TASAVVUF NEDIR, SUFI KIMDIR?
PROF. DR. KADIR ÖZKÖSE
Cüneyd Bagdadi (ks) söyle buyuruyor: “Sufi, toprak gibi olup iyi ve kötü insanlarin hepsinin üzerine basmasina tahammül etmedikçe, bulut gibi olup her seye gölge yapmadikça ve yagmur gibi olup sevdigini ve sevmedigini sulamadikça arif olamaz.” (Kuseyri, Risale, 315)
Bu anlamda tasavvuf, ehlini salaha erdirmekte, sahil-i selamete çikarmakta ve birlikte yasama tecrübesini asilamaktadir. Çünkü tasavvuf erdirici, oldurucu ve Hak’la diriltici bir mustudur. Ibn Abidin meramimiza söyle tercüman olmaktadir: “Tasavvuf ehlinin semalari maarif-i Ilahiye ve hakaik-i ruhaniyeyi isticlab eder. O da ancak tevhid ve tavsif-i Hak'la, hikmetli mevizalarla ve zat-i nevevi ile olur. Keza onlara uyanlara ve onlarin mesrebini tadanlara ve içinden ask u sevk duyanlara diyecek sözümüz yoktur.” (Islam Mecmuasi, sayi 31, sayfa 58)
Dervislik, Müslüman olmayi içerdigi gibi onun daha özel, daha rafine bir halidir. Tasavvuf sütün içine yagilmis yag gibidir. Nasil süt olmadan yag elde edilmezse, Islam'in ölçü ve kurallarina uymadan, tasavvufun önerdigi yasama biçimine ulasmak mümkün degildir. Inanan insan sahip oldugunun her yil kirkta birini vermek zorundayken, dervisler gerektiginde elinde olanin tamamini vermekle yükümlüdürler. Aksi halde belirli bir iç zenginlige ulasamazlar. Dervislik denilince, bizde gösteristen uzak, basit ama kisilikli Müslümanlar ve onlarin yasama biçimleri akla gelmektedir. (Ilim ve Sanat Dergisi, sayi 27, sayfa 41)
Abdullah bin Said bin Külab’a, sen herkesin konusmasini elestirip itiraz etmektesin, burada Cüneyd Bagdadi bulunmaktadir; acaba ona da itiraz edecek misin, denilince, kalkip Cüneyd’in yanina gitti. Cüneyd’den tevhid konusunda degerlendirmede bulunmasini istedi. Verilen cevaba hayran kalip, bir daha söyler misin, buyurdu. Farkli bir ibare ile tekrarlaninca, bu da baska bir sey, bana üçüncü bir defa daha tekrarlar misin, dedi. Cüneyd Bagdadi baska bir ibare ile tekrarladi. Abdullah, söylediklerini ezberleyemeyecegini, kendisine yazdirmasini rica etti. Cüneyd Bagdadi ise, eger bu sözün geregini yerine getirirsen yazdirabiliriz, dedi. Bu söz üzerine Cüneyd Bagdadi’nin yanindan ayrilan Abdullah, onun büyüklügünü anlatmaya koyuldu. (Kuseyri, Risale, 379)
SEKILDEN MANAYA GITMEK
RABIA BRODBECK
Hacc-i serif, Ramazan-i serif, zekat ve namaz vazifesi bize canlilik katan, insani iliskilerimizi yeniden yapilandiran, güzel davranislarimizi, ahlakimizi, amellerimizi ve niyetlerimizi güçlendiren, iman zevkini yeniden kesfettiren, Ilahi suurumuzu yeniden kuvvetlendiren, fakirlere, açlara ve kimsesizlere karsi sefkat, cömertlik, tevazu ve muhabbet duygularimizi yeniden canlandiran ömürlük, senelik ve günlük terbiyedir. Ibadet, ruhumuzu, kalbimizi, nefsimizi, aklimizi, duygularimizi canlandirir, insanlar arasinda yeniden adalet, huzur, ahenk tesis eder. Ibadet vazifesi, ahlak, iman ve irfan açisindan bir zenginlik kaynagidir.
Allah bizi her zaman Hak yolunda mücadele etmeye davet ediyor. En büyük cahilliklerimizden birisi, hacci hac mevsimine hapsetmektir. Namazi seccadeye hapsetmektir. Zekati senede bir kere malin kirkta biri olarak vermektir. Orucu Ramazan ayina hapsetmektir. Su hakikati de hayatimiza dahil etmeliyiz, ibadetin ötesinde bir ibadet aramaliyiz. Orucun ruhuna, haccin ruhuna, zekatin ruhuna erismeliyiz ki bes sartin biri olduklarinin, amaç degil araç olduklarinin farkina varabilelim. Mabud ile abid arasindaki Ilahi sohbet namazin en özünü olusturur. Ölmeden önce ölmek, bedenden ve ruhtan fedakarlik etmek, hacilarin hayatini degistirecek sekilde tasarlanmasi haccin ruhunu teskil etmektedir. Fedakarlik, baskalari için yasama sanati, verme sanati zekatin özünü olusturur. Nefsini dünyevi her seyden siyirip Allah’a yönelmek, Halik’imizin sonsuz lütuf ve nimetlerinin farkinda olmak orucun ruhudur. Baska deyisle, hac disinda da hacca gitmeliyiz. Ramazan ayi disinda da sik sik duyularimiza, gözlerimize, düsüncelerimize, duygularimiza, kalbimize oruç tutturmaliyiz. Bes vakit farz namaz disinda da her zaman ve her yerde Cenab-i Allah’i zikretmeli, O’na dua etmeli ve O’nu tesbih etmeliyiz. Yilda bir kez malimizin kirkta biri olarak vermek zorunda oldugumuz zekat disinda da ihtiyaci olan kardeslerimize her zaman yardim etmeli ve bu amaçla sadaka vermeliyiz. Niyetlerimizi, imanimizi, düsüncemizi, zikrimizi her gün, her saat, her an tazelemeli, yeniden doldurmali, yeniden canlandirmaliyiz. Bu, dinamik Sünnet-i Muhammediyedir. Islam dini, Resulullah Efendimizin Sünnet’ine dayandigi için akiskan, kesintisiz, devamli, dinamik, her daim canli, en üst seviyede bir egitimdir. Bu bilince varabilirsek ve bu hikmeti hayata geçirebilirsek insan mevcudiyetinin zirvesine ulasmis oluruz. Bu, Islam dininin, hac ibadetinin hazinesidir; Resulullahin Sünnet’ini yani yasamin en yüksek dinamigini hayata geçirmektir. Resulullah’in Sünnet’ini yasamak, O’na olan sevgiyi hayata geçirmekten baska bir sey degildir. Bu sevgi, bizzat Allah’tan gelir. Bu, Allah’in nebisine sevgisidir. Öyleyse Allah’in sevdigini sevdiginiz müddetçe nasil kendi hedeflerimiz, kendi düsüncülerimiz olur?
DOST INSANIN DOSTA ÇAGRISI: IBRAHIMI DAVET
PROF. DR. ALI AKPINAR
Hayat düsturumuz Kur’an, Hazret-i Ibrahim üzerinden bizleri egitmeye devam ediyor: “And olsun ki, daha önce Ibrahim'e de akla uygun olani göstermistik. Biz onu biliyorduk. Ibrahim, babasina ve kavmine, ‘Bu tapinip durdugunuz heykeller nedir?’ demisti. Babalarimizi onlara tapar bulduk demislerdi. Ibrahim, ‘And olsun ki sizler de babalariniz da apaçik bir sapiklik içindesiniz.’ deyince, ‘Sen bize gerçegi mi getirdin yoksa saka mi ediyorsun?’ dediler. O söyle dedi, ‘Hayir, Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki onlari O yaratmistir. Ben de buna sahitlik edenlerdenim. Allah'a yemin ederim ki, siz ayrildiktan sonra, putlariniza bir tuzak kuracagim!’ Hepsini paramparça edip içlerinden büyügünü ona basvursunlar diye saglam birakti. Milleti, ‘Tanrilarimiza bunu kim yapti? Dogrusu o zalimlerden biridir.’ dediler. Bazilari, ‘Ibrahim denen bir gencin onlari diline doladigini duymustuk.’ deyince, ‘O halde bunlarin sahitlik edebilmeleri için onu halkin gözü önüne getirin.’ dediler. Ibrahim gelince, ona, ‘Ey Ibrahim! Bunu tanrilarimiza sen mi yaptin?’ dediler. Ibrahim, ‘Belki onu su büyükleri yapmistir, konusabiliyorlarsa onlara sorun.’ dedi. Kendi kendilerine, ‘Dogrusu siz haksizsiniz…’ sonra kafalarinda olan eski inançlarina dönerek, ‘Ey Ibrahim! Bunlarin konusmayacagini, and olsun ki, bilirsin.’ dediler. Ibrahim, ‘O halde, Allah'i birakip da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsiniz? Size de, Allah'i birakip taptiklariniza da yaziklar olsun! Akletmiyor musunuz?’ dedi. Onlar, ‘Bir sey yapacaksaniz, sunu yakin da tanrilariniza yardim edin.’ dediler. Biz, ‘Ey ates! Ibrahim'e karsi serin ve zararsiz ol!’ dedik. Ona düzen kurmak istediler fakat biz onlari hüsrana ugrattik.” (Enbiya, 51-70)
BIR MUHABBET YOLCUSU: BAYEZID BISTAMI
SAMI BAYRAKÇI
Evliyanin büyüklerinden, tasavvuf yolunun nurlu kandillerinden Bistam’li Bayezid (ks), Nisabur yolu üzerinde büyük bir sehir olan Bistam’da Hicri 3/Miladi 9. asirda dünyaya geldi. Dogum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Babasi Bistam sehrinin büyüklerindendi. Ilk dönem sufilerinin en çok taninan simalarindan olan Bayezid Bistami, vahdet-i vücut görüsünü ilk terennüm eden sufilerden biri olarak bilinir.
Görüs ve düsünceleriyle tasavvuf tarihimizin en tartismali isimlerinden olan Bayezid Hazretlerinin o güne kadar tecrübe edilmemis birtakim alanlarda ve hakkinda o güne kadar herhangi bir bilgi, kanaat bulunmayan konularda ortaya koydugu görüsler pek tabii olarak yadirganmistir. Üzerinden geçen bin iki yüz yildan sonra dahi halen tartisilmaya devam eden onun, satahat türünden ifadeler içeren sözlerini tartisacak degiliz. Zira Bayezid Bistami’den nakledilen seriat ve hakikat nurunu ifade eden yüzlerce rivayetin yaninda bu türden ifadeler ancak deryada damla mesabesindedir.
Tasavvufun temel kavramlarindan iki tanesi sekr ve sahv’dir. Sekr, sarhosluk ve kendinden geçme hali; sahv ise ayik ve akli basinda olma halidir. Allah aski, muhabbet ve marifet denizinin sinirli duyularla algilanamayan dünyasi, sufileri zaman zaman sekr haline sürükleyebilir. Sekr halindeki sufiler bazen görünüste ser’i hükümlere aykiri sözler sarf edebilirler. Bayezid Bistemi, sekri sahvina galip bir sufidir. Kendisinin sekr halindeki sözlerinin ayrintili yorumlari için tasavvuf tarihimizin temel kaynaklarina basvurulabilir. Tüm bu tartismalar bir yana bize ulasan rivayetlerden yola çiktigimizda ortaya çikan bir gerçek vardir ki, o da sudur: Bayezid Bistami, seriata simsiki bagli, Hakk ve hakikat sevdalisi, marifet ve muhabbet yoluna bas koymus bir Allah dostudur.
Aksi takdirde seriata muhalif oldugu iddia edilen bir kisiden söyle bir söz nasil sadir olur, “Bir kimsenin havada bagdas kurup oturdugunu görseniz, onun Allah’in emir ve yasaklarina riayet, Sünnet’e uyma konusundaki hassasiyetini görmedikçe sözüne itibar etmeyiniz.” Yine kendisinden rivayet edilen ve seriata bagliligini perçinleyen bir baska sözü söyledir: “Kim, Kur’an-i Kerim’i okuyup geregini yapmayi, aza kanaati, cemaate devami, hastayi ziyareti terk eder ve Peygamberin Sünnet’ine yapismazsa, o bid’at ehlidir.”
O’NUN GÖR DEDIGI YERDEN BAKMAK
MONA ISLAM
Insanlar esya ve hadiselere bakarken bir siniflandirma egilimi duyarlar. Siniflandirma, çoklugu demet demet yapma, onu anlamlandirma kolayligi saglar. Siniflandirma, bilmek için gerekli bir metottur. Bütün bilimler ondan yararlanir. Insan zihni kainati siniflandirarak karisik odasini toplayan bir ögrenci gibi davranir. Her sey kendi rafina istiflenince odada ders çalisma ve ögrenme kolaylasir.
Bir siniflama türü de degerli ve degersiz siniflamasidir. Degere bakarak siniflama yapmak insan hayatinin epeyce bir bölümünde yer tutar.
Günlük islerimizi yaparken onlari önem sirasina koyariz. Bir ögrenciysek ödevlerimizi yapmak birincil öneme sahiptir, sonra ailemize zaman ayirmak, sonra arkadaslarimizla vakit geçirmek gelir. Gençlere, çocuklara bir kitapçiya girdiklerinde ve ellerine popüler bir kitap aldiklarinda onun çerez nevinden oldugunu, arada bir olabilecegini ama sürekli çerez kitaplarla beslenemeyecegini söyleriz. Aynisi, kitaplara iliskin benzetmemiz gibi yemekler için de geçerlidir. Çocugumuza da kendi nefsimize de degerli yiyeceklere yönelmesini ve degersiz atistirmaliklardan kaçinmasini ögütleriz.
Bu celb-i menafi def-i mazarrat (iyiligi elde etmek, zarardan kaçinmak) denilen ilkeden kaynaklanir. Insan, hayati böyle idame ettirir.
Ancak biz yer yer ölçüyü kaçiririz. Bu sadece kisisel hayatimiza dönük bir siniflama olmakla kalmaz. Sosyal hayatta da bunu sikça yapariz. Bazi meslekler bizim için degerlidir. Bazilari kiytirik yani degersizdir. Bunu belirleme biçimimiz kisiden kisiye degisir. Bazilarimiz deger ölçüsü olarak paraya bakar, bazilarimiz güç ve iktidar kriterine göre meslekleri siniflar, bazilari bilgiye bazilari söhrete bakar. Ancak hepimizde ortak olan bazi mesleklerin degerli bazilarinin degersiz oldugu fikridir.
Bir yere kadar hayatimizi kolaylastiran bu bakisin neset ettigi makam fark makamidir.
Oysa arifler meseleye bizim gibi bakmazlar. Onlara göre her sey degerlidir. Onlarla bizim aramizda nasil bir fark var? Bakis açisi farki.
UYUYAN FITNEYI UYANDIRMAK
SALIH KADRI OGUL
“Yahudiler, ‘Allah’in eli baglanmis!’ dediler. Asil kendi elleri baglanmistir ve söyledikleri yüzünden lanetlenmislerdir. Aksine O’nun iki eli de açiktir, diledigi gibi verir. Rabbinden sana indirilen, onlardan birçogunun azginligini ve inkarciligini kuskusuz arttiracaktir. Onlarin arasina kiyamete kadar sürecek düsmanlik ve kin saldik. Ne zaman savas atesini tutusturmuslarsa Allah onu söndürmüstür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için çaba harcarlar; Allah ise bozgunculari sevmez.” (Maide, 64)
Kur'an'da genellikle insanin isyan veya sabrini ölçmeye yönelik her tür Ilahi imtihan anlamina gelen fitne kelimesinin günah, fisk ve fücur, inkarcilik, savas, yangin, zelzele, kargasa seklindeki manalari zamanla daha çok yayginlik kazanmis; özellikle hadis literatüründe bu kelime, Islam toplumunda çesitli dini ve siyasi sebeplerle ortaya çikan sosyal kargasa, anarsi ve iç savas gibi ümmet bütünlügünü bozan her türlü yikici faaliyeti ifade etmek için kullanilmistir.
Kurtubi, kabir ve ahiret hayati hakkinda kaleme aldigi Tezkiretü’l-Ķurtubi adli esrinde fiten ve melahim konusuna oldukça genis yer vermistir. Diger hadis alimleri de fiten ve melahim konusuna özel basliklar açmislardir. Hatta Kelami ekollerin önemli meselelerine, mesela kader, irade hürriyeti tekfir konusu, tesir eden Cemel vak’asi ve Siffin gibi olaylarin ele alindigi eserler de fiten ve melahim literatürüne dahil edilmektedir. Hülasa Islam tarihçileri ve muhaddisleri bu konuda bize ibret almamiz için hatiri sayilir eserler yazmis ve bir birikim birakmislardir.
Islam, hem bireye hem de topluma huzurlu bir hayat yasatmak istedigi, böyle büyük bir iddiayla geldigi için bu huzur ortamini bozan her türlü olumsuz davranisin karsisinda durmus müntesiplerine de bunu bir görev olarak sunmustur.
GÖNÜLDEN GÖNÜLE GIDEN YOL
SAID YAVUZ
Bir kez gönül yikmis isen, diye baslayan Yunus misrainin devamini her birimiz çok iyi biliriz. Ne yaparsan yap o yiktigin gönül bütün yaptiklarini bosa çikaracaktir. Çünkü insanin gönlü Allah’in evidir. Ne buyrulmus hadis-i kudside, “Ben yere ve göge sigmadim ancak mü’min kulumun kalbine sigdim.” Gönlün o engin ikliminde kalem oynatmak da yüce gönüllülük istiyor. Gönül aklin kalemiyle ne kadar izah edilebilir? Gönül ister ki onu gönül yazsin. Dileriz ki kalemimizin mürekkebi oradan alinmis, kâgidimizin hamuru gönülden karilmis olsun.
Ne güzel demis Fethi Gemuhluoglu dostluktan bahsettigi konusmasinda, “Dost ol kisidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yataginda yatar, ona Sah-i Velayet denir. Dost ol kisidir ki, Yar-i Gar’dir. Kucaginda, mübarek bir emanet vardir. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tikar, son delige ayak tabanini dayamistir. Dost son delige tabanini, taban gibi görünen gönlünü uzatandir, gönlü ile orayi tikayandir.” Gönül degilse baska ne tikayabilir o deligi? Çagin karanlik yilanlarinin, çagdas maskeli ideolojilerin, vitrinlerin, maddeyi her seyin üstünde gören zihniyet yilanlarinin açtigi deligi de baska nasil kapatabiliriz? Çünkü insan tehlikededir. Yaratilisi, fitrati bütünüyle unutturmak, ölümü baska insanlara gitmis gibi göstermek ve onu sürekli oyundan düsürmek isteyen seytan ve dostlarinin karsisina çikacak en güçlü silah gönüldür. Gönüllüce yapilan islerdir. Sadece Allah için gülümsemek, Allah için almak, Allah için bir odadan diger odaya geçmek… Karsiliksiz, bu dünyada bir para etmeyen ama ötelerde bir serveti isaret eden gönüllülük. “Ne paraya çevrilmez, biz onun pesindeyiz.” demisti Behçet Necatigil. Burada paraya çevrilmeyen gönüldür. Tarik Tufan, Necatigil’in sözünü serh eder gibidir, “Param olmadan çok sey aldim ben. Edep aldim, ögüt aldim, gönül aldim.”
KIRKAMBAR
M. NEZIHI PESEN
Çizgiyle bizi saf olana, öze, hakikate yaklastiran büyük usta Hasan Aycin ayni zamanda çok iyi bir anlaticidir. Yani firçasi ve kalemi güçlü bir sanatkardir. Sahipkiran (nam-i diger Hamzaname) isimli eserinde evvela mukaddimeyi okuruz. Anlatici üstadi çömezin gözüyle bize tanitir ve sonra üstad konusmaya baslar:
“Bil ve agah ol / Ey ogul / Hamzaname nam bu hikaye / Hasa Hamza'nin degil / Bastan sona haza / Hamza'dan temsildir
Sarktan garba / Arzdan Kaf'a / Iyi ile kötünün / Amansiz kapismasinin hikayesidir
Kulak kesil dinle / Ve bil ey ogul bu senin hikayendir”
deyip cennetten baslatir hikayemizi: Bil ve agah ol ey ogul, nidasiyla…
Varliginda hiçbir seye muhtaç olmayan Allah, var edisinde hiçbir seye muhtaç olmaksizin on sekiz bin âlemi var etti.
Seyleri yokluk sahasindan varlik âlemine getirerek kendi tekligine isaret yapti.
Insani yaratip aklinin ve suretinin güzelligiyle mahlukat arasinda seçkin kilarak aska olan askina ayet yapti.
Ve iyi ile kötünün beyaninda hakim hükümleri koydu.
Meleklere insani haber verdigi zaman onlar, yeryüzünde fesat çikarici ve kan dökücü bir tür mü yaratacaksin, diyerek hikmet talep etmislerdi.
Hikmetinden sual olunmayan Allah, onlarin bilmediklerini biliyordu.
Insani önce mana âleminin mertebelerinde bir dizi tertip ve terkipten geçirip madde âlemine indirdi.
Ona topraktan güzel bir beden verdi. Raviler, ruhun bedene görür görmez âsik oldugunu söylerler.
Ve cümle seylerin isimlerini bütün lügatlerce ögreterek onu serefli kildi. Isimlerin bilgi ve hikmetlerini de ögretti.
KISIN KIS YIYECEGI, YAZIN YAZ YIYECEGI
KEMAL ÖZER
Insanlari farkli kilan seyler sadece kavim, renk ve lisanlar degil, ayni zamanda yasadigi cografya ve iklim sartlaridir. Nasil ki besinler insanlarin sihhat ve kisiligi üzerinde etkilidirler, mevsim ve iklimler de öyledir.
Cenab-i Hak insanlarin bünyelerine, dogup büyüdügü cografya ve o iklimde yaygin olarak yetisen besinlere uyumlu bir fitrat vermistir. Bu sayede herkes kendi cografyasinda daha güçlü, daha etkin ve daha sihhatlidir.
Modern zamanlarda insanlar yasadiklari ülkelerin farkli iklimlere sahip bölgelerine, farkli farkli ülkelere ve hatta farkli kitalara seyahatler yapiyor ve de buralarda kalici hayatlar kuruyorlar. Bu durum kültürel degisimin yani sira, sihhat degisimine de yol açiyor.
Bugün iletisim ve ulasimin gelismis olmasi nedeniyle, bize dünyanin küçük bir köy oldugu tezini dikte ediyorlar. Devasa büyüklüge sahip olan dünyanin her bir bölgesi her insan için cezbedicidir ancak bu durum bazen sihhati yok edebilecek dezavantajlar da getirir.
Mesela farkli iklim çesitliligine sahip olan Türkiye’de, belki de dünyada benzeri olmayan besin ve beslenme zenginligi vardi. Ama küresel degisimden biz de nasiplendik. Artan bir ivmeyle kadim kültür ve gelenegimizden büyük bir hizla uzaklasiyoruz. Bu degisimin kisa, orta ve uzun vadede sonuçlari olmasi kaçinilmaz.
Eskiden insanlar her seyi sadece mevsiminde yiyip içerlerdi. Yazin ortasinda kuru fasulye yenilmedigi gibi, kisin da kimse domates, salatalik derdine düsmezdi. Hangi gida hangi mevsimde yetismis ise bazi istisnalari hariç, ancak o mevsimde yenilip içilirdi. Meyve ve sebze tezgahlarinda yazin turp, kisinda patlican olmazdi. Oysa simdi öyle mi? Her sey her mevsimde satiliyor. Ne yazik ki, yeni nesil, neyin hangi mevsimin ürünü oldugunu dahi bilemez durumu düsürüldü.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi (Kasim, 2014) sayisinda.)
ILIM VE IRFAN AILEMIZ EKI
INSANIN IÇINDE BIR DÜZEN VAR
ARIF DEDE
Hayatimizda bir düzen var mi? Bu soruyu sadece disaridan bize sormazlar, içimizde de bu sorunun cevabini arariz. Düzen, nizam, uyum, sistem demek. Kainat bile bir düzenle yönetiliyor. Dogusundan batisina kadar hep bir düzen içinde yörüngesinde yön aliyor günes, ay ve yildizlar. Bizim hayatimizin düzeni de aslinda günesle, ayla ilgili. Biz düzeni daha net saatlere hatta net dakikalara indirmisiz. Son derece dakik olmak durumundayiz. Sabah namazini kilmak için önümüzde öyle uzun saatler olmaz, günes dogmadan, o dakika gelmeden namazimizi eda etmeliyiz. Bu sabah namazinin düzeni.
Sadece sabah mi, ögle de, ikindi de, aksam da, yatsi da ayi sekilde hep bir dikkatle, dakika inceliginde eda edilmiyor mu? Bu ayarlamayi kim yapmis, bu düzeni kim kurmus? Elbette cevabini biliyoruz: Allah Teala.
Kiyametin de bir vakti, saati yok mu? Var tabii. Bunlar insan için yaratilan kainatin isleyis haritasi, düzeni. Ya âlemde bir düzen olmasaydi… Günes, ay ve yildizlar kendi baslarina buyruk olsaydi… Karisikliga, kargasaya, kaosa hangi insan, kaç gün tahammül edebilir? Her nimetin insana sunulusunda düzen, ölçü, nizam var.
SABIR VE SÜKÜR VE NEREDE ÖGRENILIR?
CESUR KÜÇÜK
Sabir için kurtulusun, sevincin ve basarinin anahtaridir diyebiliriz. Sabir insanin bir güzelligi ve basta gelen meziyetidir. Sabrin kardesi sükür de böyledir. Sabir ve sükürle selamete erisilir. Sabir bir agaçtir o agaçta yetisen meyvelerin hepsi olgun ve güzel meyvelerdir. Sabreden ve sükreden olgunlasir, kâmil insan mertebesine daha da yaklasir.
Sabir ve sükür gibi iki önemli hasletin yerlesmesinde çocugun büyük bir zaman geçirdigi okula ve okuldaki rol model olan ögretmene çok büyük görev düsmektedir. Aileler ise ögretmene bir yardimci ve yol gösterici olacaktir. Çünkü okul aileyi tamamlayan bir yapidir. Çocuk ailede ögrenir ve okulda gelistirir.
Küçük bir çocugunuz varsa onun için bahçenize bir fidan dikebilirsiniz mesela. Evinizdeki saksilara bir çiçek veya maydanoz gibi yenilebilen bir bitki. Çocuk bu bitkiye ilgi gösterecek ve büyümesini izleyecektir. Bu tarz küçük etkinlikler çocuklarin sorumluluk duygusunu ve sabir bilincini gelistirir.
BIR KIS KLASIGI: TAHIN-PEKMEZ
ESRA KÜÇÜK
Soguk kis günlerinde yediklerimiz önemlidir. Bizi soguktan koruyan, içimizi isitan, bagisikligimizi kuvvetlendiren, vücudumuza güç ve zindelik veren gidalar tüketmek kis aylari için mühimdir.
Geleneksel besinlerimizden biri olan tahin ve pekmez karisimi da bu minvalde zikredilebilecek en basta gelen yiyeceklerdendir. Kahvaltimizin baskösesinde, tatli yerine geçebilecek hem lezzetli hem de besleyici bir gida olarak bulunur.
Susamin ezilmesiyle üretilen tahin; E, C ve B vitaminleri bakimindan zengindir. Hücre yapisini gelistirir, iyi bir yara iyilestiricisidir. Damar sertligini ve tikanmalarini engeller, idrari söktürür. Vücuda alinan agir metallerden, radyasyon ve bazi ilaçlarin yarattigi toksinlerden korur. Hafizayi, zekayi ve dikkati kuvvetlendirir. Depresyon ve sinir bozukluguna iyi gelir. Iyi bir protein kaynagi olmasi ve içerdigi E vitamini sayesinde vücuda enerji verir. Anne sütünü arttirir, kemik gelisimine faydalidir.
Tek basina yenmesi zor olan tahin, pekmez ile karistirildiginda tam bir besin ve enerji deposuna dönüsür. Üzüm, dut, keçiboynuzu gibi meyvelerden üretilebilen pekmez; meyve özleri ve günesten aldigi enerjiyle tahinin besleyiciligine katki saglar. Tahin ve pekmez karisimi kan yapar, soguk kis günlerinde üsümeyi engeller. Ayrica besinlerin midemizde uzun süre kalmasini saglayarak acikmayi geciktirir.
Hem bu güzel lezzete lezzet katmak ve hem de bitmeyecek faydalara katki saglamak adina, bu karisimi mümkünse taze kirilmis cevizle yemenizi, çocuklariniza da yedirmenizi bilhassa tavsiye ederiz.
ÇOCUKLAR VE PARADAN BABALARI
ZEYNEP TEMIZER ATALAR
Baba kelimesini düsündügümüzde çogumuzun aklina ilk gelen çagrisimlardan biri de otoritedir herhalde. Birçok kisinin çocukluguna dair hatiralarinda babaya yüklenen anlam, korkulmasi ve saygi duyulmasi gerekilen güçlü kisi seklinde olusmus olabilir.
Fakat bu manevi anlam, bu zamanda maalesef yerini daha çok maddi boyuta tasidi yani babayi eve para getiren kisi haline dönüstürdü. Peki böyle bir anlam, bir çocugun gelisimi ve egitimi göz önüne alindiginda ne kadar dogrudur?
Bir çocuk için annenin ne kadar önemli oldugu tartisilmaz bir gerçek. Ama yine de bir çocugun hayatinda bu kadar önemli olan tek varlik anne degil. Anneyle sevgiyi ve sefkati hisseden çocuk, babayla da güven duygusunu hisseder. Babasinin gücüyle hem kendi sinirlarini, durmasi gerektigi yerleri ögrenir hem de bu disiplini içsellestirir. Bu gücün verdigi güven duygusuyla, içinde bulundugu dünyada sirtini babasina dayayabilir, kendini emniyette hisseder ve hatta yeri geldiginde, “Benim babam senin babani döver!” bile diyebilir.
Erkek çocuklar için babalari çok önemli bir modeldir. Ileride nasil bir yetiskin ya da baba olacaklari yönünde yol gösterir. Bazen tam da onun gibi olmayi bazen de israrla asla onun gibi olmamayi tercih ederler.
ÇITIPIT GÜNLER
BETÜL NURATA
Okullar açildi, hepimizin gözü aydin. Yaklasik iki ay kadar oldu, ben ancak kavradim. Yaz rehavetinden kurtulmak zaman aldi galiba. Sabahlari erken kalkmayi severim aslinda, severdim. Bu sene bana bir seyler oldu, kabul. Peki, ne oldu? Nasil oldu? Kendime gelebilecek miydim? Bunlar aklima bile gelmiyordu. Ilk günler beni görmeliydiniz, tipki söyleydim.
Neyse ki kendime geldim, yani hemen hemen. Geç olsun güç olmasin diyor büyükler. Böyle bir sey olabilir. Peki, nasil oldu da kendime gelmeye basladim, anlatayim.
SABIR, SÜKÜR VE HAZRET-I EYYÜP
AHMET ALTAY
Sevgili yavrularim, sabir ve sükür çok ama çook önemlidiir. Basimiza hos olmayan bir durum geldiginde sabir etmeliii, güzel bir sey geldigindeysee Allah'a süküür etmeliyiiz. Bakin size Hazret-i Eyyüb ile alakali bir kissa anlatayiim.
Eyyüb zengin ve iyi ahlakli bir kulmuus. Mal ve mülkün Allah'in bir lütfu oldugunu ve mutlaka bir gün bunlarin hesabini verilecegini aklindan hiiiç çikarmaz ve hep sükür edeer, malinin sadakasini vermeyi hiiç ihmal etmezmiiis. Tabii onun bu halini kiskananlar olmuus. Ileri geri konusup dedikodu yapmislaar. Allah Teala da, kulu Eyyüb'ün samimiyetini ve sabrini bütün insanliga örnek olsun diye onu bir sinava tabi tutmuuus. Eyyüb'ün gayet iyi olan isleri hayvanlarinin pes pese hastalanmasiyla bozulmuus. Kisa süre içinde koca sürüsü telef olmuus. Onu çekemeyenler, Eyyüb'ün bu duruma ne diyecegini merak edip; ah vah ederek agzini yoklamislaar. Eyyüb ise "Allah verdi, Allah aldi. Hersey O'nun degil mi?" diye karsiliik vermiis.
Yine bir gün Hazret-i Eyyüb disarida isleriyle ugrasirkeen, "ani bir sarsintiyla evinin yikildigi ve tüm çocuklarin göçük altinda kaldigi" haberini almiis. Sadece karisi kurtulmuus. Eyyüb'ün gözlerinden yaslar akmasina ragmeen söyledigi söz, "Sabir." olmuus.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan (Kasim, 2014) Ailemiz ekinde.)