Allah Teala’nin, her biri
uygulamaya dönük olan
emirlerini vahiy olarak
görüp kabul etmek ama bu
emirlerin uygulamasinin insanin ihtiyarina, keyfine ve anlayis seviyesine
birakilmis oldugunu iddia etmek, bir
tenaküz, derin bir çeliskidir. Emir ve
yasaklar mecmuasinin yani bir amele
dönüstürülmesi beklenen ve emredilen tüm bilgilerin Allah’tan geldigini
ama bunun nasil uygulanacagina,
hayata nasil tasinacagina O’nun (cc)
karismadigini düsünmek/ iddia etmek
ne yaman, ne büyük çeliski.
Dikkatli bir okuma bize sunu gösterecektir: Kur’an-i Kerim’in bazi
ayetlerinde Peygamber Efendimize
yapilan uyarilar, O’nun adim adim
takip edildigi, uygulamalarinin denetlendigi, gözetildigi anlamina gelir.
Dolayisiyla vahiy uygulama ile beraber
yol almis, emirler tedricen indigi gibi
uygulamalar da tedrici olarak Resulün (sas) sahsinda hayat bulmustur.
Yani uygulama vahiyden bagimsiz bir
sekilde yol almis degildir. Çünkü vahiy
inmeye devam ederken uygulama da
devam ediyordu.
Vahyin uyg ulamadan bagimsiz
ve tamamen teorik bir çerçeveyi
gösettigini, uygulamayi hiç dikkate
almadigini vehmetmek, yüce Allah’in
aleme müdahil olmadigi anlamini da
zimnen içerir. Ortaya koydugu, insanlara yasasinlar, hayatlarina tatbik
etsinler diye gönderdigi dininin nasil
uygulandigini denetlemeyen, yanlis uygulandigi yerlerde müdahale
etmeyen, uygulamadan sarf-i nazar
edip tamamen dinin teorik çerçevesiyle kendisini sinirli tutan bir Allah
tasavvuru, belirtmek bile zaittir ki
sakat, sorunlu ve arizalidir.
Vahiy biriciktir ve vahyin hayata
tasinma sekli, modeli de biriciktir.
Müslümanlara, sadece nazil olan vahiy
üzerine düsünme degil uygulama ile
birlikte onu ele almalari emredilmistir. Uygulama vahyin denetiminde ve
gözetiminde ve vahyin nüzulü devam
ederken gerçeklestigi için vahiyden
bagimsiz degildir. Dolayisiyla vahye
muhatabiyetimiz Allah’tan gelen teorik emirlere kendimizce uygulama
biçimleri ve alanlari olusturmak
degil, vahyin uygulamasi olan sünnete muhatap olmakla gerçeklik ve
sahicilik kazanir. Zira Allah sözüne bir
çerçeve belirledigi gibi sözünün uygulamasina da bir çerçeve belirlemistir.
Baska türlü de isin içinden çikmak
imkansiz bir hal alirdi.
Zorluk surada: Kur’an bir teori kitabi
degildir, onun birçok ayeti amele çagirir. Yani son tahlilde din, uygulamaya
dönük bir kurallar manzumesidir.
Uygulama yönü bu kadar baskin ve
belirgin olan ve uygulamaya dönüstürülmesi istenen onca basligin bir örnek
olmadan insandan istenmis oldugunu
varsaymak, beserden murad-i ilahiyi
bilmek gibi çok zorlu bir görevi talep
etmek anlamina gelir. Besere çok
büyük, altindan kalkmasi çok zor bir
yük yüklemek anlamina gelir.
Su da var: Kur’an parça parça vahyolunmadan evvel ilmi ilahide bir bütün
olarak mevcuttu. Kelam-i kadim vahiy
süreci baslamadan önce bastan sona
belliydi. Dolayisiyla Allah kelaminin,
kullarin davranisina ve uygulamadaki
durumuna göre güncellenmis olmasi
söz konusu olamaz. Sunu demek istiyoruz: Resulullah’a uyari içeren ayetler
nazil olmadan Resulullah’in zelleleri
elbette Allah tarafindan biliniyordu.
Dolayisiyla Allah iradi olarak ve bize
bir mesaj versin diye masum olmasina ragmen Resulünün zellelerine
izin vermis, sonra da O’nu (sas) kullarinin önünde uyarmistir. Dileseydi
zelleler vücut bulmadan önce onu bir
yolla uyarabilirdi, ya da bu uyariyi
bize duyurmadan da yapabilirdi ama
muradi bu sekilde tecelli etti. Bu da
O’nun davranislarinin örnek teskil
edecegi, zellelerine sessiz kalinmasi
durumunda bunun yol olacagi Allah’ça
bilinmesi demektir. Ve kati bir sekilde
su demektir: Allah Teala peygamberinin tüm uygulamalarini onaylamistir.
Onaylamadigi yerlerde zaten uyarmistir. Öyleyse hiç tereddütsüz sunu
söyleyebiliriz ki, Resulullah’in uygulamalari, vahyin denetiminde ve
denetiminde gerçeklestigi için dolayli
olarak vahyin bir parçasidir