Nasil ki mübarek mekânlar varsa; Mekke, Medine,
Kudüs gibi ve nasil ki bu aziz mekânlar insana herhangi
bir baska mekândan, yerden daha çok mekân ve yer
hissini veriyorsa, ayni sekilde aziz vakitler, esref saatler de vardir
ki; sair zamanlardan çok daha degerli hatta paha biçilmezdir.
Iste Ramazan-i serif öyle bir zaman dilimidir. Bundan dolayi
Mekke, Medine, Kudüs gibi mekânlar “bir mekândan fazlasi”,
Ramazan gibi zamanlar da “bir zamandan fazlasi”dir.
Hiç süphe yok ki zamanin degeri Ramazanla daha iyi anlasilir.
Sikintida olan birisi için nasil ki zamanlar uzuyor; saatler yila,
aya dönüsüyorsa, oruçlu için de böyle olur; zaman açilir, genisler
âdeta. Genellikle küçük zaman birimlerinin, mesela saniyenin
degeri yokken böyle durumlarda onlar bile çok büyük bir kiymete
sahip olur. Yani Ramazan insanlarin dikkatinde ve zihninde
zamani âdeta donduruyor, âni ölümsüzlestiriyor.
*
Ramazan-i serifin gelisine sevinmek, bir iman belirtisidir.
Hayatinda onun hatirina, o geldi diye degisiklik yapanlara
Ramazan, rahmetler yagdirir. Ki ancak onun kiymetini bilen,
onu hakkiyla karsilayip agirlayanlar, ondan hakiki anlamda
istifade edebilirler. Onun gelisiyle heyecanlanmayan, gidisiyle
hüzünlenmeyen bir gönle Ramazanin ugradigini söylemek ne
mümkün! Ramazanin kalbinde ve gönül dünyasinda devrim yapmadigi
kimseye hangi bereket ve rahmetinden söz edilebilir ki?
Ramazan ayi, içinde barindirdigi türlü güzelliklerle ve kendine
has bereketiyle gelir. Müminler bu ayi ganimet bilir, yüce Allah’in
kereminin yeryüzüne saganak saganak yagdigi bu dönemleri en
iyi sekilde degerlendirir ve Allah Teâlâ’nin feyiz ve bereketinden
mümkün oldugunca çok istifade etmeye çalisirlar.
Bu ayda tüm Islam dünyasinda dinî yasantida gözle görülür bir
artis olur. Namazlar eda ve kaza edilir, çokça Kur’an-i Kerim okunur, sadaka ve infak konusunda her zamankinden
daha cömert davranilir. Tüm bunlarin önemli oldugunu,
küçümsenemeyecegini, insanlara, dinin ruhuyla iliski kurmada
ciddi anlamda katki sundugunu kabul etmeliyiz.
Insanlarin bu ayda diger aylara nazaran daha çok kulluk
vazifelerine yogunlasmalarinda garipsenecek bir durum
yok yani. Çünkü bu ay, arindiran, temizleyen, günahlari
affettiren bir ay; insani anasindan yeni dogmus gibi paklayan.
Hem tabii ki teravih gibi, oruç gibi, mukabele gibi bu
aya mahsus ibadetler de var. Dolayisiyla bu ayda yogunlastirilmis
ibadetlerin tüm bir yil boyunca sürdürülemez
oldugunu görmemiz gerekir.
Buradaki dikkat edilmesi gereken husus sudur sanirim:
Bu aya mahsus ibadet etmemeli, ibadetleri, kullugu bu
aya hasretmemeli / hapsetmemeliyiz. Zira onun mübarek
olmasi, diger aylarin mübarek olmadigi anlamina gelmez
ve bu yanlis varsayimdan yola çikarak bu ayda ibadete
yogunlasmamiz diger aylarda günaha girmemize cevaz
vermemeli, vermez.
Bu mübarek zamanlari, yilin diger aylarinda islenen
günahlar için bir sigorta gibi görmek, nasilsa bu mübarek
gün ve gecelerde, bir yil boyunca yaptigim hatalari
telafi ederim, düsüncesiyle rehavete kapilip zamani isyan
ve nisyanla geçirmek büyük yanilgi. Bu bir nevi Ramazan
Müslümanligi olur. Unutmamak gerekir ki mükellefiyet
ancak ölünce son bulur.
*
Zihnimiz bölünüyor gitgide, dikkatimiz dagiliyor. Hizin
ve hazin pesinde darmadagin olmus haldeyiz. Modern
insanin en büyük sorunu budur belki de. Iste Ramazan
bizi toparlamak, onarmak ve ihya etmek üzere geliyor
her yil. Dagilan zihnimizi toparliyor, bozulan ayarlarimizi
tamir ediyor, dengemizi yeniden sagliyor. Âdeta,
ruhumuzu genel bir bakimdan geçiriyor. Namaz ile nasil
gün içinde defalarca uyariliyor, onariliyor, ihya oluyorsak,
ayni sekilde Ramazanla da yillik bir bakim, ihya ve insa
imkâni buluyoruz.
Dünya bizi fazlasiyla mesgul ediyor. Haddinden fazla oyaliyor
ve kendisine bagliyor. Giderek ruhumuzu, manamizi
yitirecek noktaya geliyoruz. Ramazan bize, bir ruhumuzun
da oldugunu hatirlatmak üzere geliyor. Bozulan algilarimizi
düzenliyor, maddeyle ve fizikle âdeta kusatilan
kalbimize dokunuyor, içimize dogru bir yolculuga davet
ediyor bizi.
*
Her yeni Ramazanla birlikte biz de yenileniriz hakikatte.
Bir önceki Ramazandan farkli, yepyeni bir ruhla, bir
duyguyla karsilariz onu. Insan degisir çünkü, duygulari,
düsünceleri gelisir. Her Ramazani, bir önceki Ramazanda
olmayan hislerle karsilamamiz bundan.
Ramazan ayinin bir mevsimde sabit olmayisi, yil içinde
sürekli degismesi gibi insan da sürekli duygu ve hal degistirir.
Sürekli gelisir, düsünceleri derinlesir, hisleri farklilasir.
Böylece farkli mevsimlerdeki Ramazan farkli hallerdeki
insanla bulusur her yil. Her Ramazanin bizim için yeni
görünmesi bundan. Çünkü her yil o anki yeni halimiz ve
hissiyatimizla ilk kez bir Ramazani idrak ediyoruz aslinda.
*
Ramazan sabir ayidir çünkü bizler genellikle bu ayda çok
kalp kirabiliyor, açligin ve çesitli aliskanliklarimizdan yoksun
kalmanin verdigi rahatsizlikla, çok zaman etrafimiza
huzursuzluk yayabiliyoruz. Müslümanin burada dikkatli
olmali ve çesitli bahanelere siginarak yanlisa düsmemelidir.
Çünkü Yüce Yaratici bu ayda, bizzat açlikla terbiye
etmek ve irade zaaflarini tamir etmeyi amaçlamaktadir.
‘Havas’in orucunu siradan insanlarin oruçlarindan ayirt
eden nokta da burasidir; bu sabirdir.
*
Ezani, bir de iftari bekleyenlerin heyecanlarinda görmek
ve bu bekleyisin ve fiziki sikintinin ezanla nasil giderildigini
düsünmek ne muazzam. Lakin hakikatte ezan,
her zaman bizi ayni seye davet eder, bize ayni seyi haber
verir: Kurtulus, bolluk, genislik… Nasil ki Ramazanda
müezzinin sesi bize o ana kadar -dört gözle yolunu gözledigimiz-
bekledigimiz bir haberin müjdesini veriyorsa, her
gün ve her vakit okunan ezan da aslinda bizi ayni genislige,
ayni bolluga çagiriyor: Dünya sikintilarindan bizleri çekip
çikaracak ve bizleri kanatlandirip uçuracak bir yolculuga
davettir her ezan, gören gözler, düsünen beyinler için…
Aslinda daima, iftar ezanini bekler gibi ezani beklemeli,
namazin vaktinin girdiginin ilani olan ezani, her vakit,
iftar vakti ezanini arzuladigimiz gibi arzulamamiz gerekmez
miydi?