Mü’min, emin olandir. Mü’minin
gönlü eman yurdudur.
O engin gönle iltica eden
emniyette olur. Ona güvenen
pisman olmaz. Imanin geregi budur
çünkü. Bilmeliyiz ki, insanlar elimizin
ve dilimizin kötülügünden emin degilse
ve bize güvenmiyorsa bir sorunumuz var
demektir. Çünkü iman kalbin meselesidir;
kimseye dokunmaz. Islam ise görülen
bir seydir, belirtisi de emniyettir, dogruluktur,
güvendir.
Mü’min tepeden bakan, lanet okuyan,
beddua eden degil, tüm insanlara hatta
Allah’in tüm mahlûkatina karsi kalbinde
merhamet tasiyan, büyük günahkâr bile
olsa kardesine ve dahi kâfirlerin bile islah
olmasi için dua eden kimsedir. Baskasinin
acisindan haz duymak mü’mine
yakismaz. Hem birilerine cehennemi
yakistiranlar, cenneti mi garantilemisler
acaba?
Ayrica birilerini cehenneme itmekle, cennette
bize yer açilmiyor, biliyoruz degil
mi? Hatta bu bizi, maazallah oradaki
-varsa eger- yerimizden de edebilir.
Mü’minin kendine has bir gündemi vardir.
Onun hayatinin gerisindeki fondur
o, degismez asla. Hakiki ve sahici büyük
bir derdi vardir, zihnini ve kalbini daima
mesgul eden. O da ubudiyet bilinci, ahiret
ve hesap günü telasidir. Bundan dolayi
hiçbir zaman gelip geçici gündemlerin
esiri olmaz o.
Mü’minin gönlü diger insanlar için bir
siginaktir. Bize düsen, siginaklarimizin
kapisini açik tutmak ve orayi muhabbet
ve merhametle donatmaktir. Ki bize gelen
bizde huzur bulsun.
Mü’min yük olan degil yük alandir.
Efendimiz buyuruyor ki: “Müslüman,
Müslüman’in kardesidir. Ona zulmetmez,
onu (zalimlere de) teslim etmez. Kim din
kardesinin bir ihtiyacini giderirse, Allah
da onun ihtiyacini giderir. Kim bir Müslüman’in
bir sikintisini giderirse, Allah
da onun kiyamet sikintilarindan birini
giderir.”
Mü’min, sadakat ehlidir. Kalbinin pusulasi
her daim sidka, dogruluga ayarlidir.
Dogruluk onun en belirgin ve degismez
özelligidir. Sözüne sadiktir, sirrina sadiktir,
dostuna sadiktir, yoluna sadiktir. En
güçlü sadakati de hakikatedir.
Mü’min haya sahibidir. Baskalarinin ayip
ve günahlariyla degil, kendisiyle mesgul
olur daima. Gözünü haramdan sakinir.
Dilini giybetten ve yalandan korur. Kalbinden
hasedi, kin ve nefreti uzak tutar.
Allah’tan ve kuldan utanir.
Mü’min, insanlarin ayiplarini ve günahlarini
örtendir. Zira Allah settardir,
kulunun günahlarini ifsa etmez, kulunun
da bu ahlak üzere olmasini ister. Su
hadis-i serif, müminin hayat rehberidir:
“Bir kul bu dünyada baska bir kulun
ayibini örterse, kiyamet gününde Allah
da onun ayibini örter.”
Mü’min havf ve recâ yani korku ve ümit
arasinda gidip gelmektedir. Yaptigi
hiçbir iyilik onu Allah’tan korkmaktan
alikoymaz ve isledigi hiçbir günah da onu
ümitsizlige sevk etmez. Korkusuzluk ve
emniyet hissi ne kadar büyük günah ise
ümitsizlik de o kadar büyük günahtir
çünkü. Hiç kimse yaptigi bir iyilikten
dolayi bagislanmayi hak ettigini ve kurtuldugunu
iddia edemez. Ve hiçbir günah
da Allah’in rahmetinden büyük olamaz.
Mü’min, diger tüm tariflerinin yaninda ve
belki de üstünde, yüreginde merhamet ve
muhabbet tasiyan kimsedir. Allah’in (cc)
yarattiklarina merhamet beslemeyen,
onlari muhabbetle karsilamayan kimse,
büyük davalardan söz etse de meselenin
hakikatini iskalamis demektir. Kula merhamet
etmeyene, Yaratici da merhamet
etmez. Ayni seyi muhabbete söyle uyarlayabiliriz:
Yaratilani sevmeyen Yaratici’yi
da sevemez. Ve öylelerini Yüce Yaratici
da sevmez.
Mü’min cömerttir, kerem sahibidir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in o sade ama
muazzam tarifine uygun bir hayat yasamaya
gayret eder. Çerçeveletip duvara
asilmayi hak eden o muhtesem hadisinde
buyuruyor ki Efendimiz: “Allah’a ve ahiret
gününe iman eden, komsusuna iyilikte
ve ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret
gününe iman eden, misafirine iyilikte
ve ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret
gününe iman eden, faydali söz söylesin
veya sussun!”