Insaf “esitçe, tam oratadan es parçalara
bölmek” anlamina gelir
köken olarak. Bazi kaynaklarda
insafin ‘nisf’ sözcügünden türedigine
isaret edilerek “tam ortadan
‘yarmak’, yargida bulunurken ‘ikiye
bölmek’, kisacasi ‘adil davranmak’
anlamina geldigi ifade edilmektedir.
Evet, ama her esit paylasimin adalete
uygun olmayabilecegini de hesaba
katar insaf sahibi. Dolayisiyla “bir
kisiye tam dokuz, dokuz kisiye bir
pul” da düsebilir pekala. Kavramlar ve
onlarin kökenleri üzerine çok degerli
çalismalar yapan merhum Sakir Kocabas
Hocamiz ise, insafin adaletten ayri
bir seye isaret ettigini ve tam karsiliginin
da genellikle adalet diye ‘yanlis
tercüme’ edilen Kur’an’daki ‘kist’ kelimesi
oldugunu belirtir, bir kitabinda.
Insaf, vicdanin terazisidir. Adalet, bu
ölçünün hayata tasinmasi sonucunda
tecelli eder. Dolayisiyla insaf, vicdan
ve adalet arasinda saglam bir bag
bulunmaktadir. Birinin varligi ya da
yoklugu digerinin varligini ya da yoklugunu
haber verir. Insaf yoksa vicdan
da olmaz, buradan da adaletin tecellisi
imkansiz olur.
Diger taraftan insaf, ölçüye riayet
etmektir. Burada “hangi ölçüye?”
sorusu önemlidir tabii ki. Her ‘içimizden
gelen ve geçen’ sey ölçü olur mu?
Içimizin bize hissettirdigi seyin ölçü
olabilmesi, onun bir terbiyeden geçmesiyle
mümkün olur ancak. Burasi,
iç dünyamiz, nefsimiz, artik ne diyeceksek,
tamir edilmedikçe, insafa
ulasmamiz mümkün olmadigi gibi adil
davranmamiz da mümkün olmuyor.
Uygulamada bunun çok fazla yasayan
örnegi -maalesef- kalmamissa da hakikat
sudur: Müslüman herkesten önce
ve daha fazla insafli olmasi gereken
kisidir. Ya da insafin en çok yakistigi,
üzerinde en iyi ve güzel durdugu kisi
Müslümandir. Islam’in birkaç saç ayagi
sayilacak olsa, kesinlikle bunlardan
birisi adalet ve insaf olur çünkü.
Bir baska gerçek daha var: Insafi olmayanin
imani olmayacagi gibi, bunun
tersi de dogrudur: Imani olmayanin
insafi da olmaz. Allah’a inanmayanin
hakkaniyet duygusundan nasil söz
edilebilir ki? Çünkü insafi ölçü olarak
koyan da, ona ölçüyü veren de dinden
baskasi degildir. Bundan dolayi insafin
ancak sahih bir imanla mümkün
olabilecegine inaniriz. “Insaf dinin
yarisidir” mealinde rivayet edilen kutlu
söz, meselenin önemini çok çarpici bir
biçimde ifade eder.
Ekonomik, sosyal ya da siyasal tahrikler,
sehevi güdüler insafi yok eder.
Giderek insan bir köleye, tahriklerin
esiri olan bir mahkuma dönüsür.
Buradan da saglikli bir düsüncenin, bir
duygunun çikmasi mümkün olmadigindan,
öylelerinin kararlari da çok
dogru olmayacaktir. Hakikat su ki;
kitle iletisim araçlari insanoglunun
insafini kuruttu. Insan etki altinda
kalmadan hareket etme güdüsünü
yitirdi. Küresel kampanyalar, reklam
ve propagandalar, vicdani ve kalbi
hedeflemiyor. Hatta tam tersine buralari
harekete geçirmemenin planlari
yapiliyor. Sonuç olarak da insaf kurudu,
vicdan köreldi ve yeryüzü adaletten
mahrum kaldi.
Hakka ve hakikate temas eden her sey
insafin sinirlari içindedir. Tersi de dogrudur:
Yolu hakikatle çakismayanin
insafindan da söz edilemez. Buradan
hareketle insaf orta yol demektir
diyebiliriz. Yeri, asiri gitme ve geri kalmanin
tam ortasindadir.
Insan vicdaniyla, adalet duygusuyla ve
insafiyla insandir. Insani bunlardan
ayri ve azade düsünemeyiz. Ve ancak
vicdan varsa, insaf varsa, iz’an varsa
yeryüzünde adalet yeserir.