| Kasım | 2013 | DIGER YAZILAR | Okunma: 2192
RABITA: DAIMA HUZURDA OLMAK
HÜSNÜ GEÇER

Arapçada rabita, “afiyet, kafiyet” gibi lafzi ism-i faildir, mastar manasindadir. Mutlak baglamak veya herhangi bir nesneye gönül verip baglamaktir. Bir ipin baglamasi gibi bir güzele gönül kaptirmak, ona içtenlikle baglanmaktir. Hiçbir kimse, hiçbir hayvan hatta hiçbir canli –melek bile olsa- rabitanin sözlük manasindan ayri düsünülemez. Aslan yavrusuna, tavuk civcivine, inek buzagisina bagli degil midir? Melek kutsal vazifesine, melik millet ve memleketine, alim ilmine, abid ibadetine, tacir ticaretine, âsik masukuna bagli degil midir? Gönül sefasiyla güzel olan, herhangi bir seye gönül verip baglanacak elbet ki, çünkü güzellige dogru giden bir yoldur bu; aranan bir çaredir ve kemali kazandiran ayrilmaz bir etkendir. Yine bu, basari ve dereceye iten sasmaz bir yöntemdir.

Hirsizi düsünüp hirsizla olmak, zalimi düsünüp zalimle olmak hirsizligi ve zalimligi sevdirdigi gibi, seyh dedigimiz bir ermisi, seriati en mükemmel bir sekilde algilayip seriatin yasantisina ve izharina maliyla, caniyla ve her türlü imkaniyla çalisan bir mürsidi sevip ona gönül vermek de süphesiz ki, insani yüce Allah’in ve Resulullah’in sevgisine götürür. Bu sevgi, insani her güzel isin amacindaki sevgiye ve insan sevgisine götürür. Bu sevgi dünyada huzurlu hayata, ahirette ise mutluluga ve saadete ulastirir. Iste sefa ve esenlik buradadir. Bazi serçe kafali, papagan dilli kimseler derler ki, bir ermisi düsünmek, sevip ona gönül vermek küfre götürecek kadar tehlikelidir.

Düsünmeden konusmak, çirkin ve güzel görüntüleri ayirmadan göstermek düsünceden arinan papaganin ve cansiz olan aynanin isidir. Akilli ve aklini kullanan insanin kâri degildir.

Insan, evladini, esini, evini ve isini düsünmez mi? Begendigi siyasete mensup olan partiyi, sporculari, takimlari düsünmüyor mu insanlar? Bunlari düsünüp sevmek iyidir, derler. Peki, Allah dostlarini düsünüp sevmek kötü müdür? Velinin rabitasi, insani izzete, iç âleminin mamurluguna, din ve dünya islerinin düzelmesine ve yüce Allah’in sevgisine götürür. Böyle bir rabita kinanabilir mi, inkar edilebilir mi?

Bu rabitayi inkar etmek veya kinamak kuru bir samata, özsüz bir kuruntudur. Bu kuruntu ve inkardan sakinmak gerekir, yoksa bir ermisin gazapli bakisina ugrayabilir insan. Kuruntu ve inkarin arkasindan gidenler dünya saadetinden de, ahiret huzurunda da mahrum kalabilir.

IRTIBATI KOPARMAYALIM
KÂMIL YESIL

Bizden yasça ve makamca büyüklerin yaninda oturusumuz, kalkisimiz, konusmamiz baska bir düzene girer. Sesimizi büyüklerin sesinden daha fazla yükseltmeyiz. Yemege önce büyükler baslar. Soruyu onlar sorar:
-Nasilsin evladim?
-Sagliginiza duaciyiz efendim.
Küçükler, “Siz nasilsiniz?” diye sormaz.
Geleneklesmis toplum kurallarina göre, büyüklerin arasinda bacak bacak üstüne atilmaz, keyif verici bir içecek olarak kahve içilmez. Eger çocuk, hocasinin, seyhinin, büyük babanin veya büyük annenin adini tasiyorsa; anne-baba, çocuguna onlarin yaninda adi ile seslenmez. “Küçük hanim, küçük bey” der. Çocugu sevme hakki ve önceligi hocaya, seyhe, dedeye, neneye yani büyüklere aittir. Gelenegimizde büyüklük yas ile sinirli degildir. Makamdan kaynaklanan bir büyüklük vardir ve asil olan da budur. Büyüklere karsi duyulan korku da hasyetten kaynaklanir. Aman saygisizlik yapmayayim korkusu/duygusudur bu.

Yine adi geçen büyüklerimizle birlikte oldugumuzda, onlarla ayni hizada yürümeyiz. Üç adim geriden ve sagdan yürürüz. Evliyaullah her seyi saklayabilir; sadece gözlerini saklayamaz, denmistir. Bundan dolayi büyüklerin gözlerine, yüzlerine bakilmaz. Uzun süre bakmak zaten mümkün degildir. Müridin, talebenin gözleri hep dizlerinin üstündedir.

HIKMET VE MUHABBET KAYNAGI: IBN ATAULLAH ISKENDERI HAZRETLERI
SAMI BAYRAKÇI

Asil ismi Ebu’l-Abbas Tacuddin Ahmed bin Muhammed es-Sazeli el-Iskenderi olan Ataullah Iskenderi Islam kültür ve tasavvuf tarihinin en meshur simalarindan biridir. Içinde bulundugumuz ay, kendisinin vefat yil dönümüdür. Kendisi, Islam tarihinin nadide incilerinden biridir.

Hicri 7. yüzyilda yasayan Ataullah Iskenderi (ks), Misir’in Iskenderiye sehrinde dogdu. Ailesi hakkinda çok fazla bilgi bulunmamakla birlikte Misir’in fethinden sonra gelip buraya yerlesen bir Arap kabilesi olan Cüzam kabilesine mensup oldugu bilinmektedir. Ayrica dedesi Abdülkerim’in Maliki mezhebinin önde gelen âlimlerinden oldugunu bilmekteyiz.

Kaderinin degistigi an
Çocuk yaslardan itibaren fikih, hadis, kelam, felsefe, mantik dersleri tahsil eden, devrinin meshur hocalarindan ders alan Iskenderi, fikih sahasinda temayüz etti ve bir fikih alimi olarak taninmaya ve hizmet etmeye basladi. Fikhin dogasi geregi bu dönemde tasavvufa karsi mesafeli ve muhalif bir durusu vardi. Ta ki, Ebu’l-Abbas Mursi Hazretleri ile tanisincaya kadar.

674 yilinda Seyh Ebu’l-Abbas Mursi (ks) ile tanisan Iskenderi, onun sohbetlerine devam etmeye basladi, bir müddet sonra da Kahire’ye göç etti. Kahire’de kurdugu vaaz ve irsat meclislerine halkin yogun ilgisi ve talebi vardi. Hitabeti oldukça güçlü olan Iskenderi ömrünün sonuna kadar vaaz, irsat ve kitap telifi ile ugrasarak Kahire’de ikamet etti. 13 Cemaziyelevvel 709/19 Kasim 1309 tarihinde vefat ettigi zaman geride basta Hikem-i Ataiyye olmak üzere ona yakin eser ve gözü yasli binlerce talebe birakti. Kabri Kahire’de Karafe Mezarligi’nda bulunmaktadir.

Sazeliye’nin büyük mürsitleri
Ataullah Iskenderi Hazretleri, Sazeliye tarikatinin Hasan es-Sazeli ve Ebu’l-Abbas Mursi’den sonra en çok taninan üçüncü simasidir. Babasinin Sazeli Hazretleri ile görüstügüne dair rivayetler bulunmakla birlikte kendisi, Seyh Mursi’nin müritleridendir. Seyh Mursi ise, Sazeli Hazretlerinin müridi ve halifesidir.

Iskenderi Hazretlerinin tasavvuf tarihindeki yeri ve önemi Hikem-i Ataiyye isimli kitabi bilinmeden anlatilamaz ve anlasilamaz. Bilindigi üzere hikem, “bilgelik, üstün aklin ürünü olan söz ve davranis, hakikat ve ahlakkla ilgili kisa ve özlü söz” anlamina gelen hikmet kelimesinin çoguludur. Hikem-i Ataiyye, tasavvufi esaslari kisa ve özlü cümlelerle ifade eden 260 civarinda hikmetten meydana gelen bir kitaptir. Bazen bir satir, bazen de üç bes satir halinde iman, ibadet ve tasavvufi konulari isleyen Hikem, yazildigi günden itibaren çok yogun bir ilgiye mazhar olmustur. Onun bu kadar ilgi görmesinin nedeni, çok derin imani ve tasavvufi konulari sade bir dille, anlasilir tarzda ve gönle hitap edecek sekilde muhabbet ile islemesi ve insanlar arasinda tartismalara sebep olan vahdet-i vücut gibi birtakim konulara girmemesidir.

YAZI YAZMAK SAHIT OLMAKTIR
MONA ISLAM

Yazi, en bilinen tarifiyle, dile iliskin görsel isaretlerin kullanildigi bir iletisim araci. Dil ise varligin evi, düsüncenin mahfazasi. Yazi onu isitilenden görülene çevirip cisimler üzerine kaziyarak baki kilmanin, muhafaza etmenin bir vasitasi.

Insanlik tarihini, en azindan kayitli olani, yaziyla baslatirlar. Biz Müslümanlar için de biraz farkla durum böyledir, zira biz de Hazret-i Adem’le baslayan hikayemizi kutsal metinlerin yazdiklarindan biliriz. Söz iletilmistir ancak sadece yaziya geçen söz yaygin bir biçimde muhafaza edilebilmistir. Yani en bilinen sekliyle, söz uçar yazi kalir. Yazi sadece insanlik tarihinin degil, Seyh-i Ekber Muhyiddin bin Arabi’nin anlatimiyla varligin da ilk tezahürüdür. Fütuhat-i Mekkiye’de söyle buyurur Seyh:
“Yazi ve tedvin âleminde ilk var olan kalem ve levha’dir. O ikisinin hakikati, ulvi süfli, mana ve mahsus bütün varliklara yayilmistir. Bu ikisi sayesinde Allah âlemde bilgiyi korur. Bu nedenle Hazret-i Peygamber söyle der: ‘Bilgiyi yaziyla kayda geçirin.’ Yine buradan Allah Teala Tevrat’i eliyle yazmis, Allah peygamberi ve bütün peygamberler vahyi yazma adeti edinmislerdir. Allah söyle der: ‘Saygin yazicilar yaptiklarinizi bilir.’ Baska bir yerde de, ‘Küçük veya büyük her seyi saymistir.’ der. Baska bir ayette, ‘Her seyi imam-i mübinde saydik.’ veya ‘sakli bir kitapta’ veya ‘saygin sayfalarda, temiz ve yüksek elçilerin ellerinde’ buyurur. Baska bir ayette, ‘Onlarin yaptiklarini ve eserlerini yazariz.’ buyrulur.”(Fütuhat-i Mekkiye, 12. cilt, sayfa, 162)

SUFILERIN BASUCU KITABI: AVARIFÜ’L-MAARIF
ZAHIT YAKIN

Sehabeddin Sühreverdi’nin baslica dört eseri vardir: Avarifü’l-Maarif, Ilamü’l-Hüda, Behcetü’l-Ebrar ve Kesfü’l-Nesaihi’l- Imaniyye. Kendisini tanitan ve marifet-i Ilahiye’deki yüksek anlayis ve seviyesini gösteren eseri Avarifü’l-Maarif’tir.

Eser, Kitap ve Sünnet asillari üzerine yollarini kurmus, gerçek takvaya ve Muhammedi ahlaka kavusmus, samimiyet ve ihlasla ihsan makamina ulasmis, mukarrebun makamina yükselmis velilerin ilim, edep, ahlak, yasayis, hal ve makamlarini Kitap ve Sünnet isigi altinda incelemekte ve ispat etmektedir. Müellif, eserinin önsözünde bu eserini yazma gayesini söyle açiklamaktadir: “Bu kitabimla velilerin, sufilerin yolunun Kitap ve Sünnet oldugunu, onlarin her islerinde bir delile dayandiklarini, gece ve gündüz bütün hayatlariyla Allah’in dinini ayakta tuttuklarini arz etmek ve göstermek istedim. Hallerinin yüceligi, Kitap ve Sünnet üzere kurulmus yollarinin saglamligi bence bilinmekteyken kerim olan Allah Tealadan bir lütuf ve ihsan olarak bu büyük velilerin yolunu seçisim ve onlara olan muhabbetim, beni, bu sevkle onlarin hallerini güzelce beyan etmeye götürdü. Yine bu sevk beni, onlarin dayandiklari seylerde gerçegin ta kendisinde olduklarini ifade eden, itikat ettikleri hususlarda gerçek, sarih ilmin kendileri için sahit oldugunu bildiren hakikatler ve edepler konusunda birtakim bahisler telif etmeye sevk etti.”

NURUN AYDINLIGINA ERMEK IÇIN
MEHMET ÇETIN

Nur, her seyin kaynagi; nur, varolusumuz; nur, hakikatin merkezi; nur, Allah (cc); nur, Hz. Muhammed (sas). Nur, Ilahi ve ruhani bir tecelliyattir. Ruhanidir ama yaratilmis bütün cismaniyeti de kapsar; bütün varliklar nur ile hayat bulurlar, onunla kendilerinin aydinlanmis olduklarini deruni bir hissedisle yasarlar. Nur rahmaniyyet ise, nurun ala nur (Nur, 35) rahimiyyettir.

Rabbimiz, “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam, sanki inciden bir yildiz. Ne doguya ve ne batiya mensup olan mübarek bir zeytin agacinin yagindan yakilir. Öyle mübarek bir agaç ki, neredeyse ates degmese de yagi isik verir. Isigi paril parildir. Allah, diledigi kimseyi nuruna iletir. Allah insanlara misaller verir. Allah her seyi bilir.” (Nur, 35)

Nur ile ilgili bütün fiziki ve fizikötesi hakikatler herhalde bu ayette bulunabilir. Allah göklerin ve yerin nuru ise, bir baska ifadeyle kesret O’nun (cc) nuruyla var olmus ve ihata edilmisse sadece dünyadaki degil ayni zamanda bütün kainattaki herhangi bir zerre Allah’tan uzak mi kalmistir, O’nun isim ve sifat-i serifelerinin disinda midir?

“Allah ki, O'ndan baska tanri yoktur, daima diri ve yaratiklarini koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutar. Göklerde ve yerde olanlarin hepsi O'nundur. O'nun izni olmadan kendisinin katinda kim sefaat edebilir? Onlarin önlerinde ve arkalarinda olani bilir. O'nun ilminden, ancak kendisinin diledigi kadarindan baska bir sey kavrayamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamistir. O yüce padisah, göklere, yere, bütün kainata hükmetmektedir. Onlari koruyup gözetmek kendisine agir gelmez. O yücedir, büyüktür.” (Bakara, 255)

EYÜP SULTAN HAZRETLERININ MANEVI HUZURLARINDA
ADEM DÖNMEZ

Gezi için aklimda hep baska sehirler vardi, nasip oldu bazisina gittim ve gittigim, gördügüm, maneviyat ikliminde soluklandigim sehirleri burada yazdim, anlattim. Yasadigim sehri gezmenin buranin manevi ikliminde yeniden hayat bulmanin zamani simdi gelmisti. Yolumda ve gönlümde Istanbul’un manevi merkezi Eyüp Sultan Hazretleri vardi…

Mecidiyeköy’den bindigim metrobüsten Ayvansaray’da indim. Köprünün altina geçtim. Feshane’nin karsi tarafindaki yoldan yürüyerek huzur yolculuklarimin ilkini gerçeklestirmek üzere Hazret-i Halid bin Zeyd Ebu Eyüp El-Ensari Hazretlerini ziyarete, hepimizin dilinde olan sekliyle Eyüp Sultan’a gidiyordum.

“Beni düsman diyari içinde elinizden geldigi kadar ileriye dogru götürüp defnedin. Çünkü Resulullah’tan isittim ki, Konstantiniyye surunun dibine salih bir kimse defnolunacaktir. Umarim o kisi ben olurum.” demisti, Eyüp Sultan Hazretleri.

Eyüp Sultan’a dogru yürürken aklima okudugum kitaptan notlar geliyordu. Buraya belki defalarca gelmistim ama ilk defa bu kadar huzurlu ve heyecanli geliyordum.

Hazret-i Ebu Eyüp El-Ensari Medineli Müslümanlarin önde gelenlerinden, Akabe biatlarinda Peygamberimize biat edenlerdendir. O Medine’nin önde gelen kabilelerinden Hazrec’in Neccarogullari kolunun reisi idi. Neccarogullari ayni zamanda Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalip’in annesinin de kabilesidir.

Mekkeli müsriklerin zulmü hat safhaya çikinca Müslümanlara hicret izni çikmisti. Sevgili Peygamberimiz ve can dostu Hazret-i Ebu Bekir bütün Müslümanlarin Mekke’den ayrilmalarini beklemislerdi. Gün geldi onlar da yola çikti. Medine’de heyecanli bir bekleyis vardi. Hazret-i Ebu Eyüp El-Ensari de o heyecanla bekleyenler arasindaydi. Çünkü Medine’nin bütün ileri gelenleri Peygamberimizi evlerinde agirlama arzusu içindeydi.

Peygamber Efendimiz kimsenin kalbini kirmak istemiyordu. Devesini isaret ederek söyle buyurdu: “Devemi kendi haline birakiniz. Kimin kapisinda çökerse, o eve misafir olacagiz.”

Deve Hazret-i Ebu Eyüp El-Ensari’nin evinin önünde çöktü. Peygamberi evinde misafir etme serefi ona aitti. Hiç kimse bir devenin seçimine itiraz edemezdi.

Peygamber Efendimiz Hazret-i Ebu Eyüp El-Ensari’nin evlerinde alti ay misafir olarak kaldi. Bu misafirlikten dolayi Eyüp El-Ensari Hazretleri “Mihmandar-i Resul” olarak anildi.

(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Kasim sayisinda.)

ILIM VE IRFAN AILEMIZ EKI

DIKKAT, YAZILI SINAV VAR
CESUR KÜÇÜK

Egitim sisteminde bu sene köklü degisiklikler oldu. Zaten egitim sistemi denildiginde artik insanlarin aklina “degisiklik” geliyor. Eger ilgili degilseniz veya isin içinden birileri degilseniz, nelerin ne zaman degistigini takip etmek bile çok zor. Liselere giris sistemi degisti, tek sinavin yerine “merkezi yazili” adi verilen “çoklu” sinavlar getirildi. Yani okullarda yapilan yazililardan birisini Milli Egitim Bakanligi yapacak. Merkezi ortak sinavlar, Fen ve Teknoloji, Matematik, Türkçe, Inkilap Tarihi, Yabanci Dil, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinden yapilacak. 20 tane çoktan seçmeli, test sorusu sorulacak. Bu sorular ilerde, yoruma dayali, açik uçlu soru denilen ama ögrencilerin kendi aralarinda “klasik soru” dedigi sorulara dönüsecek. Ilk sinavlar, içinde bulundugumuz Kasim ayinin son haftasinda yapilacak. Ikinci sinavlar ise 2014 yilinda Nisan ayinin son haftasinda yapilacak. Sistem kisaca böyle.

Önümüzdeki yillarda bu merkezi yazililar 6 ve 7. siniflar için de yapilacak. Sistemin degismesinin amaci ögrencilerin dershanelere olan ihtiyacinin ortadan kaldirilmasi ve kendi okullarinda sinav stresine girmeden degerlendirmeye tabi tutulmalari.

Peki yeni sistemde basarili olmak için ne yapilmasi lazim?

Öncelikli olarak ögrencilerin bol bol kitap okumasi lazim. Matematik cümlesini anlamak için bile kitap okumak gerekli. Benim gördügüm kadariyla günümüzde ögrencilerin en büyük problemi okudugunu ve duydugunu “algilayamamasi”. Bir soruyu çözmenin yolu, o soruda ne denilmek istedigini anlamaktan geçer. Bunu saglayacak olan da bol bol okumaktir.

Ikinci yapilmasi gereken sey günlük yarim saat bile olsa ders çalismaktir. Ögrenci o gün okulda gördügü konulari düzenli olarak tekrar etmelidir. Ayrica soru çözme becerisi kazanabilmek için bir yardimci kaynaktan testler çözmelidir. Su anda birçok ögrenci sinavdan bir önceki gece sinav için hazirlik yapmaktadir. Yeni sistem bu tarz bir hazirlanmayi kaldirmaz. Iyi bir lisede egitim almak isteyenler kesinlikle düzenli olarak çalismali ve merkezi yazililardan yüksek notlar almalidir.

HASERE VE BAKTERILERI ÖLDÜRMEYIN, NAZIKÇE KOVUN!
ESRA KÜÇÜK

Yaz aylarinda evlerin cami kapisi mütemadiyen açik tutulur. Ayrica baharla birlikte topraga gelen canlilik ve yaz mevsiminin hararetli havasi tabiattaki birçok canlinin da harekete geçmesine sebep olur. Soguk günlerde, korunmak için haserat dedigimiz küçük hayvanciklar bazen evlerimize siginabilirler. Ev sahibi olarak bu küçük misafirleri evimizde istemiyorsak yapabilecegimiz bazi seyler var elbette. Kimyasal ilaçlamalara gerek kalmadan evimizi köse bucak temizleyebilir, haserelerden ve zararli bakterilerden çok kolay ve saglikli yöntemlerle kurtulabiliriz. Nasil mi? Iste size kesin sonuç verecek birkaç öneri:

Eski bir gelenek olan dolap ve çekmecelerimizdeki küçük lavanta torbalari aslinda büyük görevler üstlenir. Gözle görülmeyecek kadar küçük canlilar, hasere ve güveler lavanta kokusundan hoslanmazlar. Bu nedenle giysilerimizi dogal ve çok ucuz yolla bunlardan korumus oluruz. Siz de küçük tül parçalarinin içerisine, aktardan kolaylikla bulabileceginiz kuru lavanta çiçekleri koyup bir iple baglayarak lavanta torbalari elde edebilirsiniz. Ayrica yer silme sularimiza ve çamasir yikarken yumusatici gözüne, yine aktardan bulabilecegimiz lavanta yagindan bir kaç damla eklersek hem hasere ve bakterilerden korunuruz, hem de evimiz ve çamasirlarimiz için hos bir koku elde etmis oluruz. Lavantanin sakinlestirici ve rahatlatan etkisi de yanimiza kâr kalir. Son olarak, kis sonunda yünlü giysi ve battaniyeleri kaldiracaginiz zaman, lavanta yagi damlatilmis kaynayan suyun buharina tutarsaniz da güvelenmesini önlemis olursunuz.

EVLATLARIMIZIN ANNE VE BABASI; ANNE VE BABAMIZIN EVLATLARIYIZ
MÜCELLA AYDIN

Hayatimiza bir nizam verirken haklarimizi ve sorumluluklarimizi biliyor, bunlari yerine getirerek siir bir hayati yasamayi arzu ediyoruz.

Hayatimizin çekirdegi aile. Ailede sevgi ve sayginin devamli olmasi, huzur ve afiyetin bozulmamasi için her bireyin üzerine düsen haklar ve sorumluluklar da vardir. Anne ve babalarin en büyük arzusu yavrularinin güzel günlerini görmek, onlarin saadetiyle mutlu olmak, böylece hem dünyada hem ahirette huzura ermektir. Herkesin “kisisel gelisim” pesinde kostugu, nefsini büyüttükçe büyütmeye çalistigi bir zamanda kisisel gelisim, sorumluklari göz ardi etmeyi, hep kendi haklarini aramayi önermektedir. Bu ikisi birlikte bir uyum içinde olmadikça, ne sorumlulugumuzun meyvesini ve amacini elde edebiliriz ne de haklarimizi hakkaniyete uygun biçimde sahiplenebiliriz. Sadece kendimize karsi sorumlu degiliz bu hayatta, bizleri dünyaya getiren, her zaman sefkat ve merhametlerine muhtaç oldugumuz anne ve babamiz da karsi da sorumluyuz.

Peygamber Efendimiz, “Evladin anne ve baba üzerinde üç hakki vardir: Dogdugunda ona güzel bir isim koymalari; rüsd çagina geldiginde ona Kur’an’i ögretmeleri ve olgunluk çagina geldiginde onu evlendirmeleri.” buyuruyor. Gözümüzün aydinligi olan evlatlarimiz karsisinda bu vazifelerimizi layikiyla yerine getirmeye çalisiyoruz.

YALAN SÖYLEMEYEN VEYSEL
DERVIS FATIH

Zamanin birinde herkesin korku ile yasadigi bir köy vardi. Gündüz sokaklarda kimsenin dolasmadigi ve çocuklarin disariya çikamadigi bu köy Gaddar adinda kötü bir adamin yönetimi altindaydi. O ne derse hemen olmak zorundaydi yoksa ya kelle giderdi ya da köylüye dert gelirdi. Köyün çocuklari Gaddar’i görmemek için disariya çikamazlar, evlerinde sessiz sedasiz oynarlardi. Gaddar’in bu zulmü o kadar meshur olmustu ki etraftaki köylüler bile Gaddar’a ve adamlarina rastlamamak için yollarini baska yerlerden geçirirlerdi. Ama yukari köydeki Veysel’in okula gidebilmesi için mecburen kervanla birlikte bu köyden geçmesi sartti. O zaman okumak bu kadar kolay degildi. Her yerde okul olmadigi için çok uzak diyarlara gidip oradaki okullarda egitim görmek gerekiyordu.

Veysel annesiyle yasayan akilli bir çocuktu. Annesinin her sözünü dinliyordu. Annesi Veysel’e egitimi için o zamanin parasiyla otuz bes dinar vermisti. “Oglum baska paramiz yok, bu parayi kaybetmeyecegin bir yere koy.” diye de tembih etmisti.

Veysel otuz bes dinari ayagindaki çarigin içine güzelce yerlestirdi. Annesi ona son nasihatini etti: “Ogul beni iyi dinle. Ne olursa olsun sakin yalan söyleme. Basina kötü bir seyin gelecegini bilsen bile yalan söyleme çünkü Allah yalan söyleyenleri sevmez.” “Annecigim” diye sarildi annesine Veysel: “Sen hiç merak etme anacigim ben hiç yalan söylemeyecegim.” dedi ve kervana katilarak yola koyuldu.

TILKININ KUYRUGU NEDEN KISALDI?
HALIM SELIM

Günes daglarin ardindan kizilligini da alip giderken etraf derin bir sessizlige gömülmüstü. Her yana bir sakinlik çökerken, uzun kuyruguyla kurnaz tilki yavas yavas esneyerek gözlerini uzaklardaki bir isiga dikti. Hava karardikça evlerin bulundugu taraftan bir isik parlamaya basliyordu.

Aslan babanin çiftliginin bulundugu bu isikli yerde artik tavuklar tek tek kümeslerine giriyor, horozlar da son bir kontrol yaparak bütün tavuklarin ve civcivlerin kümese girdiginden emin olmak istiyordu. Son günlerde buralara kurnaz bir tilki dadanmis, tavuklari birer birer çalip bir derenin kenarinda afiyetle yemisti. Aslan baba bu kurnaz tilkiye karsi çare düsünüyordu.

Her aksam horozlara emanet ettigi tavuklari toplayip kümese koyma isini, bu kez kendisi yapacakti. Bu kez tavuklari her zamanki kümeslerine koymadi. Ancak, tilkinin durumu fark etmemesi için çiftlikte isleri her zamanki düzenine uygun olarak halletmisti. O aksam yine kümeslerin isigini önce yakti, sonra söndürdü ve tavuklari sanki buraya koymus gibi evine çekildi.

Gece iyice ilerledi. Evlerdeki isiklar söndü, insanlar derin uykulara daldi. Bu sakinligin ne anlama geldigini bilen tilki, artik vakit tamam, diyerek yola koyuldu. Her sey normal görünmesine karsilik bu kez içinde bir tedirginlik vardi. Asiri bir sakinlikti bu. Daha önce kümese yaklastikça tavuklarin çikardigi sesleri duyar, emin oldukça adimlarini daha bir siki atardi. Bu kez, tavuklarin misil misil uyuma sesleri yoktu, üstelik kümesten hiç ses gelmiyordu. Yoksa, bir baska tilki gelip hepsini birden mi alip götürdü, diye düsüne düsüne kümesin kapisina kadar geldi.

SONSUZLUGUN FORMÜLÜNÜ BULDUM
ZEYNEP REYYAN

Saymayi yeni ögrendigim zamanlardi, yeni seyler ögrenmis olmanin verdigi mutlulukla sayabildigim en büyük sayiya ulasmaya çalisirdim. Bir defasinda ögretmenime anlatmistim durumu, gülmüs ve “Son saydigin sayidan bir sonraki sayi ne olacak?” diye sormustu.

Büyüdükçe anladim, anladikça büyüdüm. Sayilarin en büyügü yoktu, en büyük sayinin da büyügü vardi. Matematikçiler de belli bir noktadan sonra sonsuz diyorlardi. Sonu olmayan bir sayi. Ne müthis!

Deniz kenarindaki sahilde kum taneciklerini 100 bin kisi 100 sene de ancak sayabilirmis.

Bilim adamlari uzaydaki her seyi sayabildiklerini düsünmüsler. Uzayin sonuna ulasmislar. Sonra biri çikip sormus, peki ya sonrasi?

En sonra kocaman duvarlarla mi karsilasacagiz?

Sonra karar vermisler, uzayin büyüklügünü sonlu terimlerle ifade etmeye çalismak manasizdir.

Diyelim ki en hizli jet uçaklarindan biri ile saatte 1000 kilometrelik bir hizla yola çikiyoruz. Dünyadan ayrildiktan sonra ilk duragimiz uydumuz Ay olur. Yolculugumuz 17 gün sürer. Devam edelim bize en yakin gezegen Venüs’e ulasmamiz 4,5 yil sürer. Sonra Mars’a 6 yil 9 ayda, Merkür’e 10 yilda, Jüpiter’e 76 yilda ulasabilirdik. Yolculuga devam etmeye çalisirsak Satürn gezegenine ulasmamiz 152 yil kadar sürerdi. Insan ömrü yetersiz kalirdi.

Satürn’den sonrasina ulasmak ise asirlar sürecektir. Uranüs’e 435 yil, Neptün’e 675 yilda anca varirdik. Günes sisteminin en uzak gezegeni olan Plüton’a 700 yilda ancak gidebilirdik. Daha günes sistemimizin disina dahi çikamadik. Yolculuga devam etmeye çalissak bize en yakin yildiz olan Alfa Centaur’a ancak 16 milyon yil sonra ulasabilirdik.

16 milyon yil devam eden, hiç mola vermeden devam eden bir yolculuk…

Düsünsenize, bu dünya hayati elbet bitecek. Bir gün sonu gelecek. Fakat ahiret hayati sonsuz bir hayat. Eger iyi bir Müslüman olursak ve görevlerimizi yerine getirirsek, sonsuz bir huzur bizi bekliyor olacak. Sonsuz bir huzuru kim istemez ki!

(Yazilarin tamami Ilim ve Irfan dergisi Kasim sayisi AILEMIZ ekinde.)

Muhterem Müslümanlar, sahabe-i kiramdan rivayet edildigine göre Ramazan-i serif yaklastiginda...

Mübarek Ramazan ayinin gölgesi üzerimize düstü. Çok sükür yeniden ulasiyoruz bir kutlu zaman dilimine....

Ilim ve Irfan dergisinin Mart 2024 sayisi Ramazan dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2016