Bazen susmak en iyisi. Bazen degil çogu zaman hatta. Konusmak büyüyü bozuyor çünkü. Hem konusmak için susmamizi bekleyenler var. Susarsak bize ne kapilar açilacak kimbilir.
Öte yandan her konusma içinde bir varlik iddiasi barindirir. Susma ise fenadir, aczdir. Kula yakisan aczu fakrdir, iddia ve güç gösterisi degil.
Bazen susarak da derdimizi anlatmaya çalismaliyiz. Çünkü bazi sükutlar bir çigliktan ve vaveyladan daha etkili olabilir.
*
Bir yola çikarken, bastaki ihlasimizi terk eder, unutursak, bir müddet sonra o ilk yola çikan ‘ben’den eser kalmiyor. Baskalasim tedricen ve yavas yavas oluyor ve büyük sapmalar milimle basliyor çünkü. Öyle basliyor ama zaman içinde kilometrelere çikiyor ve bir yerden sonra da ana eksene dönüs çok zor, hatta neredeyse imkansiz oluyor.
*
Insanin en büyük aptalligi, ölüm pusu kurmus, bekliyorken; onu hiç hesaba katmamasidir. O pusuya düsecegiz halbuki: Kaçis ve kurtulus yok.
Hem din, öleceksin, diyor. Akil, tarih, tecrübe de bunu teyit ediyor. Ama insan ölmeyecekmis gibi yasamaya devam ediyor. Bu cehaletin ötesi yok. Ahmakliktir bu.
Oysa ölümün en büyük habercisi hayattir ve olmazsa olmaz sarti dogmaktir. Dogduysak ve yasiyorsak, kaçis yok, ölecegiz!
Sunu da aklmizda tutalim: Ölüm ceza degil, hayat da mükafat degildir. Hatta bazen insan, hayatla cezanladirilip ölümle ödüllendirilebilir. Ikisi de bir takdir meselesidir. Hayri ve serri biz bilemeyiz, Allah bilir.
Mülk suresinin baslarinda, içinde “ölümü ve hayati yaratan” ifadeleri geçen ayet ne kadar düsündürücü. Ölümün hayattan önce zikredilmesi ne kadar ince. Yani bu dünyada hayat yok, asil hayat ölümden sonra basliyor. Burasi yurdumuz degil.
Unutmayalim ki; hesap günü yaklasiyor, ölüm bir nefes uzaklikta. Hatta o kadar bile degil... Uzun planlar yapmaya vakit yok, kirli hesaplar yapmaya gerek yok. Dünya iste.. Hiç kimseye isini bitirme firsati vermedi bugüne kadar, bundan sonra da vermeyecek. Zaten burada isler de bitmez hiçbir zaman. Bin yil ömrümüz olsa yine eksik bir seyler kalacaktir. Ölecegiz ya Hu, ölecegiz iste. Çok sükür, bin sükür!
*
Vefat eden dostlarimizin ardindan keske deriz, üzmeseydim, arada bir selam verseydim, hatirini sorsaydim. Oysa hayatta olan dostlarimiz var ve onlar da ölecek elbette. Belki de biz ölürüz önce, kim bilir. Selamlasalim, helalleselim, hesaplari ahirete birakmayalim.
*
Kendimizi bir gemide muhkem ve masun, baskalarini da tufana maruz kalmis zavallilar olarak görmek ne büyük yanilgi. Yanilgi hafif kaldi; aptallik, zavalliliktir bu. Bu kurtaricilik pozlari, bu tepeden bakan asiri sahiplenici davet ve teblig dili en büyük sorunumuzdur. Oysa bu dinin mutlak sahibi Allah’tir ve hepimiz O’na, O’nun rahmetine muhtaciz. Kimin kurtuldugunu ve kimin kaybettigini burada asla anlayamayiz.
*
Allah Rasulu aleyhisselamin anlattigi o kissayi hatirla: Bir magaraya sigindigini, dagin tepesinden yuvarlanan bir kayanin magaranin agzini kapattigini düsün. Oradan çikisini saglayacak, kayayi kenara itecek bir iyiligin, sadece O’nun için yaptigin bir amelin var mi senin? Magaranin kapisi kapanmadan, kapi aralatacak iyilikler biriktirmeli. Sadece O’nun bildigi iyilikler…
*
Elbette pirincin içine karismis beyaz taslara dikkat edecegiz, dis kirabilirler çünkü. Ama cam kirintilari içine de elmas parçalari karismis olabilir, degil mi ama! Ona da dikkat etmeli, hepsine zararli ve çöp muamelesi yapmamaliyiz.
Hem düs kirigi, dis kirigindan daha fazla can yakar. Ezcümle, toptancilik kötüdür.
*
Gösteri dünyasi burasi. Insanlarin derdi iyi olmak degil iyi görünmek. Olmak diye bir meselemiz yok maalesef. Içimiz disimizdan habersiz. Her halimiz sov ve riya!
Halbuki tüm yatirimini vitrine yapanlarin bir taslik canlari olur der büyüklerimiz. Ah, disariya kulaklarimizi kapayip içimize dönebilsek bir!
*
Insani tanimak ne zor. Iyi bildigimiz bazi insanlarin, aslinda kötülük yapacak imkani bulunmadigindan öyle olduklarini görmek ne kadar aci. Baska seçenegi olmadigi için iyi olmak... Herkes imtihanda oysa; herkes ve her haliyle; varlikla ve yoklukla.
Bir sey daha: Iyileri sayabiliyoruz. Bu sanildigi kadar da iyi görünmüyor bana. Sayamamaliydik, iyilerden bir iyi deyip geçmeliydik. Ve iyilik de fazla dikkat çekiyor, alkislaniyor. Fark edilmemeliydi oysa. Olmasi gereken bu zaten, deyip geçmeliydik. Ahir zaman buymus demek ki…
*
Insanin ehlilestirilip terbiye edilmesi lazim, hayvanlarin degil. Çünkü dünyada insandan daha vahsi ve zalim bir mahluk yok. Gördügümüz ve duydugumuz sudur: Bazi haksizliklari, zulümleri ancak insan yapar.
Tasavvufun su tanimi ne kadar derin ve incedir: “Tasavvuf, insani mahlukatin tasallutundan koruma degil, onu ötekine zarar vermeyecek bir hale eristirme yoludur.”
*
Allah’in dinini yeniden ve yeniden tanimlamaktan bir vazgeçebilsek, teslim olsak, sussak uzun uzun, Müslüman olsak... Dünyada su kadar milyar gayri-müslim davet beklerken, birbirimize ‘gerçek’ Islam’i anlatmaktan, dahasi birbirimizi tekfir etmekten yorulmadik mi!
Müslüman olmak, dogru bir Islami örnekligi ortaya koymak yani temsiliyet de degil midir ayni zamanda! Ruz-i mahserde kafirler, Allah’im sana inandiklarini iddia edenler, senin dinini bana sevdirmediler, deyip bizleri sikayet etse, verecek cevabimiz var mi? Bu bahane onlari kurtarmaya yetmeyecek, tamam da, bize bakan tarafinda haklilik payi yok mu, Allah askina!
Vazifemiz Islam’i tanimlamak degil, bizden istenen Müslüman olmaktir. Dilin bir sey söylemesine lüzum yok, halimizin tebligi yeter.
Kulagimiza küpe olsun: Dini, bir retorige, bir edebiyat ve hitabet malzemesine indirgemekle dine hizmet etmis olmuyoruz. Din bir tavirdir, haldir, durustur. Din insanda hale ve hayata dönüsmeli; ibadet suuruyla ahlak, adalet ve merhamet olarak tecelli etmelidir. Ötesi söylemdir, iddiadir, lafazanliktir. Ötesi ‘kil u kal’dir.