Bakmakla yetinmek, yüzeyde,
çeru çöpte kalmaktir. Ama
nazar edebilenler insanin
içinde, derununda bir hakikat
pariltisi oldugunu göreceklerdir.
Içimizin derinliginde; kibrin, hasedin,
kinin, enaniyetin, mal, mülk ve
makam hirsinin, riyanin örttügü, perdeledigi
bir cevher, bir öz var. Fitrat
diyebiliriz buna. Fitrat yaradilistan
gelen bir sir, güzelliklerin hafizasidir.
Orasi, yaradilisi itibariyle saf ve
tertemizdir. Dünyayla ya da tasavvufi
ifadeyle masivayla temas onu kirletir,
lekeler ama tümden yok edemez. Bundan
sebep insandan, ne kadar kötü ve
günahkâr olursa olsun umut kesmememiz
lazim. Islam’in, insanin kötü
fiilleriyle savasirken insani savunmasi
bundan. “Günahladir savasimiz,
günahkârla degil” denmesi bu sebepten.
Bir yönüyle evet, Islam “insani
savunuyor insana karsi”, kötülügün
esaretindeki insani özgürlestirmeye
ve özünü kesfetmeye çagiriyor.
Bu yüzden üstünkörü, yüzeysel bakis
her zaman yaniltir. Bir derin bakis
lazim; nazar ve basar ile bakmak yani.
Böylesi bir bakis, en kötü insanda bile
bizi o saf ve tertemiz cevherle yüz
yüze getirecektir. Evet, insan türlü
kötülüklerle, hastaliklarla malul
ama özünde temiz bir fitrat sahibidir.
Öyle yaratilmistir; iyilik ruhuna
kodlanmistir adeta. Can çikmadan da
o orada durur. Oranin kesfi, insanin
fitratiyla bulusmasi kolay degildir
elbette. Bir vesile, cehdu gayret, seyru
süluk lazim. Ama o fitrat asla yok
olmaz, potansiyel olarak orada durur.
Perdelenebilir, kirletilebilir en fazla.
Zira orasi nazargah-i ilahidir, makamullahtir,
sonsuz bir ummandir. Peki
kalbi, ruhu, gönlü mühürlenenler yok
mu? Tabi ki var ama onu da biz bilemeyiz,
ancak Allah bilir.
Içimize bakmak, bir yönüyle fitratimizla
yüzlesme, özümüze, aslimiza;
“evimize, kalbimize ve sarkimiza
dönme”, yitirdigimizi hatirlama yani
tezekkür ve zikir, baska bir yönüyle de
içimizi kirleten, özümüzle, ruhumuzla
aramiza giren günahlarla, hatalarla
yüzlesme ve onlari arindirmanin
yollarini arama yani tefekkür ve
fikir çagrisidir. Insan içine dönmeli;
fitratina, aslina, safiyetine rücu etmelidir.
Içindeki günahlarla, isyanlarla
yüzlesmelidir. Kalbi arindirmanin,
tasfiye etmenin, ruhu terbiye etmenin
imkânlarina bu yüzlesmeyle ulasilabilir
ancak.
Iç muhasebesi sart
Bu noktada tasavvufun tüm insanlar
ve insanlik için ciddi bir imkân
olduguna inaniyorum âcizane. Özellikle
içinde yasadigimiz bu dönemde
tasavvufun fonksiyonunun çok daha
hayatî oldugunu düsünüyorum. Islam
tarihi boyunca tasavvufun sistematize
ettigi ve önerdigi basliklar ve
konular daima insanin en zor ve en
hastalikli yanini onarma görevine
talip olmustur. Nefis ki ele avuca
sigmaz, kalp ki döner durur, itminan
bulmaz; bunlar tasavvufun konusu,
odagi ve ana mesgalesi olmustur
daima.
Çagimizda ise durum daha karmasik
ve içinden çikilmaz bir hal almis
durumda. Tasavvufun savastigi,
mücadele ettigi, varlik sebebi olarak
gördügü bütün kötülükler insanligi
esir almis durumda. Hiz, bencillik,
kibir, dünya sevgisi, haset, kin, nefret,
riya; insanlik tarihinin belki de baska
hiçbir döneminde olmadigi kadar
yayginlasmis, bulasici bir hastalik
gibi ve akil almaz bir hizla yerküreye
yayilmistir. Çaglar öncesinden
tasavvufun öncülerinin gördügü ve
öngördügü bütün nefsani, sehvani
ve seytani sorunlar bugün yeryüzünü
kusatmis ve insani adeta esir almis
durumda. Insani bu kötülügün esaretinden
kurtarmak ancak bu konuda
tecrübe kesbetmis olan tasavvufun
ve evliyaüllahin reçetelerine basvurmakla
mümkündür.
Bizler; Müslümanlar, yeryüzünü
darü’l-Islam kilmakla yani sulh,
sükûn ve selamet yurdu yapmakla
mükellefiz. Buna memuruz. Yeryüzünde
varlik sebebimiz budur,
halifelik görevimiz, emanet tasiyiciligimiz
bunu emrediyor. Ama
öte yandan bu sulhu ve sükûnu, bu
huzuru ve itminani içinde tesis edemeyen
Müslümanlarin yeryüzünü
nasil imar ve insa edecekleri, sorusu
can yakici bir sekilde karsimizda
duruyor. “Yamuk bir cismin/ nasil
düz olur gölgesi.” der Imam Gazzali.
Iste tasavvuf bize o büyük imkânin;
içimizi imar ve ihya etmenin yolunu
yordamini ögretiyor. Ve ancak orayi;
iç dünyalarini imar edenlerin dis
dünyayi ihya ve insa edebileceklerini
söylüyor.