Daha önce yazmistim, önemine binaen yeniden paylasmak isterim:Yeryüzündeki en güzel tüylü hayvanin tavus kusu oldugu söylenir. Rengarenk kanatlarini açtiginda, bu güzellige hiç kimsenin kayitsiz kalamayacagi iddia edilir.
Bu hayvan nerede yasar, varligini nasil sürdürür bilmem ama onunla ilgili dikkate deger bir anektod bilirim:
Hayvanlar arasinda, güzelligiyle bunca söhrete sahipken, bütün diger kuslar onun yerinde olmak için adeta can atarken, tavus kusu devamli mahzun ve basini
önüne egmis bir sekilde düsünüp durmaktadir. Oysa, normal sartlarda bu güzellige sahip olan birinin, çok mutlu, havali ve hatta burnunun biraz kalkik olmasi
bile beklenir, degil mi? Ama gel gör ki o güzelim tavus kusu adeta yas tutmaktadir. Peki bu kocaman cüsseli ve o güzelim kanatlarini açtiginda adeta bir gökkusagini andiran hayvani böylesine hüzünlendiren nedir dersiniz? Denir ki, efendim, tavus kusunun simsiyah bacaklari vardir. Bu güzel hayvancagiz da, kendisine çirkin görünen bacaklarina bakip bakip üzülürmüs. Bundan dolayi da güzel tüylerini, rengarenk kanatlarini, herkesin kendisine hayranca bakisini umursamazmis: Çünkü bacaklari simsiyah ve çirkindir. Halbuki kanatlariyla
örttügü için kimsenin parmaklarini gördügü de yok, kaldi ki bu olaganüstü güzelligin içinde kimsenin siyah bacaklariyla ilgilenecegi de yok. Ama tavus kusu
bunlarin hiçbirisine aldanmaz, insanlarin bilmemesi bir hakikati degistirmez çünkü: Simsiyah bacaklari vardir ve bu onun nesesini kaçirmak ve basini önüne egdirmek için yeterlidir. Bu durumu ünlü yazar Montaigne, Denemeler’inde “Tavus kusuna haddini bildiren, ayaklaridir” sözleriyle tablolastirmaktadir.
Simdi bu anektodu zihninizin bir tarafinda tutun. He hemen ardindan da su menkibeye kulak kesilelim hep beraber:
Bir büyük Allah dostu, ihvaniyla birlikte bir sefer halindedir. Mevsim yaz ve havalar kavurucak denli sicaktir. Yollarinin bir yerinde bir köpek lesine rastlarlar. Öldükten sonra diger hayvanlar tarafindan paramparça
edilmis hayvancagiz. Bundan ötürü de etrafa çok
kötü bir koku yaymakta, bu agir kokuya birkaç metre
mesafede bile tahammül edilememektedir. Bununla
birlikte lesin üzerinde uçusan bir sinek bulutu, hayvanin
yanindan geçisi daha da zorlastirmaktadir. Lese
yaklastikça ihvanin kimi yollarini degistirmekte, kimi de
yüzünü çevirerek lesin yanindan hizla geçmeye çalismaktadir.
Kimisi ise burnunu kapatip aceleyle bu çirkin
manzaradan uzaklasma telasindadir. Allah dostunda
ise telastan öte bir dikkat var, hatta gitgide adimlari
yavaslamaktadir. Lese çok yakin bir yerde durur ve
hayranlikla hayvana bakar. Sevenleri durumdan bir
sey anlamamis, uzaktan meseleyi anlamlandirmaya
çalismaktalar. “Efendi, bu çirkin manzarada, tahammül
edilmesi güç bu kokunun içinde ne aramaktadir?”
Bir süre seyrettikten sonra, sinek vizirtilarina aldiris
etmeden uzaklasir Efendi. Ihvanin saskinligi dorukta.
Gözlerinde ve tavirlarinda ayni soru: “Ne oldu?” Efendi
bir seyler söyleme geregi duyar. Açiklama çok kisa:
“Dikkat ettiniz mi hayvana! Ne güzel disleri vardi?”
Hepsi bu kadar.
Ve simdi bu iki ‘durum’u birlikte okumayi deneyelim:
Birisinde çok büyük bir güzellige sahipken kendinde bir
eksik bulan ve bundan dolayi basini önüne egen tavus
kusu. Digerinde çok kötü ve çirkin bir manzarada bile
güzellik arayan bir bakis.
Ve sufilerden biri dedi ki: “Insan nefsine karsi, kendisi
sözkonusu oldugunda tavus kusu gibi olmali; kendisinde
ne kadar güzellik ve ön plana çikarilmaya deger
özellik bulunursa bulunsun, daima eksiklerini aramali,
günahlariyla mesgul olmaldir. Baskasina karsi, öteki
sözkonusu oldugunda da, o Allah dostu gibi hep güzel
bir seyler aramali.”