KIN VE INTIKAM KALBI KARARTIR
ISMAIL ACARKAN
“Mü’minler ancak kardestirler, siz de kardeslerinizin arasini düzeltin.” (Hucurat,10)
“Kötülüge iyiligin en güzeliyle karsilik ver; bir de bakarsin ki aranizda düsmanlik bulunan kimse candan bir dost oluvermistir.” (Fussilet, 34)
“O takva sahipleri ki öfkelerini yutarlar ve insanlarin kusurlarini affederler.” (Al-i Imran,134)
Kin, bir insanin kendisine yapilan kötülük karsisinda düsmanlik duymasi, bunu unutmamasi ve öfkesini sürekli canli tutmasidir. Bir baska ifadeyle öfke ve düsmanligin kalbe yerlesmesi ve sürdürülmesidir. Bu durumda insan düsmanlik duydugu kisiye zarar vermeyi ve intikam almayi arzu eder. Kin ve intikam kalbi karartan, agir bir yüktür. Nitekim Kur’an-i Kerim cennetlik mü’minlerin kalplerinden kin ve düsmanligin sökülüp atildigini haber vermektedir. “Onlarin kalplerinden kini çikarip atmisizdir, hepsi kardesler olarak makamlarinda karsilikli otururlar.” (Hicr, 47)
Affetmek en iyi yöntemdir
Islam alimlerine göre, ugranilan bir kötülüge karsi koyamamanin yol açtigi öfke, kalbe yerleserek sürekli bir düsmanlik duygusuna yol açar. Olusan kin ve intikam hissi birçok çirkin tutum ve davranisin kaynagi olur. Bunlarin baslicalari haset, iliskileri kesmek, küçümsemek, asagilamaya çalismak, giybet, iftira, eziyet etmeye çalismak felaketini arzu etmek ve düsmaninin ugradigi zarara sevinmektir. Kin, intikam ve bunlarin kötü sonuçlarinin panzehiri affetmektir, mü’min affetmekte zorlandiginda, kin ve intikam hissinden kalbini temizleyemediginde nefsine karsi Allah’tan yardim istemeli ve samimi bir sekilde dua etmelidir. Kur’an-i Kerim mü’minleri kin ve intikam gibi benzeri kötü huylara karsi uyarir, bagislayiciligi tavsiye eder.
KADIN KOCASININ SEVABINA ORTAKTIR
ÖMER DÖNGELOGLU
Ebu Cehillerle kavgasinda Hazret-i Fatima Efendimizin yardimcisidir. Kadinlarin Islam’a girmesi için çalismalarda Hazret-i Fatima (r.anha) ana gövdedir. Gölgede yatarak birini, “cennet kadinlarin seyyidesi” yapmiyorlar. Hazret-i Fatima aç gezmistir, entarisinde yedi sekiz yamalik vardir. Müslümanlari toplayip da, bu kizin entarisi yirtik, yamalikli, aranizda para toplayin sirket kurun, holding kurun da su kizima elbise filan alin, dememistir Allah Resulü. Efendimiz, o kizi o hayata nasil razi etti, o hayati yasamasina ragmen Hazret-i Fatima nasil oldu da yine de Islam’a çalisti? Iste bunu anlamaliyiz. Biz bugün, kirk rüsvetle çocuklarimiza bir isi yaptirabiliyoruz. Sunu alacagim, bunu getirecegim, pek çok dünyalik vaatlerle sözümüzü geçirebiliyoruz. Dogru düzgün bir suur, Islami bir gaye de veremiyoruz, maalesef. Efendimiz cennete inandirmis evlatlarini; bu dünyanin ardinda uzun bir hayat olduguna gerçekten inandirmis. Allah Resulü Medine’ye gelmis ve kadinlara haftada bir gün vaaz, sohbet etmistir. Kadinlar Efendimizden, kendilerine vaaz, sohbet etmesini rica ediyorlar, “Ya Resulallah, erkekle sizinle her zaman beraber bulunuyorlar, sizinle rahatça konusabiliyorlar, sizlere soru sorabiliyorlar. Biz kadin oldugumuz için bunlardan mahrum oluyoruz. Bizim dinimizi daha iyi ögrenmek için haftada bir gün bize de sohbet etmenizi istiyoruz.” diyorlar. Efendimiz de kabul ediyor, haftada bir gün, Medine’de hanimlara sohbet ediyor. O gün için kadinin egitimi alaninda, hem dini egitim, hem de kültürel egitim anlaminda atilan bu önemli adimi, biz, yok sayamiz. Aksine bu adim müthis bir adimdir.
BIR NAZARA MAZHAR OLMAK
SAID YAVUZ
Bakmak, bakis anlamlarina gelen nazar, tasavvufta mürsidin müridanina bakisina denir ki tarikat yolunun bir çok manasini içinde barindirir. Mürsidin dervise bakisi, sairin siirine, mimarin eserine, nakkasin naksina, hattatin hattina bakisi gibidir. Bir neyzen düsününüz. Neyi üflemeden önce ona söyle bir bakar. O bakista ne manalar gizlidir. Iste bütün bu nazarlar ne ise mürsidin dervisine bakisi da o mesabededir. Çünkü o bakisla ruha tesir edecektir.
Tasavvufta var olan her seyin insan psikolojisinin birer konusu oldugunu unutmamak gerekir. Gözler, ruhtaki enerjiyi tasir. Ve onlar, bu enerjiyi öteki gözlere aktarabilirler. Günümüzde egitime dair söz söyleyenler, etkili iletisimin ancak göz temasi kurularak gerçeklesecegini söylerler. Gözü yakalamak, insani yakalamaktir. Onu yüreginden kavramak için atilan ilk ve en etkili adimdir. Peygamberimizin çagrilinca sadece basini çevirip bakmadigini, muhatabina bütün gövdesiyle dönerek, onu karsisina alarak cevap verdigini biliyoruz. Ismet Özel bir siirinde bu yüzyilda bu tavrin anlasilamadigini ifade etmisti. "Dönünce bütün gövdesiyle döndü / Bir bu anlasilsaydi son yüzyilda bir bilinebilseydi / Nedir veçhe?” Bakis, topyekün bir kavrayisi ifade eder. Bu nedenle muhatabi oldukça etkiler, ona bir sahsiyet ve bir deger elbisesi giydirir.
Gözler konusmacinin ne söylemek istedigi hakkinda söylediklerinden daha çok sey anlatir, denmistir. Bu anlatisi yakalamak salikin görevidir. Yeri geldiginde kizgin bir babanin bakisidir ondaki. Ya da derse talim ettirecek bir hocanin bakisi. Ve yahut gönlü kirilmis bir sevgilinin bakisidir. Yoldakiler onun bakislariyla ne anlatmak istediginin ilmini ögrenmis insanlardir. Ancak tasavvufta seyhin gözlerine bakis da bir edeple sinirlidir. Bastan sona edep yolunda olan mutasavviflar efendilerinin gözlerine teklifsizce bakmamis, onu rahatsiz edecek dikkatli bakislardan uzak durmus, mümkün oldugunca hissettirmeden temasayi seçmislerdir.
ZAMAN HESABI SORULACAK NIMETTIR
KÂMIL YESIL
Insanoglu, üç zaman boyutunda birden yasar. Eylemesiyle “simdi”de, hatirlamasi veya anmasiyla “geçmis”te, umut etmesiyle “gelecek”te. “Simdi”den “gelecek”e yönelmesiyle birlikte; bilincin zamani, gerçek zamanin tersine, “simdi”den “geçmis”e dogru akar. “Geçmis”i “simdi”ye getirebilir ve gerçek zamana yerlestirebilir. Hac’da kurban keserken, Seytan taslarken, sa’y yaparken Müslümanin yasadigi ve yasattigi seair, Kerbela olayini anarken, Muharrem’in onuncu günü su içmeyen Müslüman’in hâli, zamanin ruhu ile eylemin ruhunun iç içe oldugunu gösterir.
Hafiza, hayal ve tasavvur; geçmisi simdilestirebiliyor. Asr-i Saadet sevgisi ve özlemi, Kur’an-i Kerim okumak, Sünnet ve Siyeri izlemek, namaz ve salavat; bu simdilestirmenin süreklilik kazandirilmasi halidir. Inanmak ile bilmek arasindaki yol zannedildiginden de kisadir. Allah, hem öncesizdir, ilktir ve her seyi baslatandir; hem de ebedidir ve her seyi sona erdirendir. Bu noktadan sonra, inanilan zaman baslar. Kiyamet, inanilan zamanin adidir.
Zaman bilinci, deger bilinciyle süslenmelidir. Degerler hep “simdi”de sürekli yasanmayi gerektirir. Kendi basina bir geçmisin, “simdi”de yasanmayan bir tarihin anlami yoktur. Ilahi kelam; kaynak ve gelis zamani olarak dikey zamana; sünnet ise yasanilan zaman birimi olarak da yatay zamana aittir ve onu gösterir. Müslüman, her daim bu iki zaman diliminin kesisme noktasindadir.
VÜCUDUMUZA EMANET GÖZÜYLE BAKMAK
KEMAL ÖZER
Bir canli ve dolayisiyla da insan için aslolan hastalik degil sagliktir. Hastali Ilahi bir ceza degil, kullarin fitrat disi davranislarinin birer neticesidir. Hazret-i Peygamber, ne miktarda yenmesi gerektigini, “Ademoglu, mideden daha serli bir kap doldurmaz. Ademogluna belini dogrultacak birkaç lokmacik yeterlidir. Ancak ille de -mideyi dolduracaksa- bari onu üçe ayirsin: Üçte birini yemege, üçte birini suya, üçte birini de nefesine.” hadis-i serifiyle özetliyor.
Hazret-i Peygamber sünnetindeki ölçü ve ilkeler de tümüyle sihhatin korunmasina yöneliktir. Büyük hekim Ibn Sina da sagligi su cümlelerle özetliyor: “Tip ilmini iki satirda topluyorum. Yedigin vakit az ye. Yedikten sonra dört bes saat hiçbir sey yeme. Sifa, hazimdadir. Yani kolayca hazmedecegin miktari ye. Nefse ve mideye en agir ve yorucu hal, yemek üstüne yemek yemektir.”
Bir toplumun sihhatini belirleyen seyler iklim ve beslenmesidir. Beslenme ise hem hastalik hem de karakterle iliskili bir haldir. Tasavvufta riyazete girenler bilir ki, kamil insan olma yolundaki ilk adimlardan biri az ve öz yemektir. Islam, insanlik için ilk beslenme rejimini ortaya koyan inançtir. Müslümanlar bu ilkeye riayet ettikleri dönemlerde dünyanin en saglikli toplumlari olurken bu ilkeden uzaklastiklarinda da hep sagliklarini kaybetmislerdir. Insan bedenini korudugu iddiasiyla çesitli yöntemlerle vücuda zerk edilen, mikroorganizmalar veya mikroorganizmalardan elde edilen çesitli karisimlara ‘asi’ deniliyor.
GIZLI ZIKIR KIMDEN ÖGRENILIR?
KISSADAN HISSE
Naksi yolunun büyüklerinden Abdülhalik Gucdüvani Hazretleri gençlik yillarinda hocasi Seyh Sadreddin Efendiden tefsir dersi aliyordu. Su ayete geldiler: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. O haddi asanlari sevmez.” (Araf, 55)
Hocasi ayetin tefsirini bitirince Abdülhalik Gucdüvani hocasina sunu sordu: “Efendim, bu ayette bahsedilen gizli dua ve zikir nasil yapilir? Eger insan zikir ve duayi açikça yapsa insanlar görür ve isitir. Bunda gösteris tehlikesi vardir. Sayet bu zikri kendi içinden yapacak olsa onu da seytan fark eder. Çünkü hadis-i serifte, “Damarlar içinde kanin dolasmasi gibi seytan da insanin içinde dolasir.” buyuruluyor. Insanlara ve seytana fark ettirmeden yüce Allah gizlice nasil zikredilir?”
Hocasi soruyu hayranlikla karsilayip, “Evladim, bu ledünni, Ilahi bir ilimdir. Allah Teala dilerse, seni dostlarindan biriyle bulusturur, o da sana bu gizli zikri ögretir.” dedi.
Abdülhalik Gucdüvani o dostu beklemeye basladi. Nihayet Cenab-i Hak kendisini önce, Hizir ile (as) daha sonra da büyük arif Yusuf Hemedani Hazretleriyle bulusturdu. Hazret-i Hizir kendisine gizli yolla nefiy ve ispat (La ilahe illallah) zikrini ögretti. Yusuf Hemedani ise, onun manevi terbiyesi ile mesgul oldu. Sonuçta onu irsada mezun etti.
Hoca Ahmed Yesevi (ks) Yusuf Hemedani’nin halifesi ve Abdülhalik Gucdüvani’nin yol arkadasidir. Bu iki büyük veli ayni kaynaktan terbiye almislardir. Anadolu’da devam eden tasavvuf yolu ekseriyetle manevi feyiz ve terbiyeyi bu iki koldan almis ve günümüze tasimislardir.
KALPLERIN AZIGI: KUTÜ’L-KULÛB
ZAHIT YAKIN
Tam adi Kutü’l-Kulûb fi Muameleti’l-Mahbub ve Vasfi Tariki’l-Mürid ila Makamati’t-Tevhid olan eserin ne zaman yazildigi belli degildir. Eserin adi, yüce sevgili Allah ile, muamelede kalplerin azigi ve müridlerin tevhid makamina giden yolunun açiklanmasi, anlamina gelmektedir.
Müellifin çagdasi Ebu Nasr es-Serrac’in el-Lüma’ ve Kelabazi’nin et-Taarruf’undan çok daha hacimli olan Kutü’l-Kulûb kirk sekiz bölümden meydana gelir. Eserde farz ve nafile ibadetlere, evrad ve dualara nefs, kalp, ruh ve bunlarin çesitli hallerine; muhasebe, murakabe, vesvese, gaflet ve müridlerin göz önünde bulundurmalari gereken hususlara ve tasavvufi makamlara genis yer verilmis, konular anlatilirken ayet ve hadislere, sahabe ve tabiin sözlerine basvurulmus, ayrica sufilerin söz ve menkibelerinden de istifade edilmistir.
Bununla birlikte eser sadece bir tasavvuf kitabi degildir. Eserde namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetlerin manevi ve tasavvufi manalari yaninda fikihla ilgili yönleri de açiklanmis, ahlak ve egitim konularina da yer verilmistir. Eser bu bakimdan Imam Gazzali’nin Ihya’si ile benzerlik gösterir. Konular anlatilirken Arap atasözleri, Araplarin örf ve âdetleriyle ilgili siir ve kissalar da nakledilmistir.
Müellif Ebu Talip el-Mekki ele aldigi konulari genis bir tahlile tâbi tutarak yorumlamis, bazen de elestirilerde bulunarak özellikle bidatlere dikkat çekmistir.
(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Ocak sayisinda.)
ILIM VE IRFAN AILEMIZ
TATIL DINLENME, ÇALISMA VE OKUMA ZAMANIDIR
CESUR KÜÇÜK
“Bir adam varmis. Bu adamin bugday ektigi bir tarlasi varmis. Adam bugdaylar olgunlasinca tarlaya gitmis ve tarlanin kenarindaki agacin gölgesine oturmus. Kendi kendine bir plan yapmis; bugün su kadarini biçerim, yarin su kadarini biçerim, diye. Fakat agacin gölgesinde uyku daha tatli gelmis. Ertesi gün yine ayni planlari yapmis ve agacin gölgesinde uyuyakalmis. Yaz bittigi zaman adamin bugdaylari ambarda olacagi yerde tarladaymis. Çünkü sadece plan yapmis ve planini asla uygulamaya geçirememis. Üzerine bir de tembellik eklenince bugdaylari hasat etme imkani bulamamis.”
Içinde bulundugumuz ayin sonunda okullarimiz 15 günlük yariyil tatiline girmis olacak. Sözlüklerde tatil kelimesinin karsisinda, “çalismaya ara verilecegi belirtilen süre, dinlenmek için degerlendirilecek zaman” yaziyor. Gerçekten de ögrenciler uzun bir egitim döneminden sonra bu tatilde beden ve zihin olarak dinlenmis oluyor. Tatil, sadece ögrenciler için degil ögretmenler için de dinlenme zamanidir.
Ögrenci ve velilerin gündemi tatil olunca bu yazimizda bazi noktalara deginmek istedik.
KUSBURNU VARKEN KISTAN KORKULMAZ
ESRA KÜÇÜK
Kis aylarinda sogugun etkisiyle gücü azalan bagisikligimiz disaridan destege ihtiyaç duyar. Yedigimiz besinleri dikkatle seçtigimizde bu destegi kolayca saglamis oluruz. Geleneksel mutfak kültürümüzde de soguk kis günlerinde sagligimizi korumamiza yardimci birçok yiyecek ve içecek bulunur. Biz simdi bunlardan çok önemli bir tanesinden bahsedecegiz…
Vitamin deposu
Bitki çaylari arasinda kusburnu ilk siralarda yer alir. Taze olarak tüketilebilecegi gibi kurutulmusundan çay yapilarak içilir. Kurutulmus hali hemen her evde bulunur. Bir de kahvaltilarda tükettigimiz marmelati vardir. Peki, birçogumuz için tanidik bir bitki olan kusburnu hakkinda yeterli bilgiye sahip miyiz?
Kusburnu gül meyvesi olarak bilinir. Bitki 3 metreye kadar uzar ve güzel kokulu beyaz çiçekler açar. Çiçek açtiktan sonra yapraklarini döker ve güle benzeyen kusburnu meyvesi ortaya çikar.
Bol miktarda C vitamini deposudur. Ayrica fosfor ve potasyum bakimindan da zengindir. A vitamini olan karoten, B1, B2, E ve K vitaminlerini de içermektedir.
SABRETMEK KAPLARI AÇAR
ZEYNEP REYYAN
Havalar sogumaya baslayinca annem disari çikmamiza izin vermiyor. Üsümemizden, hasta olmamizdan korkuyor. Yalvar yakar izin koparabildigimiz zamanlarda da uzun süre disarida kalamiyoruz.
Oysa yeryüzü bembeyaz bir örtü ile kaplandiginda öyle güzel bir oyun alani oluyor ki!
Kis aylarinda her sabah kar yagmis mi diye pencereden disari bakarim. Eger etraf bembeyaz olmussa çok mutlu olurum. Içim kipir kipir olur.
Evimizin bahçesine kömür gözlü, havuç burunlu kocaman bir kardan adam yapariz. Kartopu savasimiz çok zevkli olur. Fakat en güzeli, dedemin özenle yaptigi kizaklar ile kaymak. Özgürlük bu iste…
“Haydi, çocuklar sobanin üzerinde kestane pisirdim eve gelin!”
Annem bizi baska türlü bu kadar hizli eve sokamazdi. Sobanin üzerinde nar gibi kizarmis kestaneler.
Kestaneleri yerken dedem israrlarimiza dayanamaz ve anlatmaya baslar. Bugünde öyle oldu ve disarida lapa lapa kar yagarken biz kizgin çöl kumlari üzerinde bir yolculuga çiktik:
Mekke’de, fakir bir ev varmis. Evin hanimi baglarda, bahçelerde aksama kadar çalisir ve çalistiklarinin karsiligi olarak da Allah’a sükredermis…
ÇITIPIT GÜNLER: AGAÇLAR GELIN OLDU
BETÜL NURATA
Takvimler kisi göstermeden soguklar baslamisti. Bunun böyle olacagi belliydi. O zamanlar bir günlügüm yoktu. Bu arada ben Çitipit. Merhaba Günlük.
Bundan sonra seninle ara sira görüselim derim.
Sabahtan beri kar yagiyor. Kis oturdu, yerlesiyor. Disari çikamiyorum. Çikarsam hasta olabilirim. Hasta olmak istemeyiz degil mi? Hayir tabii ki. Bu emrivaki konusmayi yapan ablamdir. Bana annelik taslamasindan hiç ama hiç hoslanmadigimi söyleyebilirim. Kendini ne saniyor?
Onunla dalasmak yerine odama çekilmeyi tercih ettim. Pencereyi açinca az kalsin uçuyordum. Bana bosuna Çitipit demiyorlar. Pencereyi kapadim ve vals yapan kar tanelerini seyretmeye basladim. Üsümüyorlar mi? Bizim evde hâlâ soba yaniyor. Hangi yüzyilda yasiyoruz, diyenlere, biz çok antika bir aileyiz, diyorum. Eskiyi korumak bize kaldi. Sizin yüzünüzden degerlerimiz yok olup gidiyor.
“Hem söyle bakalim, sizin evde kestane pisebiliyor mu bikeresinde?”
Babam gerçekten çok ama çok güzel kestane yapar. Diger kiz çocuklariyla yollarimiz burada ayriliyor. Babama kör bir bagliligim yok. Fakat çok severim ve bazi seyleri harika yaptigini söyleyebilirim.
(Yazilarini tamami Ilim ve Irfan dergisi Ailemiz ekinde.)