Mü’min, tepeden bakan,
lanet okuyan, beddua
eden degil, tüm insanlara
hatta Allah’in tüm
mahlukatina karsi kalbinde merhamet
tasiyan, büyük günahkar bile olsa kardesi
için ve dahi kafirlerin bile islah
olmasi için dua eden kimsedir. Baskasinin
acisindan haz duymak mü’mine
yakismaz. Hem birilerine cehennemi
yakistiranlar, cenneti garanti mi
etmisler acaba?
Su da var ki; birilerini cehenneme
itmekle, cennette bize yer açilmiyor,
biliyoruz degil mi? Hatta bu bizi, maazallah
oradaki -varsa eger- yerimizden
de edebilir.
Mü’minin kendine has bir gündemi
vardir. Onun hayatinin gerisindeki
fondur o, degismez asla. Hakiki ve
sahici büyük bir derdi vardir, zihnini
ve kalbini daima mesgul eden. O da
ubudiyet bilinci, ahiret ve hesap günü
telasidir. Bundan dolayi hiçbir zaman
gelip geçici gündemlerin esiri olmaz o.
Mü’minin gönlü diger mü’minler için
–ve kafir bile olsa zorda kalan, bir
tutamak arayan, elini uzatan herkes
için- bir siginaktir. Bize düsen siginaklarimizin
kapisini açik tutmak ve orayi
muhabbet ve merhametle donatmaktir.
Ki bize gelen bizde huzur bulsun.
Mü’min, emin olandir. Mü’minin gönlü
eman yurdudur. O engin gönüle iltica
eden emniyette olur. Ona güvenen
pisman olmaz. Imanin geregi budur
çünkü. Bilmeliyiz ki insanlar elimizin
ve dilimizin kötülügünden emin
degilse ve bize güvenmiyorsa bir sorunumuz
var demektir hem de çok ciddi
bir sorun. Çünkü iman kalbin meselesidir;
kimseye dokunmaz. Islam ise
görülen bir seydir, belirtisi de emniyet,
dogruluk ve güvendir.
Mü’min, yük olan degil yük alandir.
Efendimiz buyuruyor ki: “Müslüman,
Müslümanin kardesidir. Ona zulmetmez,
onu (zalimlere de) teslim etmez.
Kim din kardesinin bir ihtiyacini giderirse,
Allah da onun ihtiyacini giderir.
Kim bir Müslümanin bir sikintisini
giderirse, Allah da onun kiyamet sikintilarindan
birini giderir.”
Mü’min, sadakat ehlidir. Kalbinin
pusulasi her daim sidka, dogruluga
ayarlidir. Dogruluk onun en belirgin
ve degismez özelligidir. Sözüne sadiktir,
sirrina sadiktir, dostuna sadiktir,
yoluna sadiktir. En güçlü sadakati de
hakikatadir.
Mü’min, haya sahibidir. Baskalarinin
ayip ve günahlariyla degil kendisiyle
mesgul olur daima. Gözünü haramdan
sakinir. Dilini giybetten ve yalandan
korur. Kalbinden hasedi, kin ve nefreti
uzak tutar. Allah’tan ve kuldan utanir.
Mü’min, insanlarin ayiplarini ve
günahlarini örtendir. Zira Allah settardir,
örtendir, kulunun da bu ahlak
üzere olmasini ister. Su hadis-i serif,
mü’minin hayat rehberidir: “Bir kul
bu dünyada baska bir kulun ayibini
örterse, kiyamet gününde Allah da
onun ayibini örter.” Çünkü o bilir ve
inanir ki; “eger her günah içki gibi
sarhos etseydi, hiçbir insan evladi ayik
dolasamazdi.”
Mü’min, korku ve ümit arasindadir.
Yaptigi hiçbir iyilik onu Allah’tan korkmaktan
alikoymaz ve isledigi hiçbir
günah da onu ümitsizlige sevketmez.
Korkusuzluk ve emniyet hissi ne kadar
büyük günah ise ümitsizlik de o kadar
büyük günahtir çünkü. Hiç kimse yaptigi
bir iyilikten dolayi bagislanmayi
hakettigini ve kurtuldugunu iddia
edemez. Ve hiçbir günah da Allah’in
rahmetinden büyük olamaz. Mü’min,
dünya yolculugu boyunca daima bu
aralikta durur.
Baska bir vesileyle yazmistim, burada
tekrarlamakta fayda var: Mü’min, diger
tüm tariflerinin yaninda ve belki de
üstünde, yüreginde merhamet ve
muhabbet tasiyan kimseye denir.
Allah’in (cc) yarattiklarina merhamet
beslemeyen, onlari muhabbetle karsilamayan
kimse, büyük davalardan söz
etse de meselenin hakikatini iskalamis
demektir. Kula merhamet etmeyene,
Yaratici da merhamet etmez. Ayni
seyi muhabbete söyle uyarlayabiliriz:
Yaradilani sevmeyen Yaratici’yi da
sevemez. Ve öylelerini Yüce Yaratici
da sevmez.
Mü’min, cömerttir, kerem sahibidir.
Resul-i Ekrem Efendimizin o sade
ama muazzam mü’min tarifine uygun
bir hayat yasamaya gayret eder. Çerçeveletip
duvara asilmayi hak eden
o muhtesem hadisinde buyuruyor ki:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden,
komsusuna iyilikte ve ikramda bulunsun.
Allah’a ve ahiret gününe iman
eden, misafirine iyilikte ve ikramda
bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe
iman eden, faydali söz söylesin veya
sussun!”