Makedonyali kral Büyük Iskender, ölümünün yaklastigini hissettigi sirada annesine bir mektup yazar. Ayni zamanda büyük bir hekîm de olan Iskender, mektubunda annesine sunlari söyler:
“Ey Iskender’in annesi! Düsünceme göre olusma ve bozulma kanunlarina bagli olan her sey fânidir. Senin oglun kendisine, kimi krallarin degersiz ahlakini layik görecek degildir. Sen de kendine bu krallarin annelerinin degersiz huylarini layik görmemelisin. Iskender’in -ölüm- haberini alir almaz büyük bir sehir (ziyafet) kurulmasini emret; ardindan Afrika, Avrupa ve Asya’nin bütün sehirlerinden insanlarin (matem töreninin yapilacagi) muayyen bir günde senin huzurunda toplanmalari için elçiler gönder. O gün, insanlarin yiyip içmek ve eglenmek için toplanacaklari bir gün olsun. Ayrica, (ömründe) herhangi bir musibete ugramis olanlarin, senin bu davetine katilamayacaklarinin da halka duyurulmasini emret ki, böylece, baska insanlarin mateminde hüzün yasanirken oglun Iskender’in matemi sürurla geçirilsin.”
Iskender’in ölümünün ardindan annesi büyük bir ziyafet hazirlar ve dünyanin dört bir yanina bu ziyafete katilmalari, bu önemli günde hazir bulunmalari için haber salar. Ancak belirtilen vakitte hiçbir insanin gelmedigini görür. Bunun üzerine kadin, “Neden önceden duyurdugumuz halde bu insanlar buyrugumuza uymadilar, davetimize icabet etmediler?” deyince kendisine su cevap verilir:
“Efendim siz, herhangi bir musibete ugramis olanlarin bu davete katilmamalarini emretmissiniz. Musibete ugramamis hiçbir insan bulunmadigindan, kimse davetinize icabet edemedi.”
O zaman Iskender’in annesi söyle der:
“Ey Iskender! Senin son günlerin ilk günlerine (matem günlerin, yasadigin günlere) ne kadar da uygun düstü! Demek ki, senin ölümün yüzünden ugradigim musibetten dolayi beni en mükemmel sekilde teselli etmek istemissin. Gerçekten (anladim ki) ilk musibete ugrayan ben olmadigim gibi musibet sadece bir tek kisinin basina gelen bir olay da degilmis!”
Meshur filozof Yakup bin Ishak el-Kindi, Türkçeye “Üzüntüden Kurtulmanin Yollari” adiyla tercüme edilen meshur eseri Def’u’l-ahzan’da bu olayi naklederken; “kendi üzüntülerimizi, baskalarinin ugradigi ve teselli bulduklari –ve bizim kendimizi teselli ettigimiz- üzüntüleri hatirlamak, simdiki üzücü halimizi eski üzüntülerimizin veya baskalarinda gördüklerimiz ve onlarin kurtulduklari üzüntülü durumlarin yerine koymak” ile üzüntüden bir nebze kurtulabilecegimizi ifade eder ve baskalarinin yasadiklari üzüntüleri hatirlamakla kendimiz için büyük bir teselli gücü saglamis oluruz, der.
Üzüntüsüz bir hayat mümkün mü?
Bu kisacik mesel bize, dünyada üzüntüsüz bir hayati yasamanin imkânsizligini göstermesi açisindan ne kadar önemli ve derin hikmetler barindirir. Modern zamanlarda insanlarin asiri derecede bireysellesmesi ve etrafinda olan bitenlere bigâne kalmasi, yasadiklari acilari ve musibetleri daha da katmerli hale getirmistir. Gözümüzü dünyaya ve etrafimizda yasanan acilara kapadigimiz için yasadigimiz musibetler bizim için katlanilmasi zor bir hastaliga dönüsüyor. Bu durum zaman zaman, bunalima ve depresyona yol açacak raddeye gelebiliyor. Hâlbuki etrafimiza bir bakabilsek, ne aci hikayeler, ne katlanilmasi zor hayatlar görecegiz. Öyle ki, dünyada yasanan acilara duyarli olsak yasadigimiz acilar da gözümüzde hafifleyecektir. Zira görecegiz ki, ne musibete ilk ugrayan bizmisiz, ne de en büyük musibet bizim basimiza gelmistir.
Dünya hayati geçicidir ve elem ve sikintilarla doludur. Ebedi saadet ancak ahirette vardir. Musibete ilk ugrayan biz olmadigimiz gibi, son ugrayan da biz olmayacagiz. Basimiza gelen musibetlerin daha büyügü baskalarinin da baslarina gelmistir. Yeryüzünde bir tek insan kalincaya kadar da bela ve musibetler dünyadan eksik olmayacaktir. Bu adetullahtir, sünnetüllahtir.
Ayrica musibete ugramak bizim kötü oldugumuz anlamina da gelmez. Bela ve sikintilarla imtihan olanlarin kötü oldugunu düsünemeyiz. Öyle olsaydi Allah’in seçkin kullari olan peygamberler, hiçbir sikinti yasamadan bu dünya hayatini geçirirlerdi. Nitekim büyük zatlar, sikinti ve musibetleri Allah’tan gelen bir ikram kabul etmis ve büyük bir tevekkülle karsilamislardir.
Unutmamaliyiz ki dünya hayati bir duraktir, bir mesken ve ebedi yurt degildir. Burada bir imtihandan geçiyoruz. Her halimiz bu imtihanin bir parçasidir ve her imtihanin da bir geregi vardir. Birisinin imtihani basina gelen sikintilar, ölüm, yokluk ve açlik iken, digerinin sinavi varlik ve refahla olabilir. Birisi sükür ve tevekkülle, sabir ve metanetle imtihanini kazanabilir, digeri infak ve merhametle ancak bu sinavi yüzünün akiyla verebilir.
Dünyaya rahat etmeye geldigimizi düsünmek bir büyük bir yanilgidir. Dünyayi bir saadet yurdu olarak görmek büyük bir gaflettir. Öyleyse basimiza gelenlere sabretmeli ve ebedi yurdumuz için hazirlik içinde olmaliyiz. Çünkü buradaki sikintilar geçicidir nihayetinde. Ahiret hayati ise ebedidir. Akilli kimse, hazirligini geçici olana göre degil ebedi olana göre yapar.
Vesselam.