o kadar güzel olmayacakti yaptigim resim. Bütün o harika renklere boyalara ragmen hem de. Maharet olmadiktan sonra, demek istedigim gerçekten iyi bir maharet. Ressam olmaktan vazgeçtim o gün. Iyi ki de vazgeçtim. Allah her seyi güzel yapiyor. Ellerine saglik.
MÜSLÜMAN GÜZEL AHLAKLIDIR
AHMET ALTAY
Canim torunlarim, Müslüman her tavri ve hareketiyle örnek insan demektir. Müslüman, dogru sözlü, tatli dilli, güleryüzlü olmali, verdigi sözü tutmali ve kendisine bir sey emanet edildiginde güven duyulmalidir. Kisacaasiii Müüslümaaan "güzel ahlakli" olmalidir. Bunu nereden biliyor ve ögreniyoruuz peekii? Tabi kii yüce kitabimiz Kur'an-i Kerim'den ve Peygamber Efendimizin (sas) sünnetlerinden, yani hayatindan degil mi canim kuzucuklariim?
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi (Subat, 2015) Ailemiz ekinde.)